Ruslara kalsa İstanbul'u bile isterler
Derin Tarih dergisi, Rus kimliğinin inşasından Altın Orda Devleti’nden Osmanlı-Çarlık ilişkileri ve Rus yayılmacılığının kodlarına kadar merak edilen pek çok meseleyi Kırım tarihi uzmanı Prof. Dr. Hakan Kırımlı ile konuştu.
Prof. Dr. Hakan Kırımlı ile Derin Tarih, Ocak-2016 sayısı için Munise Şimşek ve Olcay Can Kaplan bir röportaj gerçekleştirdiler. Röportajı önemine binaen iktibas ediyoruz:
Ruslar kimdir? Rus kimliği nasıl inşa edildi?
Rus dediğimiz halk Doğu Slavların en kalabalığıdır. Ama “Rus” kelimesi Slavcadan gelmiyor. Bu sözün, 9. yüzyılda Doğu Slav halklarının yaşadığı bölgeye yani bugünkü Ukrayna, kısmen Belarus ve Rusya’nın Batısına -elbette ki bugünkü büyük Rusya coğrafyasına değil- hâkim olan Viking kabilelerinden birinin ismi olduğu biliniyor. “Rus” adlı bu Vikingler yerli Slav halklarını kontrol ederek prenslikler kurdular. Zaman içinde yerli halkla karışan Vikingler isimlerini de bu topluluklara verdiler. Dolayısıyla eski doğu Slav ahalisi yahut kadim Ruslar sadece bugünkü Ruslar değildir. Ukrain ve Belarus halkları da aynı tarihî kökene dayanır. Hatta o kadim Rus Prensliğinin güçlü olduğu yer Kiev’dir ki, burada Ukrain halkı yaşamaktadır.
Bugünkü Rusya Devleti’nin ortaya çıkışı çok uzun bir süreçte gerçekleşmiştir. Kadim Rus prenslikleri, ortaya çıkışlarından itibaren, Karadeniz’in kuzeyine hâkim olan Türk kavimleriyle yakın ilişkiler kurdular. Başlangıçta Hazarların hâkimiyeti altında kaldılar. Hatta Hazarları yenen ilk Rus Prensi Svyatoslav, bağımsızlığının sembolü olarak Türkçe “Kağan” unvanını kullanmıştı. Karadeniz’in kuzeyindeki muazzam stepler çok eski devirlerden beri Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler, Oğuzlar ve Kıpçaklar gibi Türk kavimlerinin hâkimiyetinde kalmıştır. Eski Ruslar, 9. asır sonrası dönemde sayısı zaman zaman değişmekle beraber, 10-12 knyazlık (prenslik) halinde yaşadı. Dolayısıyla Türk kavimleriyle sonradan Rus, Ukrain ve Belarusların içinden teşekkül edeceği kadim Rus halklarının tarihi iç içe geçmiştir. Aslında bu halkların münasebetleri, Osmanlı-Rus ilişkilerinin kurulmasından en az 800 sene evvel başlamıştır. Doğu Slavların, bu meyanda Rusların en önemli destanı İgor Bölüğü Destanı’dır ve 12. asırda İgor isimli bir prensin Kıpçaklara esir düşmesini anlatır.
Rusların Hıristiyanlığı seçmelerinin bölgede etkili olmalarında payı var mı?
Tabiî ki Hıristiyanlığın etkisi çok büyük. Şunun altını tekrar çizmek isterim ki, bahsettiğimiz kadim Ruslar bugünkü Ruslar değildir. Kadim Rusların Hıristiyan olması doğrudan Bizans’la bağlantılıdır. Hıristiyanlık öncesinde onlar varlıklarını esas olarak ormanlık arazide sürdürüyorlardı. Böylelikle steplerdeki tehditten uzak durmaya çalışıyorlardı. Kadim Rusların Hıristiyanlığa geçişiyle ilgili kendi kroniklerinde geçen klasik bir hikâye vardır: Knyaz (Knez) Vladimir yahut Volodimir (ki yüzlerce cariyesi olup pek de Aziz tipine uymayan biridir) makul bir dini kabul etmenin diplomatik açıdan faydalı olacağını düşünür. Semavî dinleri araştırmaya başlar. Önce İslamı anlatması için İdil (Volga) Bulgarlarından bir molla çağırtır. Onu dinlediğinde İslamiyet hoşuna gider ve Müslüman olmaya karar verir. Ancak içkinin yasak olduğunu duyunca, “Biz içkisiz yapamayız” diyerek imamı geri yollar. Almanlardan, -Roma Katolik Hıristiyanlığından diyelim- papazları dinler, fakat onları da çok sıkıcı bulur. Sonra Konstantinopolis’e iki adam gönderir. Bu vekiller Ayasofya’yı görünce hayran olurlar. Ortodoksluğu öğrenirler. Gelince hayranlıklarını prensleriyle paylaşırlar ve böylece Ruslar Bizans’ın dinine girerler. Bu sadece Hıristiyan olmak anlamına gelmez, Bizans oryantasyonuna da girmiş olurlar. Türklerin Müslümanlaştıktan sonra Araplarla kurdukları kültürel bağları gibi Ruslar da Grek kültürüyle hemhal oldular. Bugün kullanılan Kiril alfabesi de Bizans’ın Slavlar için oluşturduğu bir alfabedir. Grek kültürü Rus halklarının en önemli değerlerinden biri haline geldi. Bir taraftan da Katolik dünyasına karşı keskin bir çizgi çekildi.
Moğolların bu coğrafyaya gelmesi ne tür sonuçlar doğurdu?
1240’ların başlarında Cengiz Han’ın kurduğu imparatorluk Macaristan’ın içlerine kadar ilerlemişti. Cengiz Han aslen Moğol bir kabile reisiydi ama ordusunda Moğollardan çok daha fazla sayıda Türk ve/veya Müslüman unsurlar da vardı. Cengiz Han’ın tarihte benzeri görülmemiş genişlikteki imparatorluğu 50 sene geçmeden fiilen dörde bölündü. Bunların en kuvvetlilerinden olan Altın Orda, Deşt-i Kıpçak’ı, Rus ülkelerinin tamamını, kuzey Balkanları, Türkistan’ın kuzey kesimlerini ve Kuzey Kafkasya’yı hâkimiyetine alan başlı başına muazzam bir imparatorluktu. İdil (Volga) Nehri üzerindeki Saray, başşehirleriydi. Altın Orda teşekkülünden 50 sene geçmeden tamamen Türkleşip Müslümanlaştı. (Unutmadan söyleyeyim: Cengiz Han’ın sikkeleri de Arapçadır. O Müslüman değildi ama bütün paralarının üzerinde “La İlahe İllallah” yazılıydı.) Altın Orda’nın Kıpçak Türk ve Müslüman olan aslî halkına da Hıristiyanlar ve Araplar “Tatar” adını verdiler ve bu tabir yerleşip kaldı. Kısacası, Rus toplulukları tam 200 sene Altın Orda, yani Müslüman ve Türk hâkimiyetinde yaşadılar. Bugün Türkçe asıllı kelimeleri Rusçadan çıkarırsanız bu dil en önemli kelimelerinden mahrum kalır. Bakın “Kremlin” kelimesi dahi Kıpçak Türkçesi “kermen” (kale) sözünden gelir. Rusların para manasına gelen deneg/dengi kelimesi Altın Orda para biriminden gelir. Hâlâ onu kullanıyorlar. Böyle sayısız kelime var bugün.
Bu ortamda Moskova Knyazlığı nasıl sivrildi?
12. yüzyıla geldiğimizde Kiev ve Vladimir gibi knyazlıklara kıyasla Moskova Knyazlığı küçük ve önemsizdi. Ancak ilginç bir şekilde yükselen, Moskova oldu. Altın Orda Hanları o bölgeden toplanacak asker ve vergileri kendilerine en büyük sadakati gösteren ve bu sebepten en güvendikleri prensliğe, yani Moskova’ya bırakmışlardı. Bu sebeple Moskova’nın yükselişi ve Rus knyazlıkların en güçlüsü haline gelmesi tamamen Altın Orda’ya bağlıdır ve Altın Orda’nın böyle olmasını istemesinden kaynaklanmıştır. 200 yıl İslâm ve Türk hâkimiyetinde yaşayan Ruslar Altın Orda tarafından Müslüman yapılmadıkları gibi, paradoksal bir şekilde içlerinde Hıristiyanlaşma arttı. Zira Altın Orda hanları Ortodoks Kilisesi’ni himayeleri altına almıştı. Arkasına bu gücü alan Kilise’nin henüz Hıristiyanlaşmamış Slav topluluklarını Hıristiyanlığa dâhil edebilmesi bu dönemde gerçekleşmiştir. Başta bugünkü Rusya’nın içinden doğacağı Moskova olmak üzere bütün Rus knyazlıkları mutlak olarak Altın Orda Hanı’nın hâkimiyeti altındaydı. Rusların dil ve kıyafetlerinde Şark kültürünün izleri açıkça görülür. 16. yüzyıl Rus miğferlerinde Kur’an ayetleri dahi görülürdü. Bu bir anlamda tamamen kültürel bir geleneğin yahut modanın tezahürüdür.
“Rus’u kazırsan altından Tatar çıkar” sözü doğru o zaman?
Tabiî ki doğru. Ruslar üzerindeki hâkimiyeti 15. asrın sonlarına kadar devam eden Altın Orda İmparatorluğu parçalanınca yerine Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı ve Hacıtarhan (Astrahan) gibi devletler kuruldu. Onlar birbirleriyle savaşırken Moskova Knyazlığı da diğer Rus prensliklerini yuttu. Çok ilginçtir ki, Altın Orda bu Rus prensliklerinin hiçbirisini ortadan kaldırmamış, knyazlarını kendisi tayin etmekle birlikte onları iç işlerinde serbest bırakmıştı.
Yani Altın Orda asimilasyon yapmadı…
Hayır, kesinlikle hiç yapmadı. Yapsa Rusların yerinde bugün yalnızca sarışın mavi gözlü Müslümanlar olurdu. Ancak Rusya Altın Orda topraklarını hâkimiyeti altına alınca tam tersini yapacaktı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: 14. yüzyılın en kudretli devleti Altın Orda idi. Gelin görün ki şu an Saray şehrinin izi bile kalmamıştır.
Şu halde dünya tarihleri Altın Orda’ya hak ettiği yeri vermiyor, öyle değil mi?
Evet, bu çok büyük bir problem. Bırakın zikrettiğimiz muazzam toprakları, bugün Macaristan dediğimiz yer 10 yıla yakın, Bulgaristan ise 100 yıl Altın Orda hâkimiyetinde bulunmuştu. Altın Orda İpek Yolu’nun büyük kısmını doğrudan kontrol ettiği için muazzam bir ekonomik güce ulaşmıştı. Altın Orda Mısır’daki Kıpçak Memlûklerle de çok yakın ilişki içerisindeydi. Altın Orda’nın ne olduğunu görmek için İbn Battuta’yı okumak yeterli. Çünkü o dönemde dünyanın bütün şehirlerini gezmişti. Saray şehrini Konstantinopolis’le, Bağdat’la, Kurtuba’yla, Şam’la, Mekke ve Medine’yle, Çin’le mukayese ederek, “Ben böyle bir şehir görmedim” diyor. Ama bugün bu şehirden toprak üstünde bir parça taş bile bulamıyoruz. Kazılar yapılıyor ama yeterli değil. Saray, yüzlerce yıl sonra bile efsane olarak anlatılan bir şehir. Altın Orda devrinde kurulan sayısız cami, medrese, imaret ve diğer bayındırlık eserleriyle bezenmiş ve özellikle aktif ticaretle büyük refah seviyesine ulaşmış olan Eski Saray, Macar, Solhat (Eskikırım), Bulgar ve başka şehirler vardı.
Bazılarının dediği gibi o dönemi üstünkörü “Moğollar geldiler, yaktılar, yıktılar, taş üstünde taş bırakmadılar” şeklinde anlamak tarihî hakikatlere uygun değil. Altın Orda bugün de hâlâ düşmanlarının çizdiği ilkel sterotiplerle biliniyor. Batılı tarihçiler Altın Orda’yla sadece Rusya ile ilişkisi itibarıyla ilgileniyor, onun asıl kendi yapısını ve tarihini bir kenara bırakıyorlar. Oysa Rus ülkeleri Altın Orda hâkimiyetinin kenarındaki bölgelerden başka bir şey değildi. Altın Orda’nın oryantasyonu ve dikkatini verdiği yön iktidar mücadelelerinin yaşandığı İdil (Volga) boyu ile onun güneyi ve doğusuydu. Öte yandan, Altın Orda tarihi anlaşılmadan Rus tarihi kesinlikle anlaşılamaz. Altın Orda tarihi Rus tarihinde bir parantez falan değildir. Rus resmî ideolojisinde her zaman öyle gösterilmeye çalışıldı, ama gerçeğin hiç de böyle olmadığını görüyoruz.
Altın Orda’nın parçalanmasından sonra Rus prensliklerinin akıbeti ne oldu?
Altın Orda yıkılınca mirasçıları olarak Kırım, Kazan ve Hacıtarhan (Astrahan) gibi hanlıklar ortaya çıktı. Meselâ Kırım Hanlığı diyoruz ama onlar kendilerini her zaman “Uluğ Orda” yani Altın Orda’nın ta kendisi olarak adlandırdılar. Aslında Ruslar da başlangıçta bu hanlıkları öyle görüyorlardı. Ancak artık birden fazla Altın Orda olduğu için Moskova’nın hangisine tâbi olması gerektiği yahut bunların aralarındaki çekişmelerden Moskova’nın nasıl yararlanabileceği meselesi ortaya çıktı. Nitekim bazen o, bazen de bu ata oynayarak Moskova Knyazlığı aradan sıyrılmayı başardı, hatta sonunda bağımsızlığını elde etti. Nihayet 16. asırda Ruslar Kazan ve Hacıtarhan Hanlıklarını yuttular.
Bu kimsenin öngörebileceği bir şey değildi. Artık işler tersine dönüyordu. Yine de, artık Rusya olarak adlandırabileceğimiz Moskova 18. asra kadar kesinlikle Kırım Hanlığı’ndan güçlü değildi ve ona haraç ödemeyi sürdürüyordu. Ruslar Osmanlılarla ilişkilerini de 17. yüzyıl sonlarına kadar tamamen Kırım Hanlığı üzerinden kurdular. Osmanlılara ilk defa Moskova’dan elçi gelmesi 1492 yılında olmakla birlikte, bütün Rus elçilerinin önce Kırım Hanlığı’na ve oradan İstanbul’a gönderilmesi kaideye bağlanmıştı. Moskova’nın Osmanlı ile doğrudan ilişki kurabilmesi ancak 1681’deki Bahçesaray Anlaşması ile mümkün olmuştur.
Bazı tarihçiler Rusya’nın güçlenmesinin nedenini Timur’un Altın Orda’yı yıkmasına bağlıyorlar. Bunun Rusların güçlenmesinde payı var mı hakikaten?
Bu yaygın bir iddia. Timur zamanını hatırlayalım. Rusya Knyazlıklarını kim biliyordu? Adları bile anılmıyordu. Timur’un meselesi Altın Orda Hanı Toktamış ile idi. Bu bir aşk-nefret ilişkisi. Çünkü Toktamış Han’ın başa geçmesinde Timur’un birinci derecede rolü vardı. Ancak bir Türk olan Timur, Cengiz soyundan gelmediğinden olağanüstü kudretine rağmen hanlık meşruiyetine sahip değildi. Bu sebepten hiçbir zaman ‘Han’ unvanını kullanamamış, ancak ‘Emir’ payesini taşımıştır. Bu sebeple, Cengizli hanedanı mensubu olan Toktamış Han ona tâbi olmayı kabul etmemiştir.
Bu sırada Rus Knyazlıkları Timur’un umurunda değildi, esasında kimsenin umurunda değildi! Çünkü dediğim gibi Altın Orda’nın asıl iktidar arazisi İdil boyuydu. Hanlar İdil boyu, Kırım ve Harezm’e yönelirdi ve buralardaki gelişmelerle ilgiliydi. Rus knyazlıkları ise iktidar arazisi dışında yaşıyorlardı. Timur’un Rus knyazlıklarının yüzyıllar sonra çok büyük devlet olacağını öngörmesi mümkün değildi. Biri bunun olacağını söylese ona deli muamelesi yapılırdı. Bugün biri meselâ “Slovakya dünyayı ele geçirecek” dese, nasıl tepki gösterirsiniz? “Ürdün dünyayı işgal edecek, tedbir alın” desek, bize ne derler? Geleceği öngörmek mümkün değil. 14. asırda Rusların büyük bir devlet kuracakları şeytanın bile aklına gelmezdi. Timur’un o günlerde Rus knyazlıklarının tam olarak nerede olduğunu bildiğinden bile pek emin değilim. Bu sebeple yüzyıllar sonra Moskova’nın yükselmesinden bu mânâda kimse sorumlu tutulamaz.
Doğrudur, Timur istilâsı ile Altın Orda büyük darbe almış, en önemlisi de Kıpçak Steplerinde muazzam araziler boşalmıştır ki, bu durum sonraki gelişmelere zemin hazırlamıştır. Ancak Altın Orda’yı Timur’dan öncesinde de sarsan birçok hadise var. En önemlisi 14. asrın ortasında çıkan veba salgını. Oradan Avrupa’ya geçmiş ve nüfusunun yarısını yok etmiştir. Böyle muazzam bir katliamı hiçbir savaş yapmadı. Bir de 14. yüzyılın ikinci yarısında Altın Orda’da kanlı taht kavgaları ve istikrarsızlar yaşanıyor. Timur da o sebeple devreye girmişti zaten.
Öyleyse Rus yayılmacılığını Altın Orda’nın yıkılışından başlatmak gerekiyor…
Yayılmayı bırakın, gerçek mânâda varlığını bu yıkılışla elde etti diyebiliriz.
Moskova Prensliğinin yükselmesi bölgedeki Türk hanlıklarının kaderini nasıl etkiledi?
1550’li yıllarda Moskova Knyazlığı IV. İvan (Korkunç İvan) zamanında hem Kazan Hanlığı’nı, hem de Hacıtarhan (Astrahan) Hanlığı’nı yuttu. Yutmakla kalmadı, ilk defa İdil (Volga) boyuna indi. Volga boyu denilince bugün akla doğrudan Rusya geliyor. Hâlbuki 16. yüzyılda ve öncesinde orası Müslümanlık ya da Türklük ile özdeşleşmişti. Moskova Knyazlığı Kazan Hanlığı’nı aldıktan sonra Kazan’ı yerle yeksan etti.
HABERE YORUM KAT