Rüzgâr eken fırtına biçer...
Bu sözü çok seviyorum. Kişisel veya toplumsal pratiklerin sonuçlarından kaçamayacağımızı çok özlü anlatır.
Geçmiş geleceğimizdir...
Önceden bilmeye can attığımız ama bir türlü katlanamadığımızdır da gelecek.
Diyarbakır’daki Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Çalıştayı’ndan çıkan “Özerk Kürdistan” talebini düşünürken, darbeleriyle, isyanlarıyla kanlı Cumhuriyet tarihimiz aklıma geldi.
Kürtleri inkâr eden Cumhuriyet, karşısında kanlı Kürt isyanlarını buldu.
PKK, bu isyanlar dizisinin sonuncusu.
12 Eylül darbesi bu isyanın ebesi, doğurtucusu...
PKK başkaldırısı 1990’larda bu katı, esnemez, zorba, nemrut Cumhuriyet’i yumuşattı; devlet Kürt realitesini tanımak zorunda kaldı.
Ancak...
Bu kez inkâr siyasi varlığa yöneldi.
Kürt partileri peş peşe kapatıldı.
Siyasetçiler sokak ortasında başlarına kurşun sıkılarak, köprü altlarında işkenceden geçirilerek öldürüldü.
Meclis’teki temsilcileri yaka paça gözaltına alınıp onlarca yıl hapse mahkûm edildi.
Devlet, Kürtlerin siyaset yapma/yapabilme hakkını bir türlü kabul edemedi, içine sindiremedi.
Kürtleri inkâr isyana yol açtı.
Kürt siyasetçilere politikayı yasaklamak ise ayrı siyasi statü talebini doğurdu.
Şimdi kendi başlarına, merkezden bağımsız, ayrı parlamento, ayrı bayrak, ayrı ekonomik yapı, ayrı öz savunma gücü; yani “Özerk Kürdistan Yönetimi” istiyorlar.
Pardon, istemiyorlar.
Bu yapıları tek taraflı kuruyorlar.
Özerklik, otonomi, federasyon ve hatta bağımsızlık savunulabilir, konuşulur, talep edilir... Bunlar demokrasinin gereği...
Ancak yakın tarihte on binlerce insanın canına mal olmuş bu meselenin böyle tek taraflı çözümü o kadar da kolay değil.
Bu kadar basit olsaydı, o kadar kan dökülmezdi herhalde.
Ankara’nın Kürt sorunundaki sessizliği, ertelemeciliği, hükümetin seçim hesapları Kürt siyasetçilerin tek taraflı olarak böyle bir talebe yönelmesinde etkili oldu; bu inkâr edilemez...
Hatırlayalım; Haziran 2010’da Türkiye Ekonomik Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Kürt sorununun çözümü için hazırladığı önerilerde hükümeti yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için reform yapmaya çağırıyordu. Kürt sorununun demokratik süreçler içinde çözülmesi için yerelden yönetimin önemine dikkat çekiyordu. Kamuoyunda yankı uyandıran bu öneriler için hükümet maalesef tek bir adım dahi atamadı... Ertelemekle sorunların çözülmediği, daha da ağırlaştığı ortada.
Ama Kürtlerin tek taraflı hareket etmesinin, bu aceleciliğinin arkasında ise hiç de iyi niyetli hesaplar yatmıyor.
Adına “demokratik” demekle bir yapı ne demokratik olur ne de özgürlüğü simgeler...
Henüz Kürt nüfusunun büyük bir kısmının böyle bir talebi yoktur; aksine karşı çıkanlar daha çoktur.
Aynı çalıştaya katılanlar içinde bile itiraz edenlerin sayısı az değildir.
Özerklik talebi İmralı ve PKK’nın siyasi talebidir.
Federasyona ve ayrı devlete kadar uzanabilecek esneklikte tarif edilmiştir.
PKK’nın bölge üzerinde kurmak istediği egemenliğin siyasi formülüdür.
Demokratik nitelik taşımıyor.
Kürtler üzerinde yeni bir Kürt tahakkümünün kurulması anlamına geliyor.
Devlete karşı olmaktan daha çok aslında PKK’ya karşı olan Kürtlere karşıdır.
Yani Kürt bölgesinde PKK’yı tek otorite haline getirecektir.
Özerkliğin Karadeniz, Marmara ve Ege için de bir model olacağı iddiası ise biraz komiktir...
Özerlik talebi, PKK’nın bölge üzerinde oluşturduğu siyasi baskıyı daha fazla kurumsallaştırmaya yarayacaktır. “Bunu halk istiyorsa, elbette” denebilir. Olabilir. Ama hayatta işler böyle yürümüyor. Örgütlü, zorba, aktif bir azınlık büyük bir nüfusu esir alabilir. Bu, zaman içinde, yavaş yavaş olur. Bölgedeki gelişmenin doğrultusu zaten bu yöndedir.
Ankara oy hesaplarına gömülerek ipin ucunu zaten kaçırdı. Ankara inisiyatif almazsa, siyaset demokratik hamleler geliştiremezse yolun sonu kanlı yeni iç çatışmalara çıkar. O zaman iş askerlere havale edilir, fatura ise halka kesilir. Ama tekrar hatırlatalım; rüzgâr eken fırtına biçer. Tarihimiz bundan ibaret.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT