Rus-Amerikan hattında kalmak
ABD’nin Irak’ı işgalinden beş yıl sonra Rusya’nın Gürcistan’ı neredeyse işgal edecek boyuttaki müdahalesine şahit oluyoruz. ABD Irak’ı işgal etmeden önce Saddam Kuveyt’in esasen bir Irak eyaleti olduğunu ileri sürmüş, burayı kendisine bağlamaya kalkışırken bir yandan da Kuzey Irak üzerindeki Bağdat egemenliğini artırmak için silahlı müdahalede bulunmuştu. Sonuçta, önce ülkenin kuzey ve güneyinde denetimini kaybeden Saddam, ardından ülkesini ve kendi canını kaybetmişti. Hatırlayalım, Saddam’ın bir aralar ‘Batı’ ile pek iyi ilişkileri bulunuyordu.
Gürcistan’da ise Gül devrimi sonrası iktidara gelen Saakaşvili, başından beri üzerinde Gürcü iktidarı sağlanamamış Güney Osetya ile bağımsızlık mücadelesini hiç yitirmeyen Abhazya’yı Tiflis iradesinde yeniden düzenlemeye kalktı. ‘Batı’ ile gayet iyi ilişkileri bulunan Saakaşvili, bu hamlesi sonucunda önce Rusya tarafından cezalandırıldı, ardından da bir miktar ‘Batı’ tarafından uyarıldı. Rusya’nın hedefi ülkeyi Irak gibi işgal etmek olmasa da iktidarı değiştirmeye ve parçalara ayırmaya yönelik olduğu söylenebilir.
Irak savaşı’nın petrol, Ortadoğu güç bölüşüm mücadeleleri, Basra Körfezi’nin ve hatta Akdeniz bağlantılarının denetimi, İran’ın ve belki de Rusya’nın çevrelenmesi konularıyla ilgisi bulunmadığı söylenemez. Gürcistan savaşının da petrol ve doğalgaz nakil hatlarının denetimi, Kafkasya ve Orta Asya’daki güç mücadeleleri, Doğu Karadeniz’in denetimi, İran ve belki Rusya’yı çevrelenmekten kurtaracak faaliyetlerden bağımsız açıklanması mümkün görünmüyor. ABD, Irak’ı işgal ederken Türkiye, Ürdün, Suriye, Lübnan ve belki İsrail üzerindeki etkisini yeniden imar etme imkánı bulurken Rusya da bu savaşla Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan ve İran üzerindeki baskısını artırmayı başardı.
Görünen o ki, artık bu tür sorunların uluslararası hukukla değil, silah ve savaşma kapasiteleriyle açıklanması söz konusu. Bu durum doğrudan savaşan ülkeleri değil, savaşlara kıyıdaş olan ülkeler için de geçerli. Doğrusu Irak ve Gürcistan’a Türkiye’den daha kıyıdaş ülke bulmak zor. Türkiye’nin bu coğrafi durumunu her iki olayın esas kahramanları bakımından anlamlı kılan ise tercihleri. Türkiye’nin çok kabaca ABD’nin küresel stratejilerini kolaylaştırırken Rusya’nınkileri zorlaştırabilecek ince bir çizgiye sürüklendiği açık. İnce çizginin ne tarafında durulacağına Türkiye’deki siyasi otoriteler karar verecek gibi gözükse bile, bu kararları etkileyecek ortamların yaratılmasında ‘başkaları’nın katkılarının bulunmadığı söylenemez.
İnsanın aklına, zaman zaman Türkiye’deki terör örgütü de dahil birçok kesimi içine aldığı ileri sürülen Ergenekon davasının bu ‘büyük’ mücadelede Türkiye’nin yönünü değiştirecek ortamı hazırlama amacı var mıydı diye geliyor. Davaya konu olan iddialar gerçekleşseydi, Rusya değil Gürcistan mı Türkiye’yi suçlar hale gelirdi, Türkiye Kosova’yı tanımaz mıydı, Kıbrıs’taki çözümü desteklemekten vaz mı geçerdi bilinmez. Ama böyle yapsaydı muhtemelen Rusya için çok makbul bir ülke olurdu, yapmadı.
Türkiye Rusya’nın ayağına basılacak durumlara biraz katkı sağladı, bu katkısının dozu arttıkça da içeride daha fazla şiddete maruz kaldı. İnsanın aklına son zamanlarda artan terör eylemlerinin bu durumla ilgisi olabilir mi diye de geliyor. PKK’nın eylem alanını kırsal alanda genişlettiği yerlere, kentlerde gerçekleşen eylemlere, hedeflere ve yöntemlere bakıldığında sanki ilgi kurulabilirmiş gibi geliyor.
Bu tür bağlar varsa, aslında bundan sonra ne yapılacağı aleniyet kazanıyor ve Türkiye’nin hiç zaman kaybetmeden ‘demokratikleşme’ sürecine hız vermesi hiç olmadığı kadar acil hale geliyor.
Star gazetesi
YAZIYA YORUM KAT