1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Rıdvan Çağrıcı ile Cezaevleri Sorunu ve Müslüman Mahpuslar Üzerine
Rıdvan Çağrıcı ile Cezaevleri Sorunu ve Müslüman Mahpuslar Üzerine

Rıdvan Çağrıcı ile Cezaevleri Sorunu ve Müslüman Mahpuslar Üzerine

İslami Hareket davasından 29 yıl cezaevinde tutulduktan sonra Nisan 2015’te serbest bırakılan Rıdvan Çağrıcı Haksöz-Haber’e konuştu.

20 Mart 2017 Pazartesi 17:10A+A-

HAKSÖZ-HABER

Sitemiz için bu röportajı gerçekleştiren Ayşe Şimşek kardeşimize ve röportaja verdiği cevaplar için Rıdvan Çağrıcı beye teşekkür ederiz.

*

SORU-  Sizi 16 yaşında, İslami Hareket davasından içeriye giren 29 yıl sonra dışarıya çıkan bir muvahhid olarak tanıdık. Okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız?.. Rıdvan çağrıcı kimdir?

CEVAP: 10 Kasım 1968 Kastamonu  doğumluyum. 1973 yılında ailece İstanbul’a yerleştik. Beyoğlu’da büyüdüm. Allah-u Teala’nın inayeti ve ağabeyim delaletiyle, küçük yaştan itibaren İslam üzere olmak nasip oldu. On yaşında kitap okumaya başladım. 12 Eylül sonrasının baskıcı ortamında, genç ve heyecanlı Müslümanlar olarak bir şeyler yapma azmi ve gayreti içinde olduk. 1982 yılında ilk defa polise düştüm. 1984 yılında ise ilk cezaevi hayatım başladı. 7 yıl 2 buçuk ay yattıktan sonra, 1992 yılı başında tahliye oldum. Faaliyetlerim nedeniyle 1994 haziranında yeniden cezaevine girdim ve 2015 yılı 4 Nisan’ında tahliye oldum. 

SORU-Bize cezaevinin ağır koşullarından bahseder misiniz?..

CEVAP: Bir müslümanın yaşamı, tüm amelleri  ve dahi ölümü, Allah içindir. Kuşkusuz her Müslüman bu imtihan hayatında pek çok sıkıntılar, çileler çekmektedir. Zaten bu Rabbimizin “sizleri …… imtihan edeceğiz” buyruğuyla ortaya konulmuş bir durumdur. İnsanın Rabbi yolunda, O’nun dini uğruna sıkıntı, yoksunluk ve zorluklara katlanması ise, şükredilmesi gereken başlı başına bir nimettir. Nimetten şikayet edilmesi, nimeti verene nankörlük ve saygısızlık olur. O nedenle, cezaevinde çektiklerim konusunda, şikayet eder, sızlanır tarzda şeyler söylemeyi de, yazmayı da doğru bulmuyorum.

Çünkü müslümanın işlediği hayırları söylemesi, anlatması, maazallah riyaya götürebilir ki, bu da Salih amellerin iptaline neden olabilir. Yine müslümanın işlediği kötü amelleri ortaya koyması da, ayetle yasaklanmıştır ki, bunların izharı da başlı başına bir günahtır. Bu nedenle şahsi şeyleri anlatmayı doğru bulmuyorum. Sadece genel bilgiler verebilirim.

Cezaevinin koşulları ağır mıdır? Bu gerçekten cevaplaması çok zor bir soru. Çünkü bu tamamen kişiye göre, kişinin bakış açısına, yaklaşım tarzına göre, hatta algısına göre değerlendirilebilecek bir şey. Bir kişiye ağır gelen şeyler, diğer bir kişiye çok hafif gelebilir. Cezaevi koşulları da böyle. Tamamen kişinin içsel durumuna göre, aynı koşullar ağır da gelebilir, hafif de. Ve tabi ki Allah Teala’nın yardımını da unutmamak gerekir.

Ben ilk olarak 1984 kasımında yakalandım.  Poliste bir aydan fazla kaldık ve bu sürede işkence gördük. Sonrasında ekimde tutuklandım ve bir yıla yakın, Selimiye kışlasının bodrum katında, içeriye güneş girmeyen bir bölümünde kaldım, arkadaşlarımla beraber. Günde yarım saat kadar iç avlusunda yüz metrekare kadar bir alanda sözde bahçeye çıkarılıyorduk. Bu bir yıla yakın sürede cildimize hiç güneş değmedi. Tamamen askeri ortamda kalıyorduk. Bu sürede işkence, dayak görmedik. Sonrasında Metris Askeri cezaevine gittik ve orada 2 buçuk yıl kadar  kaldık, yine askeri koşullardı. Burada askerlerle kavgalarımız da oldu. Dayak da yedik, dayak da attık. Ardından pek çok cezaevi gezdik. Kiminin koşulları daha kötü, kiminin daha iyiydi.

Bu koşullar ağır mıydı? Bana göre değil. Dünyanın pek çok köşesinde, çok daha ağır koşullarda kalan, binlerce Müslüman kardeşim varken, benim bunları ağır koşullar diye ortaya koymamı, Allah-u Teala hoş görmez. Ben yirmi sekiz yıldan fazla süren cezaevi hayatımda, şu dönem bana ağır geldi diyebileceğim, takatimin sınırına geldiğimi hissettiğim, “artık yeter Allah’ım, beni buradan kurtar” deme noktasına geldiğim bir hal yaşamadım, hamdolsun.

Elbette ki cezaevi bir mahrumiyet mekanıdır. En başta özgürlüğünüzden mahrumsuzundur. Sevdiklerinizden, ailenizden, dostlarınızdan uzaksınızdır. Dışarıda varlığının farkında bile olmadan kullandığınız pek çok eşyadan, mahrumsunuzdur. Günleriniz, haftalarınız, aylarınız, yıllarınız, dört duvar arasında tek düze olarak geçer. Bu zor mudur, ağır mıdır? Bilmiyorum. Üstad Necip Fazıl Zindan şiirinde:“dakikalar farksızdır aydan” diyor. Demek Üstad’a öyle gelmiş, orada geçen zaman. Ama ben böyle demiyorum açıkçası.

“Aylar, farksızdır dakikadan” bence.

Hasılı ben, dünyadaki diğer kardeşlerimizin yaşadığı koşulları görünce, bilince, Türkiye’deki cezaevlerinin ağır koşullarından bahsetmekten haya ederim. Oralara göre, ağır falan değil koşullar. Sistematik bir işkence, dayak, eziyet söz konusu değil. Aç ve açık değilsiniz. Pek çok ülkeye göre, çok daha iyi koşullarda kalıyorsunuz. Yani bir Mısır zindanlarıyla, Suriye, İsrail, Arakan, Çin, Rus, Irak, Quantanamo… zindanlarıyla, oralarda çile çeken kardeşlerimizin koşullarıyla kıyaslayınca, şikayet etmek, Allah Teala’ya nankörlük, o kardeşlerimize haksızlık olur.

Hem ağır olsa ne olacak? Allah yolunda mücahedeye niyet etmiş, bu yola çıkmış bir Müslüman, her türlü zorluğa, eziyete, işkenceye, yokluk ve yoksunluğa, mahrumiyete ve dahi bu uğurda ölüme katlanmayı göze almış demek değil midir? Cihadın ağır koşulları mı olurmuş? Hafif koşullarda bir cihat mı bekliyorduk? Cennet kolay mı kazanılıyor? Hafif koşullarda bir mücadele ile mi giriliyor cennete? Bırakalım bu mağduriyet, mahrumiyet psikolojilerini. Değil mi ki bizler, alemlerin yegane Rabbinin mücahitleri olma iddiasındayız, sızlanmak, varlıktan yokluktan, koşullardan şikayet etmek bize yakışır mı? Allah Teala ayet-i kerimesinde, “sizden önceki ümmetler, Allah’ın yardımı ne zaman diyecek noktaya gelmişlerdi” buyururken, Rasulü as., “önceki ümmetlerin, demir taraklarla vücutları parça parça edilirdi” diye anlatırken, Buruc suresinde, önceki kardeşlerimizin, ateş çukurlarına nasıl atıldıkları anlatılırken, ve işte yanı başımızda Suriye’de onbinlerce kardeşimiz her gün paramparça edilirken, hangi koşulların ağırlığından söz etme hakkımız olabilir? Müslümana şikayet değil, sızlanma değil, vakar ve tevekkül, şükür ve sabır yakışır.

Dolayısıyla, cezaevinin koşullarının ağırlığı hafifliği hiç önemli değil. Önemli olan, Allah yolunda bir mücahede neticesinde cezaevine giren bir müslümanın, orasını Rabbinin kendisine bir lütfu olarak görmesi, imtihanının devam ettiğinin bilincinde olarak, ahlamadan, vahlamadın, oflamadan, şikayet etmeden, sızlanmadan, üzülmeden, yeise kapılmadan, bir İslam mücahidine yaraşır şekilde dimdik, onurla, vakarla durması, elinden geldiğince ve imkanlar ölçüsünde zamanını en iyi şekilde değerlendirmeye gayret etmesidir. Böyle davrananların, umulur ki Mevla, hapisliklerini günahlarına kefaret kıldığı gibi, inşallah her saniyelerine, dakikalarına da ecir yazar. Ama aksine davranırsa da, maazallah, amelini zayi etmiş olur. Bu nedenle önemli olan koşullar değildir; her türlü koşulda bir Müslüman olarak nasıl davrandığınızdır.

SORU- İçerde yaşadığınız tüm olumsuz etkenler, üzerinizde ne gibi derin etkiler bıraktı?..        Kaybettikleriniz karşısında, elde ettiğiniz kazanç nedir?...

CEVAP: Elhamdulillah, içeride yaşadıklarım ben de hiçbir olumsuz etki bırakmadı. Aksine şükürler olsun Rabbime, bende çok iyi, çok derin olumlu etkiler bıraktı. Cezaevinde geçirdiğim zamanı dışarıda geçirmiş olsaydım, yine de şimdiki ben olur muydum, bilmiyorum. Ama zannetmiyorum. O nedenle bana bu nimeti bahşeden Rabbime şükürler olsun.

Cezaevinde olmakla ne kaybettim ki? Kayıplarım sadece dünyevi hayatın, sıradan akışına dair kayıplar olabilir. Mesela işte normal evlilik yaşında evlenememiş, çoluk çocuk sahibi olamamış olmak, keza yine iş güç, mal mülk edinmemiş olmak… Bunların dışında başka ne var ki? Ben kazandıklarım yanında bunları bir kayıp olarak görmüyorum açıkçası. Hayat öyle de böyle de geçiyor ve nihayet buluyor. Dünyevi kayıplar ve kazançlar geçici, uhrevi olan ise kalıcıdır. Dünyevi kayıplara üzülmek, kazançlara sevinmek anlamsızdır. Kalıcı olana bakmak, ona odaklanmak, onun için üzülmek ve sevinmek gerekir.

Uzun cezaevi ortamı, en başta okuma alışkanlığım ve imkan olduğu zamanlarda arkadaşlarla yaptığımız dersler, mütalaalar, tartışmalar, fikir teatileri sayesinde, hamdolsun bana dışarıda belki de asla elde edemeyeceğim belli bir birikim kazandırdı. Bu benim açımdan daima şükrettiğim en büyük nimet ve kazançtır. Bu kazancımın yanında, dünyevi kayıplarımın lafını bile etmeyi, nimete nankörlük sayarım, Rabbimden haya ederim.

 SORU- Cezaevinin rutin dünyasında sizi ileriye taşıyacak herhangi bir konu veya çalışmada uzmanlaşmayı hedeflediniz mi?..

CEVAP: Hayatımda Rabbime en çok şükrettiğim alışkanlığım, okumayı sevmemdir. Cezaevi ortamında, hamdolsun bol bol okuma imkanım oldu. Her türden, her alanda kitaplar okudum. Sadece İslami değil, bilim teknik, edebiyat, tarih… ne bulursam okudum kısacası. Ama benim asıl kendime branş olarak seçtiğim konu, fıkıh ve fıkıh usulü idi. Bu alanda, hasseten çalıştım. Bu konuda bir kitap çalışmasına da başladım 1998 yılında. İki taslak yazmış olmama rağmen, bittiklerinde yeterli görmediğimden, tekrar tekrar yazmaya devam ettim. Maalesef bitirmek nasip olmadı. Halen yarım olarak duruyor. Dışarının koşullarında, henüz yazıma başlama imkanı ve fırsatı bulamadım.

 SORU- Kimilerine göre cezaevi karanlık bir dünyada yok oluş, tükenip erimek, kimilerine göre ise Medrese-i Yusufiye. Sizce böyle ağır bir imtihanla karşılaşan mümin hem sağlık açısından, hem de imanı muhafaza cihetinden nasıl bir yol takip etmeli?..

CEVAP: Gerçekten öyle. Cezaevi değerlendirmesini bilene, bir Medrese-i Yusufiye, aksi takdirde, bitip tükenme yeri.

Önce sağlık açısından ele alırsak. Cezaevinde insanı bitiren üç şey var bence sağlık yönünden. Hareketsizlik, düzensiz yaşam ve gam/kasavet. Hareketsizlik ve düzensiz yaşam, kişiyi fiziksel olarak çok fazla yıpratıyor ve çökmesine neden oluyor.

Bu nedenle mutlaka vücudun hareket ihtiyacı giderilmeli. Her gün en az iki üç saat yürüyüş yapılmalı/volta atılmalı. Bu cezaevi için en iyi spordur. Yine imkan varsa haftada iki üç gün, birer saat de olsa spor yapılmalı. Cezaevine düşen bir Müslüman bu konuda kendini zorlamalı, tembelliğe prim vermemeli.

Yine cezaevinde, gececilik dediğimiz, gece çok geç saatte yatma, ya da hiç yatmama, gündüz uyuma şeklinde sık rastlanan, düzensiz bir yaşayışa girmemeli. Akşam erken yatıp, sabah erken kalkmalı ve zamanını değerlendirmeli.

Benim uzun yıllar boyunca izlediğim rutinim şu şekildeydi. Sabah kışları sabah namazından sonra, yazları ise7.00-7,30’da kalkıyor ve kahvaltımı yapıyordum. Sonrasında üç saat yürüyüş yapıyordum/volta atıyordum. Volta atarken düşünmek ve zihnimi ikiye bölüp üzerinde çalıştığım konulara ilişkin içimden tartışmalar yapmak suretiyle, voltalarım benim en verimli zamanlarım olmuştur. Sonra bir saat kadar spor yapıp, duş alıyordum. Ardından öğle yemeği ve  namazı. Sonrasında akşam sekize kadar okuma, yazma gibi zihinsel faaliyetler. Sekizden sonra televizyonda haberlere ve ardından izleyecek bir şey varsa bir süre ona bakıyordum. Ardından yatsı namazı ve 10.30-11.00 civarında yatıyordum. Bu şekilde hem bedenen, hem de zihnen dinç kalmak mümkün olmaktadır.

Yine Müslüman kendini gam kasavete, duygusal çöküşe, yeise kaptırmamalı. Rabbine güvenmeli. Her şeyde hayır görmeli. Kehf suresinde Hz. Musa as. İle Salih kul arasında yaşananların anlatılmasındaki hikmeti anlamalı. Zahiren bize olumsuz, hatta anlamsız görünen takdirlerin ardında Rahman’ın nice hikmet ve merhametlerinin gizli olduğunun bilincinde olmalı. Üstte dediğim gibi, ahlamamalı, vahlamamalı. Tevekkül üzere, vakarla, Rabbinin her takdirinde bir hikmet ve hayır olduğu bilinciyle, sabır ve şükür üzere olmalı. Böyle olunca, zihnini böyle yönlendirince, sadece kalbi değil, bedeni sağlam ve sağlıklı olacaktır inşallah.

Öte yandan, cezaevi bolca boş zaman demektir, değerlendirmesini bilene. Eğer Müslüman bu zamanı iyi değerlendirirse, işte o zaman cezaevi ceza evi değil, Medrese-i Yusufiye oluyor. Okumak, okumak yine okumak. Sonra imkan ölçüsünde mutlaka beraber ders yapmak. İslami konuları mütalaa etmek, tartışmak, müzakere etmek. Zaten ibadetlerde titizlik ve yoğunlaşmayı, söylemeyi dahi zait görüyorum. Bunlarla da, Müslüman imanını güçlendirmeli, sağlamlaştırmalı, tahkim etmeli.

SORU- Bu süreçte dışarıdaki müminlerin sizi yalnız bıraktıklarını, görmezden geldiklerini düşünüyor musunuz?.. Onlara söylemek istediğiniz şey nedir?..

CEVAP: Her insan dünyaya yalnız geliyor, yalnız yaşıyor ve imtihanını da yalnız veriyor neticede. Allah Teala Müslümanları kardeş kılmış. Birbirlerinin velisi ilan etmiş. Bu hüküm gereği Müslümanlar, birbirlerine yardımcı ve destek olmak, sahip çıkmak, korumak, kollamak, arkasında durmakla yükümlü. Ama tabiî ki neticede her Müslüman içinde bulunduğu hal gereği, kendisine düşeni yapmakla yükümlü. Sadece Rabbinden istemek, sadece O’ndan beklemek durumunda. Diğer Müslümanlar üzerlerine düşeni yaparlar  ya da yapmazlar, herkes kendi hesabını kendi verecek neticede.

Bu bakış açısıyla, ben dışarıdaki Müslüman kardeşlerimden hiçbir zaman hiçbir beklenti içinde olmadım açıkçası. Bir şeyler yapmaya çalışan çabalayan kardeşlerime elbette hayır dualar ettim çokça. Ama yapmayanlara da herhangi bir kırgınlığım, kızgınlığım, serzenişim olmadı hiçbir zaman. İçerdeki Müslümanlar gibi, dışarıdakilerin de, hatta belki de daha fazla zorluk ve güçlükle boğuştuklarını biliyorduk elbet. Hepsine hayır dualar ettik sadece.

Mücahede yoluna girdiğinizde, bu yolda artık nihayetinde yalnız olduğunuzu, yalnız olacağınızı, yalnız kalacağınızı, Allah’tan başka kimseden bir beklenti içinde olmamanız gerektiğini bilmeli ve öyle girmelisiniz. Hayal etmezseniz, hayal kırıklığına uğramazsınız.

SORU- Bu davada ve bu zor süreçte sizinle birlikte en çok size destek veren, şüphesiz ailelerinizdi. Biraz da onların yaşadığı çetin süreçten bahseder misiniz?..

CEVAP: Cezaevi sürecinde, herkes için, her Müslüman için, kuşkusuz en zor durum, dışarıdaki ailesinin halidir. Özellikle evli, çocuklu olanlar için, bu daha bir böyledir. Bu süreçte en büyük zorluğu ailelerin yaşadığını söylemek gerekir. Rabbim bu zorluğu yaşayan bütün ailelerden, anne babalardan, eş ve çocuklardan, kardeşlerden, diğer yakınlardan razı olsun, çektikleri çileleri günahlarına kefaret kılsın, o yollardaki adımlarınca ecirler versin cümlesine. Hiç birimiz onların hakkını ödeyemeyiz. Ancak Rabbim verebilir hak ettikleri karşılığı.

Yıllarca süren mahkemelere, her hafta, her ay ziyaretlere gelip gitmek, ihtiyaçları karşılamaya çalışmak, diğer insanların yerli yersiz konuşmalarına, serzenişlerine katlanmak, hele ki maddi sıkıntı da varsa, bununla boğuşmak… daha nice zorluklar. Cezaevinin gerçek zorluğunu aileler yaşar desem, inanın yeridir. Cezaevinin ağır koşullarından bahsedilecekse, bıraktığı derin olumsuz izlerden söz edilecekse, güçlüklerinden konuşulacaksa, bu içerde yatana değil, daha ziyade işte onun ailesine, anne babasına, eşine, çocuklarına sorulmalı. Onların dilinden anlatılmalı,dinlenilmeli. Bu imtihanın asıl ağırlını çeken onlar çünkü. 

Yıllarca evladından uzak kalan anne babaya sormalı zorluğu.

Yıllarca, evli ama dul gibi olan vefakar eşlere sormalı.

Babalı ama yetim gibi büyüyen evlatlara sormalı.

Rabbim cümlesinden razı olsun inşallah

SORU:  Ne kadar zamandır dışarıdasınız? Dışarıdaki hayata alışmanız kolay oldu mu?..

CEVAP: 4 Nisan 2015’te çıktım cezaevinden. 22 aydır dışarıdayım. Dışarıdaki hayata kolay alıştığımı düşünüyorum. Tabi ki belli bir yaştan sonra, her şeye sıfırdan başlamak kolay olmuyor. Normal insanların, neredeyse emeklilik yaşına gelip, torun büyütmeye başladıkları bir çağda, hayata yeni başlamak, sıfırdan başlamak, elbette beraberinde bazı zorluklar getiriyor. Ama dediğim gibi, Müslüman her daim Rabbine tevekkül üzere, sabır ve şükür halinde olmalı.

SORU- Dışarıya çıktıktan sonra en çok yapmak istediğiniz şey neydi?..

CEVAP: Belki garip gelecek ama, içerdeki insanların pek çoğunun çıktıklarında ilk  yapmak istedikleri şey biraz, hatta birkaç ay yalnız kalmaktır. Çünkü içeride hiç yalnız kalma imkanınız yoktur. Yıllar boyunca yedi yirmi dört diğerleriyle berabersinizdir. İnsanın ara sıra yalnız kalmaya da ihtiyacı var. Yapabildim mi derseniz, maalesef hayır.

 SORU- Dışarıda yaşayamadığınız şeyler için pişmanlık duyduğunuz ne var? Bunu da yapsaydım dediğin?..

CEVAP: Kişisel anlamda, şahsi istekler yönünden, böyle bir duygum yok elhamdulillah. Ama mesela 28 Şubat döneminde dışarıda olmayı çok istemiştim. O koşullarda yapılması gerektiği halde maalesef yapılmayan bazı şeyleri yapabilmek için.  Takdir-i ilahi.

SORU- Ülkemizde politikacıların ağızlarından düşürmedikleri ‘Hukukun üstünlüğü’ ifadesine mütenasip uygulamalara şahid oldunuz mu, gerçekten dedikleri gibi hukukun üstünlüğü var mı, hukuki yapıyı güvenilir buluyor musunuz? Yargı sisteminde yapılan değişiklikler sizi olumlu veya olumsuz manada etkiledi mi? Netice itibariyle İlahi adalete bıraktığınız bir şey var mi?..

CEVAP: Hukukun üstünlüğü derken, herhalde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin hukuk sistemini ve bu sistemde hukukun üstünlüğü ilkesinin gerçekten olup olmadığını  kastediyorsunuz.

En başka, mücadele içinde olduğum, savaştığım bir İslam dışı düzenin, hukukunu da, hukukunun üstünlüğünü de kabul etmem ve ondan hukukilik beklemem söz konusu olamaz. Dolayısıyla, böyle bir beklentim, talebim, ümidim olmadı, olamaz. Bu meselenin benimle ilgili boyutu.

Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan itibaren, hiçbir zaman, hukukilik gibi bir kaygısı olmamıştır. Aslında hukukun üstünlüğünü sağladıklarını iddia eden ülkelerde dahi bu, kendilerini, sistemlerini, düzenlerini tehlikede, tehdit altında gördükleri ana kadar geçerlidir. O noktada, hukuk falan biter. İşte ABD’nin Quantanamo uygulaması. Fransa’nın, Almanya’nın son yasaları. Dolayısıyla o ülkelerde bile hukuk, sadece normal, sıradan kendi vatandaşları için geçerlidir. Düşman olarak gördükleri için ise, hiçbir hak hukuk tanımazlar. Türkiye’de ise, maalesef kendi sıradan vatandaşları için bile işlemiyor hukuk sistemi, devlet düşmanı olarak gördüklerine işlesin.

Yargı sisteminde yapılan değişikliklerin bana bir yararı dokunmadı. Ama örneğin halen cezaevinde olan ağabeyime, aksine büyük zararı dokundu. Ecevit hükümeti zamanında idam cezasının kaldırılmasıyla, müebbete düşmüş olan cezası, 2005 yılında yeni çıkarılan ceza kanunu ile, ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürüldü. Böylece, hiçbir çıkma durumu söz konusu olmaksızın ve ölünceye kadar tek başına bir hücrede kalacak şekle çevrildi cezası. Yani kanun geriye doğru, olumsuz şekilde işletildi.

Zaten hepimizin hesabı ilahi adalete kalmış değil mi? Mutlak adalet sadece orada ortaya çıkacak. Rabbim cümlemize adaletiyle değil, merhametiyle muamele etsin inşallah.

SORU- Sorularımıza açık yüreklilikle verdiğiniz cevaplardan ötürü  Haksöz dergisi okuyucuları adına teşekkür ederiz. Allah razı olsun.

CEVAP: Ben teşekkür ederim. Hayırlara vesile olur inşallah. Allah sizlerden de razı olsun. Hayırlı çalışmalarınızda yar ve yardımcınız olsun.

 

 

HABERE YORUM KAT

10 Yorum