Sabotaja Karşı Muhakeme ve Muhasebede Israr
Soma’daki maden ocağının altında kalanlar sadece en zor şartlarda üstelik kıt kanaat olsun rızkının peşinde kazma sallayan işçiler değildi elbette. Tepeden tırnağa şeref ve tevekkülle donanmış maden işçilerini en geniş manasıyla aileleriyle birlikte acı ve hüzne boğan süreçte payı olanlar aslında hiç de az değildi. Siyaset, bürokrasi, sermaye, sendika, medya vd.
Türkiye’de yaşanan küçük veya büyük bir sıkıntının toplum ve siyaset açısından en kritik yönü giderilmek veya en azından küçültülmek maksadıyla ele alınmayışıdır. Tersine bu ülkede ‘sıkıntı’ özellikle iktidar sınıfları tarafından bir fırsat olarak sıkı sıkıya yapışılan, iyiden iyiye derinleştirilen ve bütün yönleriyle tepe tepe kullanılan ölümcül bir silaha dönüştürülür. Çünkü devlet sınıfları ve resmi ideoloji kendini ‘sıkıntı’ üzerinden tahkim ederken siyaset ve toplumu inatla ‘sıkıntı’ üzerinden tahrif ve sabote etmeye girişir.
Sevinçli Yüzlere Acılı Maske
Soma’da meydana gelen ve Türkiye’deki maden kazalarının en büyüğü sayılabilecek facia sürecini Hükümetin özellikle de Başbakan Erdoğan’ın nasıl yönettiğine dair bir tartışmanın yapılıyor olması son derece doğal hatta zaruridir. Ancak ahlaken ve hukuken makul ve yapıcı bir tartışma zemininden ziyade ciddi bir kara propaganda hatta psikolojik savaşla karşı karşıya kalan siyaset ve toplum aşırı bir savunma refleksine savrulabiliyor.
Çok eskilere gitmeye gerek yok aslında. Ama Danıştay saldırısından Hrant Dink ve Zirve Yayınevi cinayetlerine, Dağlıca ve Aktütün karakollarının basılmasından Uludere’de 34 insanımızın öldürülmesine değin hemen her konuda olduğu gibi statükoyu temsil eden bütün aktör ve kurumlar açısından en öncelikli hedef Başbakan Erdoğan’ı düşürmek üzerine hesaplanıyor.
Gezi Ruhu ve 17 Aralık operasyonlarıyla birlikte işleyen strateji sanki Soma’da yeniden bedenlenmişçesine hortlayınca siyaset ve toplumu ciddi bir endişe ve teyakkuz hali sarıp sarmaladı. Hem Gezi Ruhu hem de 17 Aralık Ruhu’nu temsil eden Kemalist, sol, liberal veya Gülen Cemaati’nden müteşekkil birleşik cephenin en önemli misyonu da zaten bu endişe ve teyakkuz halini derinleştirip siyaset ve toplumda aşırı bir savunma psikolojisi oluşturmak ve hata kat sayısını artırmaktı.
Soma’da facianın boyutlarının derinleşmesiyle birlikte yoğunlaşan saldırıların ilk etapta Başbakan Erdoğan’ı Soma Holding’i savunur bir psikolojiye iten, kendi iktidarıyla maden firması arasında adeta özdeşlik varmışçasına beyanatlar vermesine zemin hazırlayan yanlışlar silsilesinin mutlaka iyi bir biçimde muhasebe edilmesi gerekiyor. Başbakan Erdoğan’ın eline verilen basın açıklaması ve bu çerçevede bizzat kendisi tarafından yapılan beyanların üzerine akbaba misali pike yapanlar nasıl bir imaj inşa etmenin peşindeydiler?
Herhalde şöyle bir imaj inşa etmenin peşinde olduklarını birazcık aklı olanlar görüyordur: Güya acıyı, hüznü, kardeşliği, dayanışmayı, çevreciliği, eşitlik ve merhameti Erdoğan karşıtı muhalif cephe temsil ediyordu.
Bize Sermayenin Ortaklığı Size Kurşunlar
Diğer taraftan Erdoğan nezdinde ‘İslamcı’ siyasete biçilen rol ise şu şekildeydi: Sermaye dostluğunu savunan, aç gözlü, insana ve emeğe hiçbir saygısı olmayan, yüzlerce metre yerin altına gömülen bedenler ve ailelerin gözyaşlarına rağmen pişkince iktidarı korumaya endekslenmiş bir halk düşmanlığını temsil ediyordu.
Artık ‘kimsesizlerin kimsesi’ olma iddiası resmen boşa çıkmış ‘sermayenin ve iktidarın ortağı’ olma yarışı son sürat pratiğe dökülüyor havası pekiştiriliyordu. Bu algı inşası, imaj üzerinden sürdürülen spekülatif ve sansasyonel haberler öyle bir raddeye vardı ki nihayet Der Spiegel'in “Cehenneme kadar yolun var, Erdoğan” manşeti veya BBC’de sergilenen mizansen haberler üzerinden küresel manada sıkı bir kuşatmayla karşı karşıya olunduğu iyice anlaşıldı.
Artık sadece 28 Şubat’ın küreselleşmesiyle muhatap değildik. Daha da çirkiniyle mücadele etmekle mükellef olduğumuzu teyid eden yeni durum vardı karşımızda. Sadece Hürriyet’e, Radikal’e, Zaman’a değil kimi İslamcı kimi liberal aydınlara dahi Çölaşan-Perinçek-Özdil gibi alenen ırkçı-faşist ve militarist mantalite hakim olmuştu. Sabotaja ayarlı bu mantalitenin küresel haber ağlarına hâkim olmasında da fazla şaşılacak bir durum yok.
Soma’dan geriye kalansa bütün bu sabotaj süreçlerini analiz etmekten ibaret olmamalı. Çünkü sabotajın asıl gayesi muhakeme ve muhasebe imkânının önünü tıkamaktır. Bu musibetin bin nasihatten evla olduğunu idrak etmek hepimizin görevi. İktidarın, gücün, zenginliğin daha fazla özeleştiriyi icap ettirdiğini unutmak kadar büyük bir felaket olamaz. Hep devlet sınıflarının yanlışlarına odaklanmaktan sıra kendi yanlış, eksik ve tutarsızlıklarımıza sıra gelmezse asıl o zaman büyük bir felakete düşmüş oluruz.
YAZIYA YORUM KAT