Rusya ile Sıcak İlişkiler Türkiye ve İdlib'e Ne Getirdi, Ne Getirecek?
Haksöz-Haber olarak İdlib’deki gelişmeler ışığında Haleb’deki durumun tekrarı ihtimali, Türkiye’nin Rusya ile sıcak ilişkisinin bunu engelleyip engelleyemeyeceği, Güvenli Bölge inşası vb. meseleleri Halid Hoca ve Rıdvan Kaya ile konuştuk.
HAKSÖZ-HABER
İdlib’de verilen kısa bir “ateşkes molası” ardından yeniden başlayan saldırılar ışığında işgalci Rusya’nın nihai hedefini, Türkiye’nin pozisyonunu, Güvenli Bölge arayışını ve tüm bu gelişmelerin Suriye halkı ve direnişini önümüzdeki süreçte ne yönde etkileyeceğini Suriye Ulusal Koalisyonu eski Başkanı Halid Hoca ve Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ile konuştuk.
Soruşturma dosyasıyla ilgili hazırladığımız sorulara cevap verme nezaketinde bulunan Halid Hoca ve Rıdvan Kaya beyefendilere teşekkür ediyor, 3 bölüm halinde yayımlayacağımız soruşturmanın ilk bölümüne verilen cevapları ilginize sunuyoruz.
*
HAKSÖZ-HABER: Kısa süreli bir ‘ateşkes molası’nın ardından Rusya ve Esed İdlib’e yönelik saldırılara yeniden start verdi. Rusya ve rejim saldırıları tekrar başlatmakla İdlib’de ne yapmak istiyor?
HALİD HOCA: Bu, 13. Astana sonrasında oluşan tek taraflı bir ateşkes. Rusya tarafından ilan edildi. 13. Astana demek, aynı zamanda 13. Ateşkes ihlali demek. Çünkü her Astana görüşmesinden sonra aynı senaryo uygulanıyor. Bir geçici ateşkes ilan ediliyor, o ateşkes Rusya’ya yarıyor; ondan sonra Rusya daha fazla saldırıları artırarak alan kazanmaya çalışıyor. Burada Rusya açısından hiçbir şeyin değişmeden devam ettiğini görüyoruz.
Bu Astana sürecinin nasıl başladığı ve Rusya’ya nasıl bir kaldıraç görevi gördüğünü biraz daha açmak lazım.
Astana süreci Rusya’ya sahada bir kaldıraç görevi yaptı. Buradaki siyasi masa Rusya açısından sahaya yaradı. Normalde tersi şekilde yorumlanıyor. Yani Rusya sahada alan kazanarak masada güçlü olmak istiyor diye düşünülüyor. Aslında tersi oluyor. Rusya masayı kullanarak sahada alan kazanmaya çalışıyor. Astana’nın 13 sürecinin tümüne bakıldığı zaman hep böyle olduğu görülecektir. Hep masada bir ateşkes ilan ediliyor ve hemen arkasından Rusya sahada muhaliflere alanı daraltacak ve kendi inisiyatifini artıracak hamlelerde bulunuyor. Haliyle Rusya’nın amacı masada gücünü arttırdığı oranda sahada muhaliflere alan daraltmak ve Esed’in alanını genişletmek olarak tanımlanabilir.
RIDVAN KAYA: Aslında Suriye’de ateşkes ilanı ve çatışma startlarını takip etmek mümkün değil. Varılan anlaşmalar suya yazılan yazı mesabesinde şeyler olmaktan öteye gitmiyor. Zaman zaman rejim güçleri ve destekçileri dinlenmek, yorgunluk atmak, bazen de Türkiye’yi ya da uluslararası atmosferi gözetme kaygısıyla ara verseler de istikrarlı biçimde saldırılarını, bombardıman ve katliamlarını sürdürüyorlar. Daha önce Halep’te, Dera’da, Doğu Guta’da ve muhtelif bölgelerde yaşanan süreç şu anda da İdlib’te yaşanıyor. Arada bir durarak da olsa rejim ve destekçileri adım adım özgürleştirilmiş bölgeleri istila siyasetini sürdürüyorlar.
Hedefleri belli! İdlib ve çevresinde yoğunlaşmış mücahitleri bölgeden söküp atmak ve bölgenin tamamında hakimiyet tesis etmek. Bunu elbette bir çırpıda yapamayacaklarını bildiklerinden aşamalı bir siyaset izliyorlar. M-5 adı verilen Şam-Halep otoyolu ile M-4 adı verilen Lazkiye –Halep bağlantısında hakimiyeti ele geçirmek rejim güçlerinin öncelikli hedefi olarak gözüküyor. Bunu başarabilirlerse muhalifler çok dar bir bölgede kuşatılmış olacaklar. Ardından İdlib’in tamamının istilasına sıra gelecek. Ve tabi bir sonraki aşamada Türkiye’nin doğrudan kontrol altında tutuğu Fırat Kalkanı ve Zeytindalı operasyon bölgeleri gündeme gelecek.
