Riyakarlık, korku salma ve kirletme Yarışı
İnsan fıtratını bozmak bakımından modern dönem ile post-modern dönem arasında hemen hiç fark yok. Biri aydınlanma ve ilerleme adına mutlak hakikati dayatırken diğeri de hakikatin çokluğunu ve de esasen hakikatin yokluğunu dayatıyor insanoğluna. Eksiğiyle fazlasıyla gerçek kimlikler yerine sentetik kimliklerin, hibrit karakterlerin başlattığı işgal ve tehcir harekâtı fert ve toplumu hızla ifsada sürüklüyor. Hakikat, doğru, iyi, güzel gibi sahte, yanlış, kötü ve çirkin de tamamen konjonktürel hesaplara göre şekillendiriliyor çünkü. Merkeze hakikat, doğru, iyi ve güzel değil de taktik veya stratejik çıkar ve hesaplar yerleştiriliyor maalesef.
Siyasetten akademiye, medyadan sanat camiasına hatta kimi cemaat ve tarikatlara değin pek çok sahada dürüst ve tutarlı olmak değil riyakarca ve hesapçı davranmak prim yapıyor. Riyakâr ve hesapçı karakterler sentetik kimlikleri teşvik ediyor, sentetik kimlikler de riyakâr ve hesapçı karakterleri, teamülleri ve örgütlü davranışları adım adım kavileştiriyor. Herkesin birbirine rol yapması, oyun oynaması, tuzak kurması eşyanın tabiatı ve zamanın ruhuna uyum sağlama çabası olarak yorumlanıyor. Her durumda hemen her şeyi meşrulaştıracak, makul ve makbul hale getirecek seküler veya mistik bir izah pazarı oluşmuş durumda, ne de olsa.
Provokasyon da Pişmanlık da Profesyonelce
Türkiye’de bazı aktör ve örgütler adeta sürece uygun provokasyonlar tertiplemekle görevlendirilmişler veya tabiatları icabı durumdan vazife çıkarıyorlar. Mesela ismi Ergenekon dava sürecinde tanık ve sanık olarak geçen Erol Mütercimler’in Haber Global’de kalkıştığı kirli provokasyon bu görevlendirilme veya durumdan vazife çıkarma durumuna çok uygun düşüyor. Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi sıfatıyla canlı yayında ekranda sarf ettiği cümle tamı tamına şöyle: “Ama sonuca bakın, o İmam Hatip’ten mezun olmuş olanlar karşımıza bakın ne olarak çıkıyor? Cinsi sapık, sahtekâr, ahlaksız.” Herhangi bir olaya, şahsa veya gruba işaret etmeksizin, sınır ve çerçeve koymaksızın İmam Hatip mezunları için giriştiği kara-propaganda isnadı “cinsi sapık, sahtekâr ve ahlaksız” gibi korkunç ithamlardan oluşuyor.
Evet, gayet sakin ve saygılı bir profil veren, her zaman stratejik hesapları çok önceden çözümlemeye yetkin bir birikim ve tecrübeyi şahsında deruhte ettiği imajını yayan Erol Mütercimler aslında son derece çirkin, kaba ve niteliksiz yüzüyle çıkıyordu kamuoyunun karşısına. Akıl oyunları uzmanı, strateji çözümleme ustası, tarih ve siyasetin akil ismi gibi imajların esasen sıkça tekrar edilen bir replik ve arkası bomboş PR çalışmalarından ibaret olduğu iyice görülüyordu. Her durumda çözümü Kemalizme bağlayan, her sıkıntıyı Atatürk’ün yolundan sapmaya yoran Mütercimler bildiğimiz manada bürokratik oligarşinin temsilcilerinden başka bir şeyi temsil etmiyordu.
Erol Mütercimler’in bu çirkin hakaretlerden ötürü güya özür dilemek üzere kurduğu cümleler ise rezaleti katmerlemekten başka bir mana taşımıyordu. Samimiyetle özür dilemiyor, pişmanlık arz etmiyordu çünkü sözleri istem dışı değildi. Aksine bizzat kastı mahsusa ile söylenmiş, kurgulanmış bir mahiyet gibi duruyordu. Çünkü konuşmasında “İmam Hatiplerle alakalı toplumun bir kesiminde oluşan yanlış algıyı” düzeltmeye matuf bir vurgu vardı ne de “İmam Hatip okullarını hep destekledim” diyebileceği bir ima vardı. Ancak toplumu ve muhataplarını ahmak yerine koymayı, kendisini temize çıkarmayı tercih ederek riyakarlığını ve dindar-muhafazakâr toplum kesimlerini kirletme hırsını tescil etmiş oldu.
Pompalı Mompalı İç Savaş Hazırlığı mı??
Popüler hocaefendiler sıralamasında zirvedeki yerini her durumda korumayı başaran Cübbeli Ahmet (Ünlü) Hoca’nın “tahlillerine” de bakmakta fayda var. Cübbeli Ahmet Hoca bir tarikatın misafirhanesinde 12 yaşındaki bir kız çocuğunun bizzat tarikatın şeyhi tarafından cinsel istismara maruz bırakılması üzerinden CNN Türk’te yapılan oturuma katılıp geniş değerlendirmelerde bulundu. Ancak Cübbeli Ahmet Hoca civa gibi hareketli, sabun gibi kaygan, muhatapları da ana meselelerdeki çelişki ve yanlışları yakalayıp sorma hususunda çok zayıf olunca şen şakrak bir muhabbet kaldı geriye. Ne vaaz, sohbet ve kitaplarındaki İsrailiyat, hurafe, bidatlar doğru düzgün tartışılabiliyor ne de “kabir azabından koruyan kefen” ve “rüyada Hz. Peygamber’i gördüren terlik” pazarlamayı öğütleyen motivasyonun kaynağı. Adil Öksüz’den ileriye, Eyüp Fatih Şağban’dan geriye gitmeyen tuhaf mı tuhaf bir Tarafsız Bölge. Tavşan kuyruğu gibi; ne uzuyor ne de kısalıyor.
Cübbeli Ahmet, kamuoyunu uyarmak hatta devleti harekete geçirmek üzere kimi çağrılar yapıyor. Mesela “Amerika ile bağlantısı olan (tarikat ve cemaat)ların ortada” olduğunu fakat “Rusya ve Almanya ile bağlantılı olan tarikatların da ülkede faaliyet gösterdiğini” ifade etti. İsim, adres, işaret yok tabii. Belki kaba taslak bir Haydar Baş ve cemaatinin vasıfları sayılıyor. Üzerinde durulsun mu, evet. Takibat ve soruşturma yapılsın mı, evet. Ama bilgi, belge, şahit ortaya koymaksızın “Amerika’ya, Rusya’ya, Almanya’ya bağlı tarikat ve cemaatler ortalıkta cirit atıyorlar” tarzı mübalağalı söylemlerle korku salmanın ne alemi var?!
Korku salarak, meçhul ve toplanıp bir sepete sıkıştırılan muhatapları alabildiğine kirleterek ne dini manada nasihat edilir ne de siyasal ve toplumsal açıdan güvenlik temin edilebilir. Zaten ciddi ve samimi bir tebliğe, davete, nasihate niyet olduğuna dair bir tablo görünmüyor ortada. Bütün örnek ve kıyaslar rakip cemaat ve tarikatların ne denli yakın bir tehdit teşkil ettiğine dair öncelikli stratejik güvenlik konsepti önermekten ibaret. Örneğin Cübbeli Ahmet gayet emin ve net bir biçimde öteden bu yana şu tür cümleler kuruyor: “Türkiye'de 2 bin selefi dernek var. Şahıslar pompalı mompalı. İç savaşa hazırlanıyorlar. Özellikle Batman, Adıyaman taraflarında çok selefi akım var. Selefi tarafıyla İran yanlısı Şii tarafın çatışması hazırlanıyor. Barut gibi. Bu silahlanmayı durdurun. Yarın bu işin önünü alamayız.” İç savaş hazırlığına dernek kurarak başlamak çok saçma olmaz mı? Pompalı tüfekle cihad ilan etme, iç savaş hazırlama mizanseni çok komik değil mi? Dernek veya vakıf kurma, dergi veya kitap yayınlama hakkı Kemalist, sosyalist, milliyetçi, liberal kesimler için olduğu gibi Nakşibendi, Kadiri, Mevlevi, Nurcu kesimler için olduğu gibi Selefi anlayış sahipleri için de neden hak olmasın? 28 Şubat darbe sürecinden kopya edilen mezkûr “pompalı-mompalı” söylemiyle, “iç savaş için cihad ilan etme” kurgularıyla korku ve nefret salmak zannedilenin ötesinde çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Ayrıca fikren, usulen mücadele edemediğiniz kesimleri polisiye yöntemlerle diskalifiye etmeye yeltenmek çok büyük zaaf ve kusurları da itiraf etmek manasına gelir.
En başta hocalar, vaizler, hatipler güzelce nasihat etsinler, sabırla doğru yolu gösterip örnek bir hayat ortaya koysunlar ve ihbar-jurnal uzmanı gibi hareket etmesinler. İstihbaratıyla mahkemesiyle devlet ama eksik ama fazla işini yapar. Peki hocalar alimler dosdoğru yolu, güzel ahlakı ve salih ameli bireysel ve toplumsal hayata taşımak, siyasal ilişkilere egemen kılmak üzere üstlerine düşen güvenilir davetçi rolünü hakkıyla ifa etmekten neden imtina ediyorlar?
Popüler medya vaizleri söylem ve eylemleriyle sapır sapır dökülürken “deizm ve sekülerizm neden yükseliyor, Kemalizm neden hortluyor?” diye celallenmek hiç de mantıklı değil.
(Yazarın Yeni Akit’te yayınlanan yazısının sitemiz için genişletilmiş halidir)
YAZIYA YORUM KAT