Rusya ile anlaşmaların Türkiye’ye maliyeti
Osman Sert, Türkiye’nin Erdoğan-Putin arasındaki son görüşmede artan ekonomi ve enerji alanındaki anlaşmalarını değerlendirdiği yazısında, bunların ekonomik ölçekte Türkiye’ye maliyetini muhasebe ediyor.
Osman Sert’in Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (02 Ekim 2021) şöyle:
RUSYA’YA BU KADAR PARAYI NE ADINA ÖDÜYORUZ?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Çarşamba günü Soçi’de yaptıkları görüşmeden İdlib konusunda bir anlaşma beklenirken Rusya’ya yaptırılacak nükleer santraller, alınacak ikinci S400 paketi, birlikte uçak motoru üretmek, denizaltı inşa etmek, Rusya’dan ilave silah satın almak çıktı.
Soçi’de Putin’le yapılan görüşmenin maliyetine kısaca bir bakmak gerek. 2023’te ilk reaktörü devreye girecek olan ve Ruslar tarafından yapılan Akkuyu Nükleer Santrali’ne Türkiye 15 yıl boyunca 35 milyar dolarlık alım garantisi verdi. Santralin üreteceği enerjinin yarısı için 15 yıl boyunca 12,35 sent/kWh hazineden ödenecek. Bu rakam piyasa fiyatlarının çok üstünde üstelik dolara endeksli. İhale sonrasında ise 76 milyar TL’lik yatırım değeri üzerinden vergi teşvik belgesi düzenlendi. Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü, Avrasya Tüneli, Ankara-Niğde otoyolu, Şehir Hastaneleri ve benzer projelere İstanbul başta olmak üzere havaalanlarını da eklediğimizde Akkuyu ile birlikte bugüne kadar verilen tam 157 milyar dolarlık bir hazine garantisinden bahsediyoruz.
Detaya girmeden sakin sakin ilerleyelim.
Akkuyu benzeri 2 nükleer santral daha yapıldığında Akkuyu ile aynı şartlarda anlaşıldığında bunun hazine garantisi de 70 milyar dolar tutacak.
Kutusunu açamadığımız, Türkiye için asıl güvenlik riskini oluşturan ve en son İdlib’te askerlerimizi hedef alan Rus uçaklarına karşı kullanamadığımız, Karadeniz’den gelen Rus Mig’lerine karşı etkisiz kalabilecek, bugüne kadar kayda geçmiş tek bir başarılı muharip atışı, düşürdüğü füze ya da uçak olmayan S400’ün ilk paketi için 2,5 milyar dolar ödedik. İkinci paket daha alacağımız durumda buna 2,5 milyar dolar daha ekleyelim.
S400 alma kararı yüzünden Türkiye’nin hava kuvvetlerinin gelecekteki en büyük gücünü oluşturması beklenen F35 5. nesil savaş uçağına şimdiye kadar ödenen 1,4 milyar doların akıbeti ise belirsiz. Türk şirketlerinin F35 için yapacakları üretimle yıllar içinde elde etmesi öngörülen 9 milyar dolarlık kazanç da an itibariyle devre dışı. Buna artık milyar dolarların konuşulduğu bir ortamda ABD’de ‘bizi tekrar F35 projesine alın’ diye tutulan lobi şirketlerine verilen milyon dolarları eklemek bile gereksiz. F35’ten çıkmanın Türkiye’nin hava savunmasında oluşturacağı eksikliği ve zaafları ise parayla ölçmek meseleyi küçümsemek olur.
Alınması planlanan denizaltılar, uçak motorları ve uçakların ise maliyetini, takvimini bilmiyoruz.
Sadece bildiklerimizden Soçi’de konuşulanlara bakıldığında Rusya ile ilişkilerin mevcut Akkuyu hariç ilave maliyeti, dolar cinsinden 80-100 milyar dolar arasına geliyor. Türkiye’nin 2021 yılı bütün yatırım bütçesi ise sadece 15 milyar dolar.
Şimdi soru şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan çeviri dahil üç saatlik bir görüşmede Türkiye’nin gelecek en az 15 yılını ipotek altına alacak bu kadar büyük bir maliyeti hangi yetkiye, inceleme sürecine, katma değer analizine ve stratejik karara göre üstleniyor?
Rusya Devlet Başkanlığı Sözcüsü Dmitriy Peskov, “(Soçi’de, Türkiye’de) yeni bir ekonomi alanı oluşturulması konuşuldu. Yeni enerji üniteleri inşa edilmesi konusu gerçekten de gündeme geldi. Türkiye’nin onları kurmak isteyebileceği somut coğrafi noktalar üstüne düşünüldü.” açıklamasını yaptı. Bu durumda yeni nükleer santrallerin yerine kadar teknik bir detay, yetkisi ne olursa olsun devlet başkanlarının birlikte karar verecekleri bir konu mudur? Çevreye etkisinden bütçeye oluşturacağı yüke kadar böylesi büyük kararlar nasıl olur da santrallerin kurulacağı yerdeki insanlardan ve yerel otoritelerden, bütçe uzmanlarına ve demokratik bir ülkede olması gereken siyasi mekanizmalara kadar kimse ile konuşulmadan alınabilir?
Bazı devletler, yeteri kadar güçlü orduları olmadığı; tarihi, siyasi ve coğrafi derinlikleri yetmediği buna karşın da özellikle doğal kaynaklardan elde ettikleri geniş mali imkanlara sahip oldukları için para karşılığında güvenlik satın alabilirler. Küçük petrol ülkelerinin aynı anda hem ABD’den hem Rusya’dan hem Avrupa ülkelerinden milyarlarca dolarlık savunma alımları yapmaları da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Erdoğan Rusya’dan bu mantıkla bir sigorta poliçesi alıyorsa bunu kime karşı satın alıyor ve neden ihtiyaç duyuyor? Türkiye eğer sadece güneyindeki Rus tehlikesini bertaraf etmek için böyle tehlikeli ve maliyetli bir ticari bağımlılığa giriyorsa o zaman daha dün gerçekleşen Rus ve rejim bombardımanlarını nereye koyacağız?
157 milyar dolarlık mevcut hazine garantilerine Rusya ile girilen yeni angajmanları, bunların alternatif maliyetlerini, üstüne de resmi rakamlarla 15 milyar dolar denilen bağımsız gözlemlere göre ise 70 milyar dolara ulaşacak Kanal İstanbul’u eklediğimizde 250 milyar doları aşan 300 milyar dolara ulaşan bu maliyeti neden ve kim için üstleniyoruz?
Yurtlara yerleşemeyen öğrencilerin, Ayçiçek yağının kilosunun ve kışı herkes için korkutucu hale getiren enerji maliyetlerinin konuşulduğu, Merkez Bankası rezervlerinin ekside olduğu, memura ve emekliye anlamlı maaş zammı yapılamadığı, döviz kurunun ve enflasyonun kontrol altına alınamadığı bir ortamda Putin’e gösterilen bu cömertliğin sebebi ne?
Sadece bizim değil gelecek nesillerin ödeyeceği vergileri bile ipotek altına alan bu yaklaşımın arkasında yatan mantığı net bir şekilde tartışmak zorundayız.
HABERE YORUM KAT