Rusya neden yayılmacıdır?
Rusya’yı ayakta tutan, yönlendiren ve yöneten “klanlar” var ama bunlar “Derin Rusya”nın etkin güçleridir. Devlet onların elindedir, Putin bu ekibin şimdilik başıdır.
Mustafa Armağan, Yeni Akit gazetesindeki yazısında Rusya’nın yayılmacı politikasının tarihini yorumluyor:
Haftada bir yazınca bazen gündemin çatalına takılmak kaçınılmaz oluyor. Bu hafta çifte gündem dayatması karşısındayız. İlkini biliyorsunuz: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali. Öbürünü de biliyorsunuz aslında: Montrö üzerinden yine bir Kemalizm böbürlenmesi. Öyleyse Rusya’dan başlayıp Montrö’yle bitirelim biz de.
Rusya, “tamamlanmamış” bir ülke. Hélène Carrère d’Encausse’un kitabının ismi böyle: “Tamamlanmamış Rusya”. Bu söz, 1822 yılında şair Puşkin’in “Rusya’nın henüz tamamlanmamış olduğu” şeklindeki tespitinden ilhamını alıyor. Gelenekçi / Asyalı tarafıyla despot Rusya, ama öbür tarafta yenilikçi ve Avrupaî Rusya… Bu iki yarımküre arasındaki gidiş gelişlerdir ki Rusya’nın tarihini mekik gibi bir uçtan öbür uca savrularak dokumaktadır.
Doğu Slavları başlarına geçecek bir kral arayışındadır. Aradıkları kralı bir Viking ailesinde bulacaklardır. Rurik ve kardeşleri “Rus” isimli bir kabileye mensuptur ve kralları oldukları Doğu Slavlarına kendi topluluklarının ismini aktarmışlardır.
Ne garip şeydir şu tarih: Bugün dünyanın gündemini sarsan ve bir ülkeyi işgal eden millet, aslında kuzeyli Vikinglerin bir kabilesinin ismini taşımaktadır!
Ama Rusya budur işte. Şaşırmak ve uçlara savrulmak. Ortası yoktur. Ya kaos ve monarşi veya demir yumruklu yöneticiler: Korkunç İvan, Deli Petro, Stalin (II. Katerina’ya kadın diye çelenk uzatmayalım, o da en az öbürleri kadar acımasız bir despottu). Ruslar batıdan doğuya doğru yayıldıkça başkentlerini de Suzdal, Novgorod ve Kiev’den Moskova’ya (doğuya) taşıdılar, güneye indiler ve nihayet Asya içlerine ilerlediler. Bu süreçte doğulu genler aldılar. Vikingler geni ile Moğol egemenliği altında geçirdikleri asırlarda Moğol-Tatar geni damarlarına yayıldı. Altın Ordu diye bildiğimiz ama aslı “Altın Orda” olan devleti yıkıp onun mirası üzerine oturdukları zaman Asyalı tarafları yayılmacı bir yönlendirme yapacaktı Ruslara.
Moskova’daki Türkolog Mihail Meyer ile konuşurken kendisi tezini Lale Devri üzerine yapmış bana dönüp de “Her dört Rus’tan üçünün yüzünü kazısan altından Tatar bir ata çıkar” demesi boşuna değildi. Ruslar Moskova’daki Çarlık döneminde Asyalı kimliğini buldu fakat Romanov hanedanından Deli Petro’yla yeni bir “delilik” yaparak bu defa Avrupaî kimliğin ardına düştü. Başkenti Moskova’dan Petersburg’a taşıyan Petro, burada Avrupa’ya “pencere” açtı ama biraz sert bir açıştı bu; kırarak açmak gibi bir şeydi. Böylece Çaykovski’den Dostoyevski’ye uzanan Avrupa semalarını tayeran eden entelektüel bir nesil yetişti.
Petersburg’u başkent olarak inşa eden Deli Petro, burada Kilisenin yetkilerini kısıyor, patrikliği kaldırıyor, böylece Doğu hükümdarlarında görülen cinsten mutlak otoriteyi elinde birleştiriyordu. Bizans ve Moskova geleneklerinden yani din ve ordu ile seçkinlerin denetiminden uzaklaşmış oluyordu. Bu, artık Avrupalı bir tirandı. Ancak Asyalı damar onları rahat bırakmayacak ve 1917 Ekim Devrimiyle Batı’dan kopacak ve yine mutlak otorite sağlanacak ve 1990’lı yıllara kadar yayılmacılık Rusya’yı pençesine alacaktı.
Derken bir kaos dönemi: 1991-2000. Gorbaçov, Yeltsin ve bu aşırı özgür dönemin ardından Rus derin devleti (aklı da diyebilirdik) dağılan Sovyetler Birliği’nin çözülmesini müteakip yeni bir lider seçecekti kendisine: Vladimir Putin.
Ancak problem şudur: Putin kendiliğinden, tabiî bir süreç içinde mi yükseldi iktidar merdivenlerinden yoksa oraya getirildi mi? Bu soruyu Rusya uzmanı Dr. Telman Nusretoğlu, Derin Rusya adlı kitabındasoruyor ve şu şaşırtıcı cevabı veriyor;
“Aslında zaman zaman Politbüro üyelerinin devletteki statüleri değişse de gerçek etki ve güç üretme noktasındaki konumları değişmiyor. Ülkedeki bu etkin grup ve klanların kesin sayısıyla ilgili bir kanaate varmak mümkün olmasa da, her ülkede olduğu gibi Rusya’da da bu grupların güç ve para devşirmek konusunda birbiriyle sürekli mücadele ettiği, Putin’in de bu gruplar arasında denge unsuru olduğu, çıkarlarını uzlaştırmaya çalışarak ülke siyasetini tanzim ettiği ifade edilmektedir. Özellikle, Rusya tarihinde hep süregelen reformist Batıcı liberallerle güvenlik bürokrasisi, Avrasyacılarla da Batıcılar arasında mücadelenin devam ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Fakat siyasi görüşlerinden, partilerinden, muhalefet veya iktidar cephesinde yer almalarına bağlı olmaksızın güç ve etki üretmek için klanlardan birine bağlı olmak mühimdir. Putin’in KGB’den dostları ve yakın çalışma arkadaşlarının her yönüyle devlette etkin olduğu bir gerçek. Başbakan Dmitriy Medvedyev gibi reformist-liberalist görüntü çizen kişilerin de etrafında eski KGB subaylarından Konstantin Çuyçenko gibi isimlerin etkin konumda oldukları iddia ediliyor. Aslında, ideolojik yaklaşımlar klanlar arasındaki mücadelede sadece kullanışlı bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Asıl mesele hâkimiyet, para ve klanların değişen şartlarda buna göre kendilerini konumlandırmalarıdır.”
Demek ki Rusya’yı ayakta tutan, yönlendiren ve yöneten “klanlar” (bir nevi aşiretler) var ama bunlar “Derin Rusya”nın etkin güçleridir. Devlet onların elindedir, Putin bu ekibin şimdilik başıdır. Derin koalisyon Rusya’yı ayağa kaldıracak, ona itibarını iade edecek birini Putin’le bulmuş yoluna devam etmektedir. Ukrayna ve hiç değilse Kırım bu aklın hamlelerinden biridir. Bizim Kıbrıs’ta yapamadığımızı Rusya, Ukrayna’yı işgal ederek gerçekleştirmekte ve Ukrayna karşılığında Kırım’ı alma pazarlığında kuvvetli bir hamle yapmaktadır.
Sonucun nasıl olacağını göreceğiz ama Rusya’nın röntgenini çekmek göreceklerimizi manalandırmakta muhakkak ki işimize yarayacaktır.
HABERE YORUM KAT