HAKSÖZ-HABER: Bir yandan Rusya ile derinleştirilen ilişkiler sonucunda İdlib’e yönelik saldırıları durdurma çabası, diğer yandan ise ortadaki acizlik görüntüsü çerçevesinde Türkiye’nin pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’yi Suriye politikasında Rusya’ya mecbur eden nedir?
HALİD HOCA: Yukarıda bahsettiğim noktadan devam edeyim. Rusya’nın masadan güçlenerek çıktığı ve bağlı olarak sahadaki inisiyatifini arttırdığı her Astana sürecinde Türkiye garip şekilde masadaki vaatlere bağlı kaldı. ÖSO’yu rejime ve Rusya’ya saldırmayın diye zapturapt altına aldı. Rusya ise bundan da istifade ederek daha fazla alan kazandı.
Biliyorsunuz siyasi muhalefet ve Özgür Suriye Ordusu, Suriye’nin yaklaşık olarak yüzde 60’ına hakim iken ve PYD’nin elinde yüzde 24’lük bir alan vardı. Şimdi PYD Amerika’dan da destek alarak bu alanı genişletmiş durumda. Bu dönemlerde Rejimin elinde ise sadece yüzde 22 ile 24 arasında bir toprak parçası vardı. Durumun görece de olsa muhaliflerin lehine olduğu böylesi bir zamanda süreç Cenevre’den Moskova’ya kaydırıldı. Bu da Rusya’nın 2015’in Eylül ayında askeri müdahale veya işgaliyle başlayan bir süreç.
Biraz daha geriye dönecek olursak; biliyorsunuz 2013 yılının Ağustos ayında Esed rejimi Guta’da kimyasal silah kullanarak bir katliam gerçekleştirdi. Ardından Obama yönetimi adına Jhon Kerry Ruslara el altından şöyle bir öneride bulundu: Esed rejimi şayet kimyasallarını teslim ederse biz de müdahaleden vazgeçeriz. Biliyorsunuz bu dönemde ABD savaş gemilerini de Akdeniz’e sürmüştü. Ardından Rusya ABD’nin yaktığı bu yeşil ışıkla Suriye’de bir alan kazandı. Müteakiben de bu alanı genişleterek 2015’te aktif bir işgal girişimine dönüştürdü. Bu işgal girişiminden sonra ABD bir kaldıraç görevi daha yaptı. Şöyle ki; 2017 yılının Eylül ayında Vietnam’da Trupm ile Putin arasında yapılan bir mutabakatta daha önce ABD politikasında var olan ve Suriye’de rejim değişikliğini öngören Cenevre sürecinden cayılarak Putin’in öngördüğü şekilde siyasi çözümün Anayasa Reformuyla ve reformun arkasından seçimlerin yapılmasıyla olabileceği vaat edildi. Bu Vietnam Mutabakatının ardından Astana Süreci başlatıldı. Burada ise ABD’nin bu süre içerisinde PYD’ye destek vermesi, NATO’nun kendisini yüz üstü bırakması vb. sebeplerle Türkiye batı cephesiyle arasına mesafe koyarak doğu cephesinde yani büyük oranda Rusya ve küçük oranda ise Çin’e dayanarak alan kazanmaya çalıştı.
Fakat Türkiye tarafından bilerek veya bilmeyerek şu noktalar göz ardı edildi:
1-Suriye’deki mutabakat 2 büyük oyuncu arasında yani ABD ile Rusya arasında oluyor. Rusya ABD’ye danışmadan, onunla mutabakata varmadan Suriye’de hiçbir adım atmıyor.
2-İkincisi PYD’nin desteklenmesi konusunda hem Rusya hem ABD mutabıklar. Nitekim PYD’nin ilk ofisi Washington’da değil Moskova’da açıldı! Biliyorsunuz bir telefon görüşmesinde “Trump Suriye’den çekiliyoruz, Türkiye Fırat’ın doğusuna bakabilir” ve IŞİD’i kastederek “oradaki teröristleri temizleyebilir” diye bir çıkış yapmıştı. Hemen ardından ise Moskova önlem alarak PYD ile Rejimi bir araya getirdi. Şuanda da Türkiye’nin “Amerika olmasa da biz tek başımıza girebiliriz” açıklamasından hemen sonra yine PYD ile Rejim yakınlaşması oldu. Burada şunun altını çizmek lazım ki; ABD, PYD, Rusya ve perde arkasından da İsrail Suriye’deki statükonun berdevamı noktasında mutabık kalmışlardır. Türkiye bunları göz ardı etti.
RIDVAN KAYA: Türkiye’nin durumunu acziyet kavramıyla ifade etmek uygun olur. Niyet, fedakarlık, çaba gösterme noktasında -elbette birtakım eksikliklerle birlikte- temel bir zaaf, köklü bir yanlış yok ama güç noktasında Türkiye’nin zayıf ve yetersiz kaldığı çok açık. Rusya’nın kademeli bir şekilde izlediği alan daraltma siyaseti karşısında Türkiye bir şeyler yapmaya çalıştı ama açıkçası pek etkili olamadı. Dolayısıyla birlikte yürütüldüğü görüntüsüne rağmen süreç ağırlıklı olarak tek yanlı biçimde Rusya tarafından yönetiliyor.
Suriye meselesinin karmaşık yapısı, Suriye halkının tüm dünya tarafından terk edilmiş olması, ABD ve Avrupa’nın Türkiye’ye karşı izledikleri düşmanca siyaset vb. faktörler hep Rusya’nın elini güçlendirdi ve sonuçta bugünkü manzara ortaya çıktı. Kanaatime göre Türkiye süreci değiştirmek için çok çaba sarfetti ama gücü değiştirmeye değil ancak geciktirmeye yetti. Hala da çaba sarfetmeyi sürdürüyor ama ne kadar etkili olacağı hususunda şüpheler çoğaldı. Bu noktada ne yapabilir? Suriye’de izlediği siyaset yüzünden Rusya’nın önüne Türkiye ile ilişkilerinin kesilmesini, zayıflamasını göze alıp alamayacağı sorusunu koymak gerekir, Rusya’ya daha net biçimde bu yönde mesaj iletilmesi lazım ama uluslararası konjonktür ve bölgede yaşadığı yalnızlık yüzünden Rusya karşısında Türkiye’nin elinin pek güçlü olmadığını da görmek lazım!
HAKSÖZ-HABER: Rusya ile girilen bu sıcak ilişki İdlib’de yeni bir Haleb’in yaşanmasını önler mi?
HALİD HOCA: Türkiye bunları göz ardı etti. Ve bir alan kazanacağını düşünerek Rusya ile yakınlaştı. Fakat belirttiğim gibi Rusya’nın ABD ile olan mutabakatını Türkiye için bozması mümkün değil. Bu nedenle Türkiye şuan Suriye’de sıkışmış durumda. Biliyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı “İdlib Haleb gibi olabilir” dedi. Daha Astana Süreci varken de Halep vardı. Halep de çatışmasızlık bölgesi kapsamındaydı ama kaybedildi. Gerçi Der’a, Guta, Humus, Hama kırsalları da daha önce kaybedilmişti. Her Astana Sürecinden sonra Putin daha bir ilerliyordu ve Türkiye geri adım atıyordu veya susarak izliyordu. Şimdi de durum bundan ibarettir.
Hasılı Rusya ile girilen sıcak ilişki sadece Putin’e yaradı. Bu ilişki İdlib’in Halepleşmesini önlemedi, önleyemeyecek. Kaldı ki Cumhurbaşkanının kendi açıklaması da zaten bunun bir tür itirafı hükmünde.
Bu şu demek:
1-İdlib’de bir işgal olursa bizim karışmamız mümkün değil.
2-Türkiye’ye yönelik bir göç dalgası olursa biz bunu ülkemizde değil Fırat’ın doğusuna bir koridor açarak orada karşılayabiliriz.
Bu tamamen bir acizlik ifadesidir.
RIDVAN KAYA: Türkiye’nin ısrarı, tavrı, hatırı Rusya’yı durdurur mu, zor gözüküyor. Belki bir müddet bekletir ama ardından aynı çizgide devam edeceğini düşünüyorum. Tek başına Türkiye’nin karşı durmasının Rusya’yı durdurmaya yetmediği açık, bu noktada Rusya’ya kaybedeceği şeylerin daha fazla olduğunu ihsas ettirmek lazım ama açıkçası mevcut şartlarda bu da çok gerçekçi bir beklenti sayılmaz. Türkiye’nin yalnızlığını, sıkışmışlığını geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dillendirdiği Batıya yönelik tehdit ifadelerinde okuyabiliyoruz. İdlib ve çevresinde Rusya’nın katliamı sürüyor ve buna bağlı olarak insanlar Türkiye sınırına kaçışıyor. Buna rağmen Türkiye ‘müttefik, ortak, partner’ göründüğü Rusya’ya bir şey diyemediği için Avrupa’ya ‘kapıları açma’ tehdidinde bulunuyor. Bunu yaparak Rusya’yı durdurmaları, ikna etmeleri için Avrupa ülkelerini harekete geçirmeye çalıştığı anlaşılıyor.
***
(DEVAM EDECEK...)
HABERE YORUM KAT