Rıdvan Kaya İle Suriye'deki Gelişmeler Üzerine…
Kurban Bayramında Suriye’ye giden Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, izlenimlerini aktardı.
Suriye’de oluk oluk kan akmaya devam ediyor. Dayandığı Baas ideolojisi ve teşkilatlandırdığı milis güçleriyle stratejik hesaplar derdine düşen ulus devletler ve küresel güç odaklarının sessiz bakışları altında Esed Suriye'yi kan gölüne çevirdi. İsrail'in işgali altında bulunan Golan Tepeleri'ni geri alabilmek için bir tek mermi bile harcamayan Esed, akan kandan sömürge ve ulusal çıkar devşirme hayalleri peşinde koşan devletlerin gizli-açık desteğiyle Suriye’nin bir çok kentinde yeni “Hama Katliâm”larına imza attı.
Ağır bombardıman altında kalan Suriye halkından 10 binlercesi katledilirken, 100 binlercesi ise göç etmek zorunda bırakıldı. Elindeki en ağır silahları kullanan Baas’ın zulmüne, muhalifler ellerindeki hafif silahlarla direniyor. Buna rağmen direniş, Suriye’deki bazı bölgeleri kontrol ederken, Esed’e de ağır kayıplar verdiriyor.
Günden güne ağır yenilgi alan Baas’ın ölüm mangaları ise bayram bile dinlemiyor. Kurban bayramı dolayısıyla ilan edilen ateşkes bile ölümlerin önüne geçemedi. Suriye’de insanlık dramı yaşanıyor. Baas’ın ömrü uzadıkça insanların acıları çoğalıyor. Suriye’de halk perişan; insanların büyük bir bölümü zulümden kaçmak için yollara dökülmüş durumda. Suriye’ye komşu ülkelere sığınan insanları bir de yaklaşan kışın ağır koşulları bekliyor.
Suriye’de küresel güç odakları, İran, Irak, Hizbullah, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi bölge ülkelerinin geleceğe dair ulusal çıkarlarının gölgesinde insani dram devam ederken, Esed sonrası durumla ilgili de çeşitli senaryolar konuşulmaya başlandı.
Bu bağlamda Suriye’deki son durum, direnişin temel dinamikleri, küresel güç odakları ve büyük oranda onların taşeronluğunu üstlenen bölge ülkelerinin etkisi ve beklentileri, Suriye konusunda devam eden görüş ayrılıkları ve yaklaşımımız gibi konularla birlikte kurban organizasyonu dolayısıyla Suriye’ye giden Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya’ya izlenimlerini sorduk.
Röportaj: Emin Altun / Islah Haber
Baas’ın ömrünü uzatacağı şeklinde yorumlara neden olsa da Suriye’de nefes almakta zorlanan mazlum halkın birkaç gün de olsa soluklanabileceği de düşünülen “ateşkes”in gölgesinde Suriye’ye gittiniz; izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Özgür-Der Diyarbakır Şubesinin öncülüğünde oluşturulan Suriye Yardım Komisyonunun organizasyonu ile Kurban Bayramında Suriye’ye geçebilme imkanı bulduk. Kurban kesimi ve dağıtımı vesilesiyle gezdiğimiz bölgeler daha ziyade İdlib çevresinde yer alan ve Türkiye sınırına yakın bölgelerdi. Belli bir bölgede ve sınırlı zaman diliminde edindiğimiz izlenimleri tüm Suriye’ye teşmil etmek doğru olmaz. Ama farklı kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle de birleştirince, bu sınırlı gözlemlerimizin dahi bize Suriye’de yaşanan durumu iki başlık altında toplamamıza imkan verdiğini söyleyebilirim.
a- Suriye’de İslami şiarlarla ve kadrolarca yürütülen yoğun bir mücadele mevcuttur.
b- Aylardır vahşice katledilen Suriye halkı çok ciddi sıkıntılar ve yokluklarla yüzyüze olup, Ümmetin yardımına, desteğine, dayanışmasına ihtiyaç duymaktadır.
Ateşkes konusunda ise şunu vurgulamak isterim. Bu rejim sivil göstericileri katlederek süreci savaş ortamına dönüştürdü. Eğer her gün onlarca, yüzlerce insanı öldürmeseydi direniş geniş katılımlı halk protestoları şeklinde sürecekti. Ama şiddetle bastırma çabaları savunma ihtiyacını doğurdu. Dolayısıyla rejim silah kullanmazsa muhalifler zaten kullanmaz. Ama tabi ki, rejim silah kullanmadığında muhalefetin kitlesel gücü karşısında meşruiyet krizi derinleşir. Bu yüzden uluslar arası baskılar neticesinde göstermelik bazı adımlar atmak zorunda kalsa da Baas rejiminin şiddete başvurmaktan asla vazgeçmeyeceğini düşünüyorum.
Fotoğraf kareleri ve video görüntüleri Suriye’deki durumun içler acısı olduğunu ortaya koyuyor. Harabeye ve hayalete dönmüş kentler, katledilen çocuklar, kadınlar, gençler ve belirsizliğe kaçış… Suriye’deki insani durumu nasıl gördünüz?
Suriye’de imkanlar bir avuç, ihtiyaçlar ise dağ gibi. NATO’nun, ABD’nin, Batılı emperyalist güçlerin açık desteğine, mali yardımlarına muhatap oldukları söylenen muhaliflerin özgürleştirdiği topraklarda mazottan una, elektrikten suya kadar her şey kısıtlı ya da yok. İnsanlar günlük yaşıyor ve Rablerine tevekkül ediyorlar. Bombalanan şehirlerden göç etmek durumunda kalmış insanların yaşadıkları yerleri ve şartları görmek müthiş hüzün vericiydi. Biz hep devrimin başından beri Baas çetesi tarafından katledilen insanların sayısının büyüklüğünü konuştuk ve zulmün boyutlarına dikkat çekmeye çalıştık. Oysa özellikle yerlerinden yurtlarından hicret etmek zorunda kalmış kardeşlerimizin durumu da içler acısı. Yerleşim yerlerinin durumu ise mahvolmuş altyapısıyla, yakılıp yıkılmış binalarıyla çok korkunç bir manzara arzediyor.
Komşu ülkelere sığınan insanlara yönelik yardımların yanı sıra Suriye’nin içinde de yardım çalışmaları sürdürülüyor. Yardımlar ihtiyaçları karşılıyor mu? Genel olarak yardım faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz?
Yardım faaliyeti yürüten hem Suriyeli hem de dünyanın farklı bölgelerinden Müslümanlarca kurulmuş örgütler var. Ve çok hayati bir fonksiyon icra ediyorlar. Çünkü yakınlarını şehit vermiş, evini terk etmiş, mazlum pozisyona düşmüş insanlara sahip çıkmamak Devrim sürecinin akamete uğraması anlamına gelir ki, bu çok acı bir sonuç olur.
Bunun yanında sürdürülen yardım faaliyetlerinin çok sınırlı ve cılız olduğunu altını çizmek isterim. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan benzeri dramlar karşısında Müslümanların çok daha içten, yoğun ve etkili yardım faaliyetleri yürüttüğünü hatırlıyoruz. Ve Suriye devriminin mazlumiyetine yakinen şahitlik ediyoruz.
Elindeki her türlü ağır silahı halka karşı vahşice kullanmaktan kaçınmayan bir diktatörlüğe karşı savaşılıyor. Ağır silahlar ve dış desteğe rağmen Baas’ın her gün kan kaybettiği görülüyor. Suriye’de direniş ne düzeyde ilerliyor?
Gerek siyasi gerek askeri kadroları içinden her geçen firarlarla sarsılan Esed rejiminin çatırdadığı görülmekle birlikte Baas ordusunun tam olarak çözüldüğünü söyleyemeyiz. Suriye’de iktidar mezhebi bir azınlık grubuna dayanmakta. Bu nedenle de ne türlü vahşet uygularsa uygulasın toplumun belli bir kesiminin açık ve yoğun desteğini arkasında bulmaktadır. Buna Rusya, Çin, İran faktörlerini de eklediğimizde Baas rejiminin ömrünü uzatmaya dönük çabaların daha bir müddet etkili olacağı görülmektedir. Çabuk ve kesin bir zafer beklentisi şu aşamada muhalefet ve muhalefeti destekleyenler açısından ölümcül bir hata olacaktır. Burada savaşın ne zaman kazanılacağından çok, nasıl sürdürüleceği üzerine odaklanmanın daha yararlı olacağını görmek gerek.
Küresel güç odaklarının yanı sıra bir yanda İran, Irak, Hizbullah, diğer yanda Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin Suriye olayına açıktan ve gizli olarak müdahil oldukları biliniyor. Suriye özelinde bir yanda ABD ve Avrupa, diğer yanda Rusya ve Çin, iki kutupta toplanıyor. Tam değilse de görece “Soğuk Savaş” döneminin yaşandığı yorumları da yapılıyor. Suriye, ileri sürüldüğü gibi yeni kutuplaşmanın kendini test ettiği kritik saha mıdır? Bu bağlamda dışarıdan müdahil olanların etkileri ve beklentileri nelerdir?
Suriye gerek küresel, gerek bölgesel çapta derin bir siyasi ayrışma maddesi haline gelmiş görünüyor. Şüphesiz herkesin ayrı ayrı hesapları vardır. Suriye’de statükonun aynen sürmesini isteyenlerin de, yeni bir statüko inşasını savunanların da belli hesaplar dahilinde davrandıkları açıktır. Mamafih bu görüntünün küresel çapta bir çatışma olgusuna dönüşeceğini düşünmüyorum. BM Güvenlik Konseyinde Rusya ve Çin‘in tutumu yüzünden tıkanan sürecin her ne kadar çokça laf üretseler ve bol miktarda kınama mesajları yayınlasalar da Batılı güçleri çok da rahatsız ettiğini sanmıyorum. Bilakis daha fazla risk almalarına engel olduğu, mazeret teşkil etikleri için gizliden gizliye Rusya ve Çin’e minnettarlık duyuyor dahi olabilirler.
Bölgesel planda ise İran, Irak ve Hizbullah gibi tarafların tutumuyla Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın karşılıklı pozisyonlarını sadece bu güçlerin kendi hesapları, irtibatları, konumları açısından değil, Suriye halkının beklentileri zaviyesinden de değerlendirmenin gerektiğine inanıyorum. Elbette ABD işbirlikçisi bir Suud ya da Katar’ın, laik-Kemalist bir Türkiye’nin arzuladığımız anlamda Suriye devriminin yanında olmaları söz konusu olamaz. Ne var ki, Suriye’de yaşanan insanlık dramı karşısında adı geçen ülkelerin muhalifleri desteklemelerinin öncelikle Suriye halkının beklentilerine uygun olduğunu da görmek gerekiyor. Suriye’de yaşanan vahşet karşısında halkın çaresizliğini ve beklentilerini hiç dikkate almadan destek konumunda olan bölge ülkelerini siyasi konumlarından ötürü mahkum etmek, Suriye halkını desteksiz, yardımsız bırakmak adına bölge ülkelerini şeytanlaştırmaya dönük bir söylem geliştiren Esedgillerin propagandalarına alet olmak sonucunu doğurabilir.
Suriye’deki direnişin temel dinamikleri nelerdir? Cepheden gelen bilgilerden edinilen izlenimlere göre İslami referanslarla hareket edenlerin yanı sıra seküler bir Suriye arzulayan hareketlerin olduğu da görülüyor. İslami hareketlerin Suriye direnişindeki yeri ne düzeyde? Ayrıca Özgür Suriye Ordusu’nun laik karakterli olduğu iddiaları ve diğer spekülasyonlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Suriye direnişi başından itibaren üzerinde çokça spekülasyon üretilen, karalamalara, iftiralara konu olan bir direniş oldu. Sürecin başında belki bilgisizlikten, belki bazı güçlerin süreçte rol kapma çabalarının doğurduğu kaygıdan dolayı farklı kanaatler gelişmesi normal karşılanabilirdi. Ne var ki aradan geçen 20 aylık zaman içinde Suriye’de direnişin tümüyle İslami kadrolar ve söylemlerle şekillendirildiği ve yürütüldüğü netlik kazanmıştır.
Sokaklarda protesto gösterilerinde açılan pankartlara ve atılan sloganlara bakın, İslami şiarlar dışında bir şey görebilecek misiniz? Aynı şekilde savaşan grupların, birliklerin, örgütlerin açıklamalarına bakın, İslami kimlik dışında bir unsura rastlamanız mümkün mü?
Peki, laikler yok mu, liberal, sol unsurlar yok mu? Evet, varlar elbette! Suriye büyük bir ülke. Ne var ki, direniş içinde çok ama çok tali bir konumdalar. Ve bütünüyle ülke dışında örgütlenmeye çalışan siyasi yapılar dahilinde yer alıyorlar. Yani alanda yoklar.
Özgür Ordu hakkında ileri sürülen iddialara gelince, bilindiği üzere Özgür Ordu klasik manada hiyerarşik yapısı kuvvetli, organizasyonu şekillenmiş, kurumsal yapısı yaygın bir ordu değil, tipik bir halk ordusu. Bu yüzden örneğin bir Ahrarur Şam gibi, Ensarul İslam gibi, Liva Tevhid, Fecr ve benzeri örgütler gibi homojenlik düzeyi yüksek bir yapı değil. İçinde farklı kesimleri barındıran, Suriye halkının kitlesel direnişini simgeleyen bir yapılanma. Ama bazılarının zannettiği gibi laik kimlikli insanların belirleyici olduğu bir yapı da asla değil. Bakın Özgür Ordu’nun bir unsuru olarak kendilerini tanıtan çeşitli birliklerin sözcülerinin açıklamaları, video mesajları internette dolaşıyor. Bunların içinde bırakın laik, liberal, sol ya da bir başka cahili ideolojik söylemi, İslami şiar ve kimliğini öne çıkartmayan tek bir unsur var mı?
Burada şu tuzağa düşmemek lazım, Baas rejimi ve destekçileri çift dilli bir strateji uyguluyorlar. Dışarıya bunlar şeriatçı, fanatik, geldiklerinde herkesi kesecekler diyorlar. İçeriye ise savaşan unsurların İslami kimliklerine dair şüphe bulutu yaymaya çalışıyorlar. İslami kaygı ve niyetlerle Suriye muhalefetine destek vermek pozisyonunda olan herkes elbette kendisine daha yakın yapılara, örgütlere daha fazla destek sunabilir, onların etkili konuma geçmesini arzulayabilir ama bunu mutlaka dışlayıcı olmayan bir üslupla yapmanın yollarını aramalı ve mücahit grupları arasında ayrım gözetmeyen bir dil geliştirmeye çalışmalıdır.
Suriye’de önemli unsurlardan biri de Kürtler. Suriye Kürdistan’ı diğer bölgelere oranla daha sakin görünüyor. Zamanla biraz zayıflığın biraz da bir oyunun gereği olarak Esed, geri çekildi ve Kürtler kendi bölgelerinde örgütlenmelerini hızlandırdılar. Bu arada Özgür Suriye Ordusu ile bazı Kürt hareketleri arasında ciddi güvensizlik sorunu da dikkat çekiyor. Son olarak “muhaliflerle Kürtler arasında çatışma” çıktığı da ileri sürüldü. Suriye’de ÖSO ve direniş hareketleriyle Kürt örgütlerinin ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Olması gereken sizce nedir?
Suriye’de rejimin iktidarını sürdürmek için başvurduğu taktiklerden biri de taifeciliği kışkırtmak oldu. Alevilere savaşın bir mezhep savaşı olduğunu söyledi; Hıristiyanlar İslamcıların iktidarında hayat hakları bulamayacakları şeklinde korkutuldular. Aynı şekilde etnik bazda da düne kadar insan yerine koymadığı Kürtlere göz kırpmaya başladı ve onları muhalif saflardan uzak tutmak için bazı tavizler verdi. Örneğin Kürtlerin yaşadığı bölgelerde protesto eylemlerine müdahale edilmedi ve buralardan askerlerini çekerek fiili bir özerklik tanıdı. Ne zamana kadar elbette iktidarını garanti altına alana kadar. Bunun bir taktik olduğu görülmeli. Kurulduğu tarihten itibaren Arap milliyetçiliğini, ırkçılığını esas almış bir partinin farklı etnik kimliklere samimi bir yaklaşım geliştirmesi zaten beklenemezdi.
Genelde Suriye muhalefeti ile Kürt muhalefeti arasında bugüne dek iyi bir ilişki, işbirliği ve birliktelik tesis edilemediği bir vakadır. Maalesef on yıllara uzanan güvensizlik giderilememiştir. Bunda çift taraflı bir yaklaşım hatasının belirleyici olduğunu düşünüyorum. Suriye muhalefeti içinde bazı kesimler her ne kadar sözleriyle herkese güzel şeyler vaad etmekle birlikte, pratikte Suriye tümüyle değişsin ama Kürtlerin konumu pek değişmesin gibi bir yaklaşım içindedirler. Milliyetçi refleksle davranmakta ve ülkenin Arap kimliğine vurgu yapmaktadırlar. Bunun kabul edilemez olduğunu anlamakta zorlanmaktadırlar.
Öte yandan Kürt muhalefeti içinde ise geniş bir kesimin milliyetçi bir tutumla “öncelikle bize ne düşecek” havası içinde gelişmeleri izledikleri görülmektedir. Elli yıllık bir zulüm şebekesinin, insan izzeti ve haysiyetine aykırı bir sistemin yıkılıyor olmasının sevinci yerine taifeci, dar grupçu bir tavırla “biz ne kazanacağız” mantığıyla hareket edilmesi sürecin dışında kalmak gibi olumsuz bir tutumu beraberinde getirmektedir. Oysa Suriye devrim süreci tüm Suriyelilerin büyük bir sahiplenmeyle içinde yer almalarını gerektiren şerefli bir süreçtir.
Özgür Ordu ve Kürt unsurlar arasında zaman zaman yaşanan sorunu ise bir bütün olarak Kürtlerden ziyade Baas rejimiyle sürekli dirsek teması içinde olmuş PYD unsurları arasındaki bir sorun olarak görmek gerekir. Bu noktada kendi çevrelerine ve dünya Suriye muhalefetini şikayet babında “İslamcı bir devlet kuracaklar, biz laik bir devletten yanayız” diye uyarılarda bulunan unsurların silahlı güç olma anlamında belli bir tabanları bulunsa da Kürt halkını asla temsil etmeyeceğini, etmemesi gerektiğini düşünüyorum.
ABD’nin “İslam dünyası” ve Ortadoğu ile ilgili “özel” ajandasının olduğu biliniyor. Aynı şekilde Ortadoğu’daki ayaklanmalardan siyasi rant devşirme gayreti olduğu da sır değil. Özelde Suriye direnişini, genelde Ortadoğu’daki halk hareketliliğini Büyük Ortadoğu Projesi’ne bağlayan çeşitli yorumlar yapılıyor. Tanınmış kimi entelektüel Müslümanların da zaman zaman dile getirdiği buna benzer görüşler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Büyük Ortadoğu Projesi çok önceden çökmüş bir projeydi. Nerede, ne zaman çöktü? Irak’ta direnişin ABD ve yandaşlarına kök söktürmesiyle etkisiz hale geldi. Mısır‘da 2005 yılında kısmen dürüst şartlarda yapılmaya kalkışılan ama muhtemel sonuçlar korkutunca sahtekarlıkla kontrol altına alınan seçimlerle sarsıldı ve Filistin seçimlerinde Hamas’ın zaferiyle çöktü. Ve en net biçimde de 2010’da Kuzey Afrika’da patlayıp tüm Ortadoğu’ya yayılan intifada olgusuyla çöpe atıldı. ABD’nin projesi Batılıların destekleyeceği ve işbirlikçi kadrolar marifetiyle bir dönüşümdü ve temel hedefi de İslami hareketlerin devre dışı bırakılmasıydı. Oysa süreç tam tersi şekilde gelişti ve her yerde İslami hareketler sürece ağırlıklarını koydular.
Buna rağmen emperyal bir güç olarak ABD’nin elbette havlu atmasını bekleyecek değiliz. Elindeki her güç ve imkanı zorlayarak süreci lehine değiştirmeye uğraşacak, bunun için politika geliştirecek ve gelişmeleri yönlendirmeye çalışacaktır. İşte tam burada İslami hareketlerin birikimi, kadrolarının tutarlılığı ve samimiyetlerinin bu tür hesapları boşa çıkartabilecek kapasiteye ve içeriğe sahip olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz onların bir hesabı varsa, Rabbimizin de bir hesabı vardır!
Tunus’da kıvılcımı ateşlenen, Mısır ve Libya ile olgunlaşan, Suriye ile ise devam eden ayaklanmaların ardından Ortadoğu’yu nasıl bir gelecek bekliyor?
Bir imtihan söz konusu. Ve mücadele zemini gelişiyor. Kazanma ihtimalimiz var ve bana göre de yüksek. Bakın örneğin Suriye’yi düşünün, 2 sene önceye gidelim, hangimizin aklından bu acı gelişmelerin yaşanacağı geçebilirdi? Suriye’de İslami muhalefeti ezilmiş, bitmiş, acı bir vakıa gibi algılıyorduk. Bugün baktığımızda bir buçuk yıl gibi bir sürede bir halkın topyekün direnişine, dirilişine şahitlik ediyoruz. Allah için kıyam ediyor, cihad bilinciyle her şeylerinden vazgeçiyorlar. Tek başına bu tablo bile iyimser olmayı getiriyor.
Buna rağmen elbette kaybetme riski de var. Boş sahada top oynamıyoruz. Bilakis güçlü, kurnaz ve çok etkili araçlara sahip düşmanlarla boğuşuyoruz. Kaybedebiliriz, bu risk var. Ama kazanma ihtimalimiz de var. Oysa dün yoktu. Çünkü dün güçlü bir şekilde mücadele alanında bile değildik. Bugün Allah’a hamd olsun kardeşlerimiz her yerde Allah’ın dinine daha uygun bir hayat için dişleriyle, tırnaklarıyla mücadele ediyorlar.
Gelişmeler sevindiricidir. Dün Müslümanlar zindanlarda idiler. Bugün Yusuf gibi iktidar sorumluluğunu kuşanıyorlar. Müslüman halklar özgürleşiyor. Özgüvenleri artıyor.
İnşallah süreci basit hatalarla, küçük hesaplarla, taifeci, asabiyeci, mezhepçi kaygılarla gölgelemeden devam ettirmeyi başarırsak, Rabbimizin murad ettiği türden bir toplum ve insan unsurunu hep birlikte üretebilir, Ümmeti daha saygın bir konuma oturtabiliriz. Bunun için kardeşlerimizle dayanışma içinde olmalı, birr ve takva üzerinde yardımlaşmalıyız.
HABERE YORUM KAT