Rusya Krizi Bağlamında Avrupa-Türkiye İlişkileri
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yaşanan gerilimler çözüme mi kavuşacak yoksa kopmayla mı sonuçlanacak sorusunun en çok sorulduğu dönemlerdeyiz. Ancak Avrupa Birliği ile sorun yaşayan, ilişkilerinde iniş çıkışlar yaşayan ülke sadece Türkiye değil. Aksine son dönemde Avrupa Birliği ile ilişkileri kontrolden çıkmaya doğru hızla ilerleyen ülke Rusya olarak gözüküyor. Ancak Rusya ve Türkiye’nin kategorik olarak tamamen ayrı gerekçelerle Avrupa Birliği’yle gerilim yaşadığını hemen başta ifade etmeliyiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Varna’daki zirve için hareket etmeden hemen önce yaptığı basın açıklamasındaki vurgu kopmaya değil her şeye rağmen çözüm arayışına dönüktü: “Bugün de AB üyeliği stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor.” AB, çifte standartlı tutumlarına, üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmeyişine, sürekli yeni kural ve sorumluluklarla üyelik sürecini yokuşa sürmesine rağmen Türkiye için hala stratejik hedef olarak açıkça ifade ediliyor. Üstelik bu kararlılık saatler öncesinde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un Varna Zirvesi’ni zehirlemek amacıyla verdiği “Türkiye’nin üyelik görüşmeleri sona erdirilsin” beyanının akabinde yineleniyordu.
Rusya Her Yerde Saldırganlaşıyor
AB’nin stratejik hedef olarak beyan edildiği zaman diliminde Kurz’un provokatif beyanından daha önemli ve öncelikli olan gelişmeyse İngiltere ile Rusya arasında yaşanan gerilimde Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika’nın ortak bir tutum takınmasıydı. İngiltere ile Rusya arasında eski Rus ajanı Sergey Skripal ve kızı Yuliya’nın Londra’da zehirlenmesiyle başlayan kriz giderek Rusya karşısında mono blok olarak hareket eden Batı’nın iyice abandığı diplomatik bir savaşa dönüştü. Moskova’nın izah getirmeyi reddedip iddiaları “ukalalık ve uluslar arası eşkıyalık” gibi ifadelerle küçümsemesi, “saçmalıklarla uğraşacak vaktimiz yok” gibi tahkir ve tezyif edici ifadelerle karşılaması pek bir işe yaramadı. İşe yaramamak bir tarafa önce İngiltere sonrasında ise tek tek bütün AB üyeleri Rus diplomatları sınırdışı etmeye başladı. Sınırdışı etme politikasını Amerika ve Kanada da eş zamanlı olarak uygulamaya soktu. Ayrıca AB ülkeleri Rusya’daki elçilerini geri çekme kararı da almış durumda.
Amerikan Başkanı Trump’ın Seattle’daki Rusya Konsolosluğunu kapatma ve 60 Rus vatandaşını ‘ajan’lık faaliyetleri yapmakla suçlayarak sınırdışı etme kararı karşılıksız kalmadı elbette. Rusya da en az 60 Amerikalı diplomatın sınırdışı edileceğine dair kararı resmen deklare etti. Avrupa ülkelerinde birbiri ardına yaşanan suikastlar Batılı ülkeleri “Rus istihbaratının eylemlerinin giderek saldırganlaştığı” ve acilen sert tedbirler alma yönünde birleştirmiş gözüküyor. Fransa, Almanya, Estonya, Letonya, Litvanya gibi ülkeler ‘sinir gazı’ saldırısı iddiaları çerçevesinde Rusya’yı kınayıp İngiltere’ye destek verdiler.
Varna’daki AB-Türkiye Zirvesi ise bu gelişmelerin gölgesinde değil belki de bu gelişmelere rağmen gerçekleşmekte. Zorlu ve zaman alacak bir diplomatik trafik yeniden start alıyor. AB Konseyi Dönem Başkanı Bulgaristan Başbakanı Borisov’un ev sahipliğinde AB Konsey Başkanı Tusk ve AB Komisyon Başkanı Junker ile bir araya gelecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talep ve beklentileri açık. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, terörle mücadelede somut adımlar atılması, vize serbestliğinin temini ve Suriyeli muhacirler için taahhüt edilen ödeneklerin serbest bırakılması.
Beka Kaygısı Demokratikleştiriyor
Fakat başka gündemler de var. Mesela Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sahaları gibi, Ege’deki gerilimin düşürülmesi gibi. Bu bağlamda Tusk’un Türkiye’nin Suriye’ye yönelik Zeytin Dalı askeri harekatını kast ederek kurduğu cümle şöyleydi: “Ne olursa olsun, biz komşuyuz ve ortak çıkarlarımız çerçevesinde birbirimizle açık bir şekilde konuşmak ve işbirliği yapmak için bir yol bulmalıyız.” Bu niyeti tamamlayan cümleyi ise Junker şöyle kuruyordu: “Türkiye ve AB arasında görüş farklılığı olan konular da gündeme gelecek ancak temel amaç işbirliğini güçlendirmek.” Avrupa Birliği’nin bu türden gönül alıcı cümleleri, diplomatik vaadleri yeni olmadığı gibi çok da inandırıcı değil. Lakin binbir türlü badireyi atlatmış ve bölgesel açıdan üstü örtülemeyecek kadar cazip bir Türkiye’yi ne kenarda tutarak ne görmezden gelerek ne de örtülü operasyonlar marifetiyle tasfiye etmek pek mümkün gözükmüyor. İlaveten Avrupa, Rusya’nın gittikçe kontrolden çıkan ve açık bir tehdit olmaya başlayan kaba ve yıkıcı politikalarını engellemenin acil bir çaresini bulmak zorunda.
Türkiye’nin Suriye meselesi başta olmak üzere pek çok kriz noktasında Rusya-İran bloğuna doğru iteklenmesi hem Avrupa’yı hem de Amerika’yı açık ve yakın bir tehdit sarmalına sokmakta. Türkiye’nin talepleri ahlaki ve hukuki açıdan son derece meşru ve ertelenemez durumda. Avrupa Birliği şimdiye değin sürdürdüğü Türkiye karşıtı politikaları terk etmek için insani ve hukuki değilse bile güvenlik sorunuyla baş başa kalmış durumda. Türkiye’nin AB-Rusya krizini hem kendisi hem de kendisine umutlar bağlayan bölgesi için hayırlı bir diplomatik çıkışla karara bağlaması bekleniyor.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT