1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ‘Reyhanlı Patlaması’ ve Pakistan’da Newaz Şerif’in Dönüşü
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Reyhanlı Patlaması’ ve Pakistan’da Newaz Şerif’in Dönüşü

14 Mayıs 2013 Salı 06:01A+A-

[email protected]

Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs günü öğle vakti korkunç iki patlama, sadece Türkiye gündemini değil, Ortadoğu gündemini de derinden etkiledi..

Reyhanlı, Haleb-Antakya yolu üzerinde, Antakya’ya 40, Haleb’e 50  ve Suriye sınırına da sadece 10-15 km. kadar mesafede bulunan bir yerleşim merkezi..

Bazı arabalara yerleştirilmiş güçlü patlayıcıların patlatılması sonunda 50 insan, hayatını  kaybetmiş, yüzlercesi de yaralanmış olup, bunlardan 20 kadarının durumu da ağır..

Küçücük Reyhanlı ilçesi bir savaş alanına dönmüş, başta şehrin Belediye binası olmak üzere, yüzlerce ev ve işyeri korkunç şekilde tahrib edilmiş bulunmaktadır.

Bu saldırı kelimenin tam mânâsıyla bir terör eylemidir. Çünkü, saldırıya uğrayan taraf silahlı bir grup değil, tam tersine, savunmasız sivil, insanlar, hattâ kadın ve çocuklar olup, hedefi de, genel bir korku ve paranoya havasıyla geniş kitleleri sindirmek netice almaktır. Elbette, bu hadisenin Suriye’de iki yılı aşkın zamandır devam eden ve bu zamana kadar 100 bine yakın insanın ölümüne müncer olan büyük buhrandan ayrı olduğu düşünülemez.. Üstelik de bu küçücük şehirde bile, canını kurtarmak için Suriye’den kaçıp buraya sığınan 25 binden fazla kadın, çoluk- çocuk, aileler, sivil kitleler bulunmaktadır.

İnsanların haftalık ev ihtiyaçlarını karşılamak üzere, daha yoğun şekilde şehir merkezinde bulunduğu bir Cumartesi gününde meydana gelen bu patlamanın alıp götürdüğü insanların büyük bir kısmının gencecik insanlardan ve çocuklardan oluşması, ayrı bir facia..

Ama, daha da acı, tehlikeli ve utanç verici olanı, bu patlamayı bahane ederek, patlamanın şokuyla hareket ettirilmeleri daha bir kolaylaşan, bir kısım zayıf iradeli, bu gibi hadiselerde sebeb-sonuç ilişkisinin mantıkî bir bağının olup olmadığını bile düşünemeyen çılgın insanları, bu şehirde ‘sığınmacı’ olarak barınmakta olan 25 bin kadar Suriyeli mağdur, mazlûm insanların üzerine saldırtmaları ve o zavallı insanların canlarını kurtarmak için açık alanlara, tarlalara kaçışmaları sahnesidir.

Başbakan Tayyîb Erdoğan’ın bu saldırı sonrasında, ‘Gerilim politikalarına tevessül etmemek ve Suriye’deki kanlı buhranın içine çekmek isteyen entrikalara da gelmemek gerek.. Büyük devletler bu gibi durumlarda sabırla, teennî ile hareket eder ve gerektiği zaman, gerekli cevabı da verirler..’  şeklindeki sözleri, o hassas anda söylenmesi gereken soğukkanlı tavır olarak takdirle karşılanmalıdır.

Ama, bu noktada, Tayyîb Erdoğan’ın Suriye konusuna, son birbuçuk yıl boyunca, çok hışımlı ve bodoslamadan daldığına dair iddialarda bulunanlar da yok değil..

Ne var ki, bu sözleri söyleyenlerin çoğu, Tayyîb Erdoğan’ın, hışımlı tavrından çok, Suriye konusuna  bu kadar derinlemesine dalmış olmasından rahatsızlar.. Halbuki, onbinlerce insan öldürülürken, üstelik, o yangının, 910 km. sınırının bu tarafına da yansıması ihtimali olduğundan,  T.C. rejimi, bu konuya ne kadar ilgisiz kalabilirdi ve konuya sadece ticarî menfaatlerin korunması, iyi komşuluk ilişkilerinin korunması ve  iç siyasetlere karışmamak ilkesi açısından bakılabilir miydi?

Nitekim, bu noktada, Tayyîb Erdoğan 12 Mayıs günü yaptığı konuşmada, ‘Eğer o katliâm ve cinayetler karşısında, o çocukların, sivil-savunmasız insanların canavarca katledilmeleri karşısında hiç bir şey yapamayacaksam, ben bu Başbakanlık ünvanını hemen burada bırakır, çeker giderim..’ diyecek kadar duygu yüklü bir tavır takınmış ve ‘Ben, Kıyamet’te, Rabbimin, ‘Türkiye Başbakanı olarak, Suriye’deki o mazlumlar için ne yapmıştın?’ şeklindeki sorusuna vereceğim cevabı düşünürüm..’ diyerek, gerçekte, başbakanı olduğu laik rejimin malûm çerçevesi dışında çok farklı bir söylem geliştirmiştir..

Bu sözler onun, bu konudaki tavrının doğruluk veya yanlışlığını hangi ölçüye göre belirlemek gerektiği kriterini, ölçüsünü de vermektedir.

Esasen, böylesine kanlı cinayetleri işleyen bir rejimle komşu olunan bir noktada, münasebetlerin nasıl normal götürülebileceği de bir ayrı konudur.

*

Suriye’nin burnunun dibindeki bir Reyhanlı’da ve iki tarafın hükûmetlerinin birbirine karşı son derece keskin ve sert tavırlar takındığı bir zaman diliminde, bu patlamaların Suriye’yle ilgisiz olduğunu söylemek son derece zor.. Ayrıca, son 2004-2011 arasındaki 7 yıllık dönem hariç, Türkiye- Suriye ilişkilerinin, baştan beri nasıl bir husûmet çizgisi üzerinde geliştiği ve A. Öcalan ve PKK’nın Hâfız Esed Hükûmeti tarafından ne denli desteklendiği ve iki ülkenin hattâ, 1998’lerde bir savaşın eşiğine kadar geldiği ve ancak Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla önlendiği de hatırlanmalıdır.

Ayrıca, Suriye’nin öteden beri Hatay konusunda ne gibi emeller beslediği (ki, Hâfız Esed Ailesi de esasen, Samandağ’lı idi) ve Hatay’ı uzuuun yıllar kendi resmî haritaları içinde gösterdiği bilinmektedir. Böyleyken, ‘Hatay Kurtuluş Ordusu’ isimli ve liderliğini Esed Hanedanı ile evlilik yoluyla da bir ilgi kurmuş olan ve son yıllarda (Suriye’de Esed Hanedanı’nın da mensubu olduğu azlık mezhebî grubun da merkezi sayılan) Lazkiye’ye yerleşmiş ve Marksist-Leninist Âcilciler örgütünün lideri olarak anılan ve  Suriye’nin Gizli Servisi ‘El’Muhaberat’ın emrinde hareket ettiği T.C makamlarınca bildirilen Mihraç Ural isimli bir kişinin bu patlamaların arkasında olduğu iddiası yabana atılacak cinsten görülmemelidir. Öcalan’ın Suriye’de bulunduğu yıllarda onunla da yakın irtibatı olan ve kendisinin ve örgütünün acımasızlığıyla meşhur bu Samandağ’lı kişinin bu patlamaların ardında olması ihtimali ciddîye alınacak mahiyettedir.

Çünkü,  Hatay’da Samandağ,  nusayrı-alevîlerinin merkezi durumundadır. Ve Antakya ve İskenderun’daki halk kitleleri, mezhebî açıdan karışık bir yapı arzetse bile, Reyhanlı’nın hemen tamamı sünnî müslümanlardan oluşmaktadır ve buradaki halka, özel bir husûmet beslendiği bilinmektedir. Bu bakımdan, Reyhanlı’nın cezalandırılmak için özellikle seçildiği ortaya çıkmaktadır.  Siyasî tercihler bakımından da, Reyhanlı’nın, yüzde 80-90’lara varan bir şekilde İslamî eğilimli olduğu kabul edilen partilere yöneldiği; Samandağ’ın ise, tam ters istikamette, yüzde 90’ları aşan şekilde laik ve solcu parti ve kişilere yöneldiği biliniyor. Kezâ, son aylarda, Hatay’da ‘ulusalcı’ denilen malûm çevrelerin, ellerinde Hz. Ali’ye aid olduğu iddia edilen resimler ve M. Kemal ve Beşşar Esed posterleriyle yaptıkları ve Türkiye’nin Suriye siyasetini protesto eden yoğun gösteriler de bu çerçevede değerlendirilmelidir. (Ki, bu protesto gösterilerinin, M. Kemal posterleri bilgisayar teknikleriyle yokedildikten sonra, Türkiye müslümanlarının Erdoğan Hükûmeti’nin Suriye siyasetini protesto ettiği şeklinde, hangi inqılabçı medya tarafından yayınlandığını tahmin edebilirsiniz..)

Ve, unutulmasın ki, ülkenin diğer yörelerinde olduğu gibi, Hatay yöresinde de insanlar çocuk yaşlarından itibaren, karşılıklı olarak diğer mezhebin mensublarının acımasızlıkları, vahşilikleri hikayