
Rıdvan Kaya: Peygamber, Uludere İçin Susmazdı!
Özgür-Der Genel Başkanı ve dergimiz yazarı Rıdvan Kaya, Taraf gazetesinden Neşe Düzel'e Uludere hakkında konuştu.
“Dindar insanların ortamında oturun, Başbakan’ın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tavrın kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama bunu bir gazeteci olarak size söylemezler.”
“Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Müslümanlık bir adalet çağrısıdır! Peygamber Uludere’de susmazdı.”
“Başbakan ve hükümet sürekli zikzak çiziyor. Uludere konusunda kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. Bunun İslami açıdan savunulabilir bir yanı yok. Uludere’de susmak Müslüman kimliğini zedeler.”
***
NEDEN RIDVAN KAYA
Uludere katliamından sonra Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın sözleri, sorumluların bulunmaması Müslüman camiayı ikiye böldü. Bir kısım dindarlar sessiz kalırken, bir kısım dindarlar da haksızlığa karşı sesini yükseltti. Doğal olarak bunun sonucunda da Türk Müslümanlarda bulunan milliyetçilik damarı tartışmaya açıldı. Zulüm ve Müslümanlık konuları gündeme taşındı. Biz de İslami camianın önde gelen isimlerinden Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ile konuştuk. Müslümanlıkla milliyetçiliği, Müslüman’ın milliyetçi olup olamayacağını, Türkiye’de kaç türlü Müslüman dindar olduğunu, zulümle din arasındaki ilişkiyi ve Müslümanların Başbakan’ın söylemleri karşısında neler hissettiklerini, dindarların bir kısmının Uludere katliamının karşısında neden sustuklarını, Uludere’nin aynısı askerî vesayet döneminde yaşansaydı ve ordu 34 muhafazakârı öldürseydi gene susup susmayacaklarını, Başbakan’ın neden yapması gerekeni yapmadığını, sorumluları bulmak için neden acele etmediğini, Uludere’nin hemen arkasından Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etmesinin Müslüman dindarlarda nasıl bir duygu yarattığını, iktidarın son zamanlardaki milliyetçi tutumundan rahatsız olup olmadıklarını, Türkiye’de İslamcı kesimin milliyetçilikten kurtulup kurtulamayacağını sorduk. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi bölümünü bitiren Rıdvan Kaya 1991’den beri Haksöz Dergisi’nde yazarlık yapıyor.
***
NEŞE DÜZEL: Uludere katliamından sonra yaşananlar, dindar aydınlarımızın bir bölümünün vicdanını yaraladı. Onlar, bu yaşananlara karşı çıktılar ama, dindarların bir kısmı sustu. Neden susuyor dindarlar?
RIDVAN KAYA: Uludere’de vicdanların yaralanması için dindar olmaya gerek yok. İnsani duygularını yitirmemiş her insan için Uludere, vicdanı yaralanması gereken bir olaydır. Bu ülkede Uludere herkesin vicdanını yaraladı. Fakat şu var. İslami camianın bir kesiminde, bu olay biraz daha kısık sesle konuşuluyor.
Vicdanın sesi niye kısılıyor?
İslami camianın bir kesimi, Türkiye’de çatışmacı bir süreç yaşandığını düşünüyor ve Uludere olayının arkasında, mevcut hükümeti yıpratmanın olabileceği kaygısını taşıyor. Dolayısıyla hükümeti yıpratarak farklı çevrelerin işini kolaylaştırmamak ve bundan sonraki süreçlerde onların tezlerini, ellerini güçlendirmemek için Uludere tartışmasını kendi içlerinde yürütmeyi tercih ediyorlar. Yani onlar da Uludere’yi tartışıyor ve eleştiriyorlar ama bunu kamuoyuna açıklamıyorlar ve açıklamazlar.
Hak ve hukuk mücadelesinin içeriye başka dışarıya başka olmak üzere iki dili olmaz ki! Hak ve hukuk mücadelesi açıkça yüksek sesle yapılmayacaksa, bu neye yarar?
Bizim açımızdan da başlı başına bir sorun bu. Biz bu tavrı iki açıdan eleştiriyoruz. Bazı tartışmaları içeride sürdürme tavrı, hem Müslüman kimliğe zarar veriyor hem de İslam anlayışıyla ilgili tepkilere yol açıyor. “Müslümanlar bu konuda susuyorlar. Demek ki yapılan bu zulmü onaylıyorlar. Ya da Müslümanlar burada yapılan zulmü bir zulüm olarak görmüyorlar” diye kamuoyunda bir algı oluşuyor. Bu yüzden biz de sessizliğe karşı çıkıyoruz. Özgür-Der olarak Uludere bizim de sürekli gündemimizde. Biz susmuyoruz ve bilin ki susmayan pek çok Müslüman var.
Ama susan epey Müslüman da var.
Evet.
Bugünkü suskunluk, İslamcıların iktidarda olmasıyla ilgili bir suskunluk mu?
Aslında olayı kazırsanız hep aynı şey ortaya çıkıyor. Bugün evet, iktidarda bize yakın insanlar var. Onların yıpratılmasından korkuluyor ama... Belli ihaleler alınsın, belli makamlar korunsun diye yapılmıyor bu. Bireysel olarak böyle kaygılar olsa da genel camia olarak kaygı başka. Bir kere herkeste şu korku var: “Kemalist vesayet şu anda gerilemiş gözüküyor ama geri dönebilir.” Bu korku, insanları daha çekingen ve savunmacı bir tavra sürüklüyor. Eğer kendinizi sürekli bir çatışma ortamında ve tehdit altında hissederseniz kendi tarafınızın zaaflarını da daha az ve daha mazur görürsünüz.
Bu yaklaşım dindarlıkla bağdaşıyor mu peki?
Hayır. Şu anda AK Parti hükümetinin ve etkili konumda olan herkesin ciddi anlamda eleştiriye ihtiyacı var. Zaten eleştiriye herkesin ihtiyacı vardır ve eleştiri herkesi geliştirir. Eğer tarafını tuttuğunuz kesimi eleştirmezseniz, aslında ona iyilik yapmış olmazsınız. Aksine ona zarar verirsiniz, onun daha fazla yanlış yapmasına katkıda bulunursunuz. Ama bu, kolay algılanmıyor.
Türkiye’de dindar Müslümanların çifte standardı mı var?
Zaafları var! “Dindar Müslüman” diye tabir edilen bu kesim, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki baskıların ardından gelen görece özgürlük ortamında, abartılı bir şekilde sağcı, devletçi ve milliyetçi bir kimlik kirliliğine uğradı. İşte bu anlayış, bu kesimde insanların düşüncelerini ve pratiklerini belirliyor. İnsanlara bir tutarsızlık getiriyor.
Müslümanlıkta çifte standart olur mu? Çifte standart dinle bağdaşır mı?
Hayır bağdaşmaz. Müslümanlar açısından tek bir ölçü olması gerekir. O ölçü de adalet ölçüsüdür! Kuran-ı Kerim’de Rabbimizin, Müslümanlara adil olmayı emreden pek çok ayeti var. Hatta düşman olduğunuz kesimle dahi ilişkilerinizde adaletsizlik yapmayın diye emri var. Yani siz, savaştığınız unsurlara dahi adaletsizlik yapamazsınız. Belirlenmiş kurallar çerçevesinde adil davranmak zorundasınız. Kuran-ı Kerim bunu emreder. Ama Müslümanların, Kuran’la ve İslami kimlikle net bir irtibat konusunda eksiklikleri bulunuyor. Sahip olunan kimlik, net olarak Kuranî bir İslam anlayışından beslenmekten ziyade geleneksel algılardan besleniyor. Kuran’a bağlı kalınmayınca da İslam anlayışı bozuluyor. Bir toplumsal dindarlık sözkonusu Türkiye’de.
Anlamadım...
Şöyle anlatayım... Sahip olunan geleneksel anlayışta çok köklü bir devlet kutsaması var. “Devlet-i ebed müddet” diyen ve devleti sonsuza kadar korunması gereken bir varlık olarak gören bu devlet kutsaması, Osmanlı’dan, hatta daha da öncesinden geliyor. Ama İslam böyle bir şeye izin vermez.
İslam neye izin vermez?
İslam, adalet temelinde oluşmayan bir ortamı asla meşru görmez. Çünkü insanlar, adalet yerine devleti kutsadıkları zaman devletin yaptığı zulümleri, haksızlıkları ve adaletsizliği algılamada zorluk çekiyorlar. Mesela F tipi cezaevleri konusu... Tecrit bir insanlık suçudur. Ama biz İslami camiada bu konunun algılanmasında başarılı olamadık. Bunun iki nedeni var. Bir, İslam çok dar anlaşılıyor. İslam’ın adil olma emri anlaşılamıyor. İki, “geleneksel devletçi- muhafazakâr- sağcı” anlayış, hak ve adalet temelinde değil de kutuplaşma temelinde davranıyor. Mağdur olan kesimin kim olduğuna bakıyor.
Türk Müslümanlar, öldürülenler Kürt olduğu için mi susuyorlar?
Hayır. Şükrediyorum ki İslami camia açısından Türk-Kürt diye henüz çok net bir ayırım yok. Ama şu var. Kürt sorununun PKK ile özdeşleştiği yerlerde bir geri çekilme sözkonusu. Eğer PKK ile TSK arasında yaşanan çatışmada, hak ihlaline maruz kalan PKK’lıysa, insanların bu hak ihlalini algılamalarında zorluk çıkıyor. İnsanlar, çatışma süreçlerindeki bu hak ihlallerini dile getirmiyorlar. Yani duyarlılık Kürt oldukları için değil, PKK’lı oldukları için azalıyor. Ama Uludere böyle bir olay değil. Herkes orada öldürülenlerin geçimlerini sağlamak isteyen normal insanlar olduğunu biliyor. Ayrıca şunu da görmek gerek. Başta Başbakan olmak üzere hükümet kadrolarının İslami camia üzerinde ciddi inandırıcılığı var. “Sizin bilmediğiniz şeyler var” dediklerinde, insanlar “evet, bizim bilmediğimiz şeyler vardır” diyor.
Bilmediğimiz bütün bilgileri önümüze serseler de, Uludere’de kesin olarak bildiğimiz bir şey var, o da, 34 insan devlet tarafından katledildi orada. Bu katliamı bilmeleri yetmiyor mu dindar Müslümanların?
Anlıyorum... Evet...
Başbakan ve İçişleri Bakanı, Uludere’deki kurbanlar için saygısız bir dil kullandılar. “Ölülerinizi hayırla yâd edin” anlayışı artık Türkiye’nin dindarları için geçerli değil mi?
Dindar insanların olduğu herhangi bir ortamda oturursanız, Başbakan’ın ve özellikle de İçişleri Bakanı’nın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tutumun kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama onlarla gazeteci olarak konuşursanız, size kimse bu açıklıkta konuşmaz. Uludere olayı olduğunda herkesin zihninde ilk canlanan şey, tek parti döneminde 33 köylünün kaçakçılık suçlamasıyla kurşuna dizildiği Muğlalı olayı oldu. Olay duyulduğu anda Özgür-Der, Mazlumder ve bölgedeki bazı İslami vakıf ve dernekler, Uludere’yi katliam olarak lanetledik ve hemen Uludere’ye gittik, rapor hazırladık. “Sorumlular yargı önüne çıkarılmazsa, bundan hükümet sorumlu ve suçlu olacak” dedik. Aradan aylar geçti, sorumlulardan hesap sorulacak diye hâlâ bekleniyor.
Uludere konusunda genelde İslami camia ne düşünüyor?
Hükümetin tavrının çok yanlış oluğunu, sürecin çok yanlış götürüldüğünü herkes kabul ediyor. Ama bu eleştirileri, hükümeti harekete geçirici bir şekilde açık açık yapmak yerine, kendi iç sesiyle yapıyor. Yüksek sesle söylemiyor.
Sizce neden Başbakan yapması gerekeni yapmadı? Neden sorumluları bulmak için acele etmedi? Neden ölenler için daha saygılı bir ifade kullanmadı?
İlk günden beri, bazı iddialar vardı. Hükümetin tuzağa düşürüldüğü ve hükümetin, bunu gurur meselesi yaptığı için olayı bir anlamda örttüğü iddiaları vardı. Muhtemelen hükümet, bu olayın zamanla unutulup kapanacağı, gündemden düşeceği zannına kapıldı. Oysa kamuoyunun buna izin vermeyeceği çok açıktı. İlk düğme yanlış iliklenince, gömleğin bütün düğmeleri de yanlış iliklendi işte! Orada görev yapan subayların beş ayda sadece kaçakçılığa göz yumma suçlamasıyla haklarında soruşturma açılmış olması insanların şüphelerini çok arttırıyor.
Başbakan Erdoğan’ın, Uludere faciasının hemen arkasından Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etmesi, sizde nasıl bir duygu yarattı?
Meclis konuşmasında teşekkür cümlesini duymak tabii şok ediciydi. Sorumluların ortaya çıkarılması talebinin yükseldiği bir ortamda, sorumlu olması ve hesap vermesi gereken bir kuruma bu teşekkürün yapılması olayı örtme çabası olarak algılandı kamuoyunda. Aslında biz şunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Eğer bu olay hükümete kurulan bir tuzaksa, tuzağı kuranların bu işi sürdüreceği belli. Hükümet, kim tuzağı kurduysa bunu açığa çıkarmalı. Eğer hükümet tuzağa düştüyse, tuzağa düştüğünü açıklamalı ve bu işten kurtulmalı. Bunu yapmayıp, olayı sürdürmek, tuzağı kuranın oyununa gelmek oluyor. Nitekim şu anda tuzağı kuran başarılı oldu!
Dindarlığı bu kadar öne çıkaran bir hükümet ve Başbakan neden böyle yaptı?
Bu hükümet döneminde geçmişteki cinayetlerle ilgili ciddi şekilde hesap sorulurken... Artık bu ülkede faili meçhul yaşanmazken... Hatta 2009’da teslim olan iki PKK’lının infaz edilmesinden sorumlu olan Van Garnizon Komutanı bile daha yeni tutuklanmışken... Uludere’de 34 insanın göz göre göre faili meçhule kurban gitmesini anlamak çok güç! Tebrik edilmesi gereken şeyler yapan hükümetin, Uludere’de ortaya koyduğu zaaflı hâli açıklamak gerçekten çok zor! Herhalde hükümet, YAŞ’la birlikte ilk kez kendisine daha yakın ve daha uyumlu çalışabileceği bir askerî kadronun oluştuğunu düşünüyor. Askeri ve MİT’i korumak için de zikzak çiziyor ve tutarsız davranıyor. Ama sonuçta bu, hesap vermesi gerekenleri rahatlatan bir tutum oluyor. Nitekim Genelkurmay, Uludere Meclis Araştırma Komisyonu’na içi boş bir dosya gönderdi. Genelkurmay, kısmen bunu hükümetten aldığı cesaretle yaptı ve yapıyor.
Türk Müslümanlara dönersek... Türk Müslümanlar, milliyetçi reflekslerle mi hareket ediyorlar?
Aslında Türkiye’deki temel çatışma, “milliyetçilik ve ulusalcılık” ile “İslamcı kimlik ve ümmet” arasındadır. Ama İslami kimlik, Cumhuriyet döneminde o kadar ezildi ki, milliyetçilik bu toplumun genel kimliği oldu. Dindar kesimler önce reddettikleri milliyetçiliği, bir müddet sonra kısmen yumuşatarak belli semboller üzerinden benimsediler. Nitekim bugün ortalama dindar bir insan kendisini çok rahatlıkla Türk milliyetçisi olarak tanımlayabiliyor. Bizim İslam anlayışımız açısından bu, Türkiye’deki en temel sorundur. En temel kimlik yarılmasıdır.
Yani Türk Müslümanlar milliyetçi mi?
Genel olarak evet. Yaygın bir vaka bu.
Müslümanlık ve milliyetçilik birarada olabilir mi?
Olamaz, olmamalı.
Türkiye’de Müslüman dindarlar milliyetçilikten kurtulabilir mi peki?
Kurtulmaları çok zor. Ama biz kurtulduk. Dolayısıyla kurtulabilenlerin olabileceğini düşünüyorum. Bu toplumda milliyetçilik, çok derinlere işlemiş, çok güçlü bir damar. Ayrıca devletle PKK çatışmasının yaşandığı 1980’lerden itibaren bu işe kan da bulaştı. Aslında sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Batıda, Mersin’de, Trabzon’da yaşayan insanlar, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Uludere olayında ne hissedildiğini anlayamıyorlar. Doğudakiler de onların ne hissettiğini hissedemiyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın Uludere’den sonraki açıklamalarını, milliyetçiliğe mi yoksa Müslümanlığa mı daha uygun görüyorsunuz?
Sürekli zikzaklar çiziliyor ve Uludere konusunda tabii ki kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. İslami açıdan bunun savunulabilir bir yanı yok. Ama Erdoğan’ın ve AK Parti’nin, Kürt sorununu, milliyetçi damarı güçlü olan kesimlere benimsettiklerini de unutmamak lazım.
Uludere gibi bir facia karşısında susanlar için Müslümanlığın yaklaşımı nedir? Din açısından nerede görülür böyle susanlar?
Bizim açımızdan ölçü bellidir. Hazreti Peygamber’in bu konuda çok net bir sözü var. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurur. Ortada bir haksızlık ve adaletsizlik varsa ki Uludere’de çok net bir durum bu , bunun karşısında susmak, Müslüman kimliğini ciddi anlamda yaralar, zedeler. Müslüman’ım diyenlerin bu konuda koyacakları tek bir tavır var. O da bu olayı reddetmek, mahkûm etmek! Dolaylı yollarla da olsa Uludere’yi mazur göstermeye dönük söylemler, İslami kimlikle taban tabana çelişir. Kasıt var ya da yok. Uludere’de bir katliam yaşandı. Aşkale’de beş TEDAŞ işçisi sele kapılıp boğuldu. İşletme müdürü tutuklandı. Esenyurt’da işçiler çadırda yandı. 20’ye yakın kişi tutuklandı. Olması gereken budur ama Uludere’de bunlar yaşanmıyor. Ölenler geri gelmeyecek ama bu insanların değersiz görülmediği kamuoyuna kanıtlanmalı.
Ahmet Altan, “Hazreti Muhammed yaşasaydı Uludere faciasında tavrı ne olurdu. Susar mıydı” diye sordu. Hazreti Peygamber ne yapardı, susar mıydı Uludere konusunda?
Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.
Hazreti Muhammed’in susmayacağını, bugün susan Müslümanlar bilmiyor mu?
Bugün sahip olunan İslami kimlik, temel anlamıyla Kuran’a ve Hz. Peygamber’in örnekliğine dayanmaktan ziyade geleneksel bir dindarlık olduğu için bu tür çelişkiler, tutarsızlıklar ortaya çıkıyor. Çünkü net bir Kuran anlayışı sözkonusu değil.
Geleneksel Müslümanlıkla Kuran Müslümanlığı çatışıyor mu?
Evet, çok temel bir çatışma bu. Geleneksel Müslümanlık, devleti kutsuyor. Devlet zarar görmesin mantığıyla davranıyor. Ermeni tehcirinden tutun köy yakmalara, faili meçhullere kadar pek çok konuda devleti koruma refleksiyle sessiz kalıyor ve hatta daha da ötesi bunları meşrulaştırma gibi tutumlara da giriyor.
Peygamberin yolundan ayrılmış olmak onları hiç rahatsız etmiyor mu?
Bin küsur yıldır devam eden bir devleti kutsama anlayışı ve saltanat geleneği var burada. Osmanlı’da devleti koruma mantığıyla kundaktaki bebekleri öldürme vakası var. Bir Müslüman’a “bir çocuğu öldürmek meşru mudur?” deseniz “hayır; bu kesinlikle gayrı meşru” der. “Ama sultanlar bunu devlet geleneği olarak yaptı” dediğinizde, bu davranışı ya reddederler ya da açıklama eğilimine girerler. Geleneksel Müslümanlıkta içselleştirilmiş yanlışlar vardır. Bu yanlışların en temel dayanaklarından biri de devleti kutsayan anlayıştır ve milliyetçiliktir.
İktidarın son zamanlardaki milliyetçi tutumundan rahatsız mısınız?
Hükümetin, Kürt sorununu savaşarak, PKK’yı ezerek bitirme söyleminin toplumda karşılık bulmasını bir tehlike olarak görüyoruz biz. Hükümetin bu söylemi öne çıkarmasından rahatsızız. Bu sorunu daha fazla kan dökerek çözmenin mümkün olmadığını aklı başında herkes görmeli ve kabul etmeli. Ama hükümeti tek taraflı suçlamak da yanlış. Son dönemde çatışmadan yana bir dilin öne çıkmasında PKK’nın rolü büyük oldu. PKK, hem provokatif çatışmayı tırmandırıyor hem de toplumda korkutucu bir baskı unsuruna dönüşüyor.
Müslüman Kürt hareketinin PKK’ya karşı tekrar güçlendiği ve çatışmaların başladığı söyleniyor. Doğru mu?
Bu çatışmalar, şu anda çok yaygın olmasa da kötü işaretler. Hem bölgede yaşayan dindar insanların genelini hem de İslami çaba içinde olan kesimleri çok tedirgin ediyor. PKK, alan hâkimiyetini ilan ettiği Hakkâri, Yüksekova gibi yerlerde kendisi dışında hiçbir kuruluşa izin vermiyor. 80’li ve 90’lı yıllarda devlet kadrolarının oluşturduğu korku atmosferi, aynı yoğunlukta olmasa da şimdi tersine dönmüş durumda. Şimdi PKK tarafından korku yayılıyor. Mesela şu anda Hakkâri modeli diye bir model var.
Nedir o?
Burada PKK’nın izin vermediği hiçbir kuruluş, dernek ya da kitapevi faaliyet yürütemiyor. AK Parti’nin Hakkâri il binasını görseniz... Kum torbalarıyla korunuyor. Bölgede yaşayan ve İslami çaba yürüten kesimler, PKK’nın dayatmaları karşısında bir sıkışmışlık içindeler. Geçen sene Mustazafder, Yüksekova’da dört kez saldırıya uğradı. Son saldırıda başkan yardımcısı öldürüldü. Arkasından binası yakıldı ve dernek orayı terk etti. Benzeri olaylar Adana’da, Diyarbakır’da da yaşandı ve PKK’ya karşılık verilmedi. Bölgede çok gergin bir ortam var. Eğer PKK “ben bedel ödedim ve Kürtleri ben yönetirim” anlayışını yaygınlaştırırsa, bölgede kaçınılmaz olarak çatışma ortamına girilir.
Peki, Uludere’den sonra bölgede tam olarak ne yaşandı?
Başbakan’ın kibirli ve net ifadelerle olayı reddetmesi, ister istemez akla şunu getirdi. İnsanlar, geçmişte Kürt sorunu nasıl ortaya çıktı diye sordular ve tabii şu cevabı verdiler. Bu ülkede Kürt sorunu, Kürt kimliğinin inkâr edilmesiyle ortaya çıktı. Aslında son yıllarda devletin bu inkâr politikası çok azalmıştı ve sürecin tam daha olumlu bir evreye gitmesi bekleniyordu ki, Uludere olayıyla inkârcı söylem tekrar ruh kazandı. Hükümetin Uludere’deki tutumu, Kürt sorununun çözülemeyeceğine dair inancı besledi. Kısacası, Kürt sorununun çözülebileceğine olan inanç bölgede çok azaldı.
neseduzel@gmail.com
TARAF
HABERE YORUM KAT
Bütün sorunlar Kur'an'da Allah'ın inanırları için koyduğu "Müslüman" zamirinin önüne koyduğumuz sıfatlarla başladı. Zihinlerimizden bu sıfatları çıkardığımızda sadece "vicdan" ve "adalet" diyen Müslümanlığın gür sesini duyabiliyoruz. Aksi durumda öndeki sıfat neyi içeriyorsa Müslümanlığı da o kadar olabiliyor. Zalime ve mazluma karşı sıfatlarla değil bu zamirle tavır alabilen Rıdvan Kaya'yı tebrik ediyorum. Duruşunuz daim olsun.
Yanıtla (0) (0)Türk-Müslüman, Kürt Müslüman meselesiyle ilgili olarak açıkladığım ve o şekilde gelişmediğini belirttiğim bir hususta aynı sorulara muhatap olmak hiç güzel bir şey değil. Burada açıkçası iyi niyet görmüyorum. Amaç uyarmaksa bu biçimde bir uyarıyı hak ettiğimizi de düşünmüyorum. Yorum yazan arkadaş böyle bir soruya cevap bile verilmemesi gerektiğini söylüyor. Şunu söylerse anlarım, İslami çizgi haricinde hiçbir yayın organıyla konuşmayalım, daha ötesi kendi dışımızdaki hiç kimseyle muhatap olmayalım! Bu tutumu öneriyorsanız anlarım ama uygulanabilir ve de anlamlı bir öneri olarak bulmam.
Yanıtla (0) (0)Bölgede İslami cemaatlerin PKK baskısı altında olduğuna dair sözlerimden dolayı beni tövbeye davet eden arkadaşa ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece insaf diyorum, Rabbimizin Müslümanları kardeş kıldığını hatırlatıyorum.
Roboski-Uludere meselesine gelince, sonuçta bu röportaj İstanbul’da basılan ve Türkçe bir yayın organında yayınlanıyor. Aslı gözden kaçırıp, detaya takılırsak arzu ettiğimiz sonuca ulaşmamız pek kolay olmaz. Biz her zeminde yer isimlerinin değiştirilmesinin TC’nin zulümlrinden biri olduğunu ifade etmiş bir topluluğuz. Bu konuda tavrımız bellidir. Ayrıca birilerini bir şeylere ikna etme ihtiyacı hissetmiyoruz.
Türk müslümanlar tabirinin ısrarla kullnılması ve buna cevap verilmiş olması son derece üzüntü verici bir hadise... Rıdvan Kaya abi her nekadar açıklama yapmışsada bu soruya cevap verilmiş olması başlı başına bir facia diye düşünüyorum.
Yanıtla (0) (0)Müslümanlar nezaman liberallerin etkisinden çıkacak çok merak ediyorum???
Taraf gazetesi türklük, kürtlük, lazlık, çerkezlik gibi farklılıklardan birer kimlik çıkarmada başarılı oldu bugün ikinci hedef Türk Müslümanlar ve Kürt Müslümanlar herhalde yarın Arap ve Laz müslümanlar da çıkar...
F. gülen Türk Müslümanlığı tabirini kullandığı demler karşı çıkan abiler(haklı olarak) bugün o sorulara muhatap oluyor ve cevaplar veriyorlar
İsimlendirme üzerinden ilkeli duruş sergileme görüntüsü vermeye kalkan arkadaşa sormak isterim. Acaba bir yere giderken, gelirken, örneğin Diyarbakırlıysan üçak ya da otobüs şirketinden Amed'e ya da Amed'den diye mi bilet alıyorsun? Tunceli'de bir kuruma yazı yazarken Dersim diye mi başlıyorsun?
Yanıtla (0) (0)Bu garip eleştiri ne böyle?
Başka sorular da da soracaktım, ama senin niyetin belli, kalsın!
rıdvan beyin yorumlarını dıkkatle ınceledıgımızde konu kürt olunca cephe almanın ne kadar kolay oldugunu goruruyoruz. basbakanın roboskı katlıamı ıcın sızın bılmedıgınız seyler var cumlesınde bıle ona hak verme durumuna gelebılıyor.ayrıca kürt bölgesınde adını ıslamı cemaat koyan bazı gruplara zulum yapıldıgını bıle savunuyor. bu konuda özelestırı yapması ıslamı adalet acısından daha hayırlı olur. allah adını kullanıp ınsan öldurmek benım ınandıgım dın ıle alakası olmması gerek. bunun yanında ıslamın onunde türk kelımsının olması bence kardes ınsanlar sıfatına layık olmayan ve de dınde olmayan bır kavram. rıdavan bey ve cevresının sorunlara bıraz daha objektıf olalarını beklerım. muslumanların bazı olaylara sessız kalması nedenıyle katlıamlar oluyor unutmamak lazım, cunku su an bastakıler dın anlayısları ıle övunuyorlar unutmamak lazım..
Yanıtla (0) (0)Erdoğan Roboskiye Uludere dediği için mi siz de bu ismi kullanıyorsunuz. merak ettim. aslında daha çok şeyi merak ediyorum. ama kalsın
Yanıtla (0) (0)Burada hepimizin köken olarak sağcı-devletçi bir gelenekten geldiğimizi, dolayısıyla bu sürecin zorlu olmakla birlikte mümkün olduğunu, nitekim bizler bizzat bu süreçten geçmiş insanlar olarak başka türlü bir değerlendirme yapmamızın mantıksız olduğunu anlattım. Ama Neşe Hanım, bu sözlerimi yukarıdaki şekilde özetlediğini düşünmüş. Doğal olarak ortaya biraz müstağnice ve hakkaniyetten uzak bir görüntü çıkmış.
Yanıtla (0) (0)Bir kardeşimiz “biz”in röportajda tam oturmadığını ifade etmiş. Haklı! Burası elbette kolay çözemeyeceğimiz, ciddi bir sıkıntı kaynağı. Kendimizi -en geniş manasıyla- Müslümanlardan ayırmak istemiyoruz ama Müslümanların kimliğine, geleneğine bulaşmış zaaflarla aramıza mesafe koymak zorunda olduğumuz da kesin. Bu hassasiyet bahsettiğiniz türden zorluklara yol açıyor.
Bu vesileyle şunu da vurgulamak isterim ki, bu röportajda da benzeri başka ortamlarda da ister bizimle birlikte hareket etsin, ister uzağımızda olsun, Müslümanlardanım diyen hiç kimseyi, dışarıdan birilerinin aşağılamasına, doğrudan saldırı yöneltmesine aracı olmamak kaygısıyla hareket etmek bizim için temel şiarlardan biri olmuştur.
Rabbim ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın, bizleri kardeşane ikazlardan, uyarılardan ders çıkaranlardan eylesin!
Öncelikle röportajda dile getirilen düşünceler hakkında kanaatlerini belirten kardeşlere teşekkür ederim. Eğer dilimiz döndüğünce olumlu bir şeyler söyleyebilmişsek ve söylüyorsak bu Müslümanlarla bir arada olmamızın bize kattıkları cümlesindendir.
Yanıtla (0) (0)Röportajın yapılması kararını kolay vermediğimi belirtmeliyim. Doğal olarak dışımızdaki bir yayın organında kritik bir konunun arzu etmediğimiz istikametlerde yansıtılması ya da yorumlanması endişesini taşıdım. Fakat bir biçimde bu konu hakkında birilerine sorulacak ve bir şeyler söylenecekti, o zaman sorumluluğu biz üstlenelim diye düşündüm.
Röportajda geçen ifadeler bütünüyle benim ağzımdan çıkan sözler. Neşe Hanım hiçbir ekleme yapmamış. Ama çokça çıkartma var elbette. Bu da doğal çünkü röportajı yapan kısaltma da yapabilir. Aksi takdirde o röportaj şu anki halinin birkaç katı tutabilirdi.
Yalnız şunu belirteyim ki, kısaltma söz konusu olduğunda sizin önem verdiğiniz vurgular ile röportajı yapanın önem verdikleri bazen örtüşmüyor. Sizin ısrarla üzerinde durduğunuz vurgular kaybolabiliyor. Aynı şekilde kavramsal açıdan yaptığınız düzeltmeler ya da düzeltme çabaları röportaja yansımayabiliyor.
Örneğin röportajda yer aldığı şekliyle
“…Yani Türk Müslümanlar milliyetçi mi?
Genel olarak evet. Yaygın bir vaka bu...” ,
şeklinde bir cevap vermem söz konusu olabilir mi? Her zaman Türk Müslüman-Kürt Müslüman kavramsallaştırmalarına karşı çıkmış olan bizler bu tür bir ifadeyi düzeltmeden kullanmayız ama röportaj sırasında uzunca anlatılanı gazeteci bu şekilde özetlerse de buna yapacak bir şeyiniz olmaz.
Ya da şu soruya hiç böyle cevap verir miyiz?
“…Türkiye’de Müslüman dindarlar milliyetçilikten kurtulabilir mi peki?
Kurtulmaları çok zor. Ama biz kurtulduk…”
Neşe Düzel hanımefedinin Rıdvan abiyi müslümanları incitmesi yönünde kışkırtıcı sorularını da atlamamak gerekiyor. "Bu islamla bağdaşır mı?" gibi soruları başörtüsü yasakçılarının "Kur'an'da başörtüsü yok" demelerine benzettim bir an. Bu duyarsızlık durumu elbette İslam'la bağdaşmaz. Benimsemediği bir ideoloji veya fikrin temel dayanaklarını bir anlığına kabul edip güya karşı tarafı kendi tutarsızlığıyla vurmak hiç de hoş bir tarz değil. Neşe Düzel'in veya Taraf gazetesinin bu sorularında içten içe, gizliden müslümanlardan bir hesap sorma girişimi de gözlerden kaçmamalı. Rıdvan abiye de duygularımıza tercüman olduğu için teşekkür ediyoruz.
Yanıtla (0) (0)Taraf gazetesi müslümanların uğradığı hak ihlalleri ve hukuksuzluklara çok değinen bir gazete değil. Durup dururken neden Uludere ile ilgili Rıdvan abi ile röportaj yaptıkları sorusu akıllara gelmiyor değil. Fakat biri bizim fikrimizi, duruşumuzu sorduğunda da bize net bir duruş sergileyerek bunu net bir ifadeyle açıklamak düşer.
Yanıtla (0) (0)Röportajın en başında kullandıkları "Neden Rıdvan Kaya" başlığına ithafen bizler de "Neden Uludere?" diye sormadan edemiyoruz elbette. Birçok sorun yaşadık yakın geçmişte. Ve bunlarla ilgili Müslüman şahsiyetlerin fikirlerine, hareketlerine Taraf gazetesi şu ana kadar ciddi bir biçimde başvurmuş değil. Buradan şunu çıkarabilir miyiz? Başbakan'ı Uludere konusunda ikna edemeyen duyarlı kamuoyu ve Taraf, Tayyip Erdoğan'a "yakınlığı" olduğunu düşündükleri islami çevreler aracılığıyla da şansını denemek istiyor. "Bakın islami STK'lar da bizim gibi düşünüyor." Bu güzel bir çaba elbette. Ortada bütün çıplaklığıyla, hukuksuzluğuyla duran Uludere faciasının peşini bırakmamak, sorumluların bir an önce bulunmasını istemek tüm müslümanların olduğu gibi vicdanı olan herkesin görevidir. Rıdvan abinin cevaplarında derin analizler, üzerinde ciddi bir biçimde durulması gereken durumlar mevcut. Bunu biz müslümanlar da bir çağrı olarak kabul edip sahip olduğumuz zaaflı düşüncelerden kendimizi arındırmamız gerekiyor. Bu röportaj metnini sadece Taraf'a verilmiş bir röportaj olarak düşünmememiz gerekiyor.
Hakan Çakıcı bey Rıdvan abinin "biz" ifadelerinden biraz alınmış görünüyor. Röportajda geçen "biz" ifadelerine şöyle bakmak gerekir. Devleti kutsayan, hükümetin Uludere konusundaki tavrını olumlu bulan, Kürt olduğu için yaşadığı mahrumiyetleri görmezden gelen kişi veya kuruluşlardan Özgür-Der'i ayırmak için kullanılan bir ifade. Kaldı ki röportajın tanıtım metnini Rıdvan abinin yazdığını düşünmüyorsunuz herhalde.
Rıdvan ağabeyin söyledikleri oldukça önemli. Neşe Düzel'in "Türk Müslüman" ısrarı ile oldukça garip olmuş.
Yanıtla (0) (0)Bu ropörtajla ilgili bence gözden kaçan en temel ifadelerden birisi de "Hakkari Modeli"dir.
Rıdvan Kaya'nın dile getirdiği ve Kürdistan da yaşayan Müslümanlara açık bir şekilde dayatılan bu model daha yüksek sesle tartışılmayı hak ediyor.
Sevgili Rıdvan Abi;
Yanıtla (0) (0)Yazının içinde müslüman kesim adına konuşan bir üslubunuz var. Ancak sorunlara geldiğinde sıra "biz" diye konuya girip o camiadan grubunuzu/hizbinizi ayrı görüyorsunuz.
Garip bir dil çıkıyor ortaya.
Onlardanız ama aslında onlardan değiliz. Onların yanındayız ama aslında onlar burda değil. Gibi bir şey.
Sonuç her eleştiriye "biz" le başlayan bir cümle ile karşılık verme mecburiyeti. Ne de çok bizli cümle.
Garip bir şekilde "biz"in fikirlerinin müslüman camiada yeterince yankılanmadığının serzenişi var cümleler arasında. Sevgili Rıdvan abi "Biz" den olmayanlar neden bizi dinlesinler diye düşünmeden edemedim.
Ve röportajdaki cevaplarınızın altına tereddütsüz imza atarken. "Biz"im dilimizin müslüman camianın dilinden koptuğu, müslüman camiada anlaşılmaz olduğu fikrine de katılıyorum.
Rıdvan abi "mahalle"mize dair söylenmesi gerekenleri söylemiş. Fakat röportajın girişinde Müslüman camia 2 ye bölündüyle başlaşıp sunum dindar müslümanlarla kategorileştirilip devam edilmiş. Neşe Düzel'in kavramlaştırmasıyla sunulmasından kaynaknaklandığını düşündüğüm "Türk Müslümanlar" terkibine de bir itirazla Türkiyeli Müslümanlar olabilirdi. İnce bir nüans olsada Neşe Düzel ve okurlar bu ayrımı anlamış olurdu.
Yanıtla (0) (0)Umarız bundan sonraki günlerimizde değerlerimizi,şahsiyetlerimizi ve emeklerimizi ulusal basının gündemlerine parelel olarak anlamış olmayalım.Her bir müslüman şahsiyetin ve salih amellerinin,basiretlerinin bizim için neyi ifade ettiğini anlamanın en fazla idrak etmemiz gereken bir süreci yaşıyoruz.Temennimiz cedelci ve hizipçi tarzlarımızla bedellerle şekillenen öncü şahsiyetlerimizi yıpratmış olmayız.Birbirlerimizin basiret ve ferasetleriyle,irade ve dirayetleriyle besleniriz.samimiyet ve ihlas ne kadar güzel bir şey,tutarlılık ve gözü karalılık ne kadar büyük bir sermaye... Herkes payına ne düşüyorsa onu çıkarsın.
Yanıtla (0) (0)Rıdvan Kaya'nın tevhidi duruşundan hiç şüphe yok,ama söyleşi genel hatlarıyla Tarafın yayın politikasına uygun gelişmiş.Yani Uludere üzerinden bol bol hükümet tenkidi yapılmış.
Yanıtla (0) (0)Baksanıza mezkur ropörtaj Hürriyet yazarı A.Hakan'ın bile ne kadar hoşuna gitmiş...
ji boy zalime xunxara bijî cehennem... Wextak Musluman Şahîtîya Dadî bikin denge erd û ezman derikeve û dibeje Allahu Ekber... Em diposun Müslümanên brayemen ê Türk denge xu bidin derve u denge xu blind kin...
Yanıtla (0) (0)Post-Kemalist otoriterlik ve dindarlar
Yanıtla (0) (0)05 Haziran 2012 İHSAN DAĞI ZAMAN MAKALESİNDEN
“Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya dün Taraf'ta Neşe Düzel'e konuşmuş. Hem Türkiye dindarlarına ilişkin çok önemli bir özeleştiri içeren hem de 'İslami bir duruş' örneği veren bu röportajı tekrar tekrar okumalıyız... Ve umutlanmalıyız; bu ülkenin özgürlük ve adalet davasının saflarında dindarlar da var.
Bakın neler diyor Rıdvan Kaya; "Bizim açımızdan ölçü bellidir. Hazreti Peygamber'in bu konuda çok net bir sözü var. 'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır' buyurur. Ortada bir haksızlık ve adaletsizlik varsa ki Uludere'de çok net bir durum bu, bunun karşısında susmak, Müslüman kimliğini ciddi anlamda yaralar, zedeler. Müslüman'ım diyenlerin bu konuda koyacakları tek bir tavır var. O da bu olayı reddetmek, mahkûm etmek! Dolaylı yollarla da olsa Uludere'yi mazur göstermeye dönük söylemler, İslami kimlikle taban tabana çelişir. Kasıt var ya da yok. Uludere'de bir katliam yaşandı... Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabb'imiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor... Hz. Peygamber, 'En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir.' diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere'deki suskunluğu eleştirmeliyiz.......”
Sağlam tahlil, doğru yerde duruş, makul çözüm.
Yanıtla (0) (0)Sorumluluk sahibi, sağlam sosyolojik tahlillere dayalı ve doğrudan problemlerin merkezine işaret ederken diğer yandan anlık zulme karşı çıkmanın, mazluma taraf olmanın örnekliği olmuş.
Suskunların, gereksiz konuşmaların ve anlamsız/karşılıksız tepkilere karşı elnin taşın altına koyan bir örneklik.
Rıdvan abi'ye teşekkürler.
rıdvan abiye teşekkürler.medyanın anladığı şekilde düşünen tek tip muhafazakar dindarların olmadığını ,tüm türkiyeye haykırdığı için.ezber bozan bir söyleşi.
Yanıtla (0) (0)Rıdvan abinin yüreğine, diline saglık. İnşallah muhafazakar sağcı milliyetçi devletçi hatta yeni nesil hükümetçi müslümanlar kendi camialarından çıkan bu ve benzeri yazıları okuyup kendilerine gelirler. Ve yine inşallah bunu hakkı ve Sabrı tavsiye eden bir yazı olarak algılarlar.
Yanıtla (0) (0)Rıdvan başkan teşekkürler, kültür İslam’ıyla yoğunlaşmış bir din anlayışıyla İslam kültürünün anlaşılması için mücadele eden, edebilenin dünyanın neresinde olursa olsun kullanacağı dil budur. Bunun Kürt olmakla Türk olmakla veya Arap olmakla bir alakası yoktur. Allah’ın yeryüzündeki tek kutsal olan insanın kutsallığının pazara çıkarıldığı hatta klasikleştirildiği günümüz cemaat-tarikat anlayışından çıkabilirsek kur-an'ın belirlediği alana göre davranmak hakkı ortaya çıkaracaktır. Müslümanlar olarak gündemi belirlemek zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Eğer gündemi başkaları belirlerse bizler sadece onların belirledikleriyle uğraşır ve insanı unuturuz. Bu insanın sadece Müslüman olması gerekmiyor, “insan “olması ilgilenmek için yeterlidir. Peygamber(sav)’in bu gün aramızda bedeni olarak olmaması peygamberin hayata müdahil olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bir Müslüman peygamberi içerideki akıl olarak içselleştirir rotasını ona göre çizer. Aklı ise dışarıdaki peygamber olarak görüp hakkı söylemesi gerektiği yerde söyler çekinmez. Söyleşide Rıdvan hocanın da dediği gibi “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” peygamberi söylemin bizim aklımızı yönlendirmek, aklımıza göre davranmamız gerektiğini açıklamak, hakkın-adaletin ve vicdanın galip gelmesi için yeterlidir.
Yanıtla (0) (0)Rıdvan abi içimizi soğuttun, teşekkür ederim.
Yanıtla (0) (0)Not: Tarafa vermeyecektik ropörtajı de sağcı muhafazakar akit-yenişafak ya da zamana mı verecektik...
Rıdvan abinin gazeteci hanımın sorularına verdiği cevaplar,tevhidi kur'ani söyleme sahip bir müslümanın,konuşulan konularla alakalı duruşunun ve tavrının nasıl olmasını göstermesi açısından çok önemlidir.Bu önemli röportojdan dolayı taraf gazetesine ve Rıdvan abiye teşekkür ederim.
Yanıtla (0) (0)yapılan röportajda belirtilenler Uludere'ye bakışımızı belirtmesi açısından önemli. ayrıca neden Taraf'a konuşmuş diyecekler de olacaktır. ancak bunları dikkate almamak gerekir. Müslüman bakış açısını ortaya koyması nedeni ile Sayın Rıdvan Kaya'nın her sözüne katılıyorum. Allah istikametimzi doğru ve sabit kılsın.
Yanıtla (0) (0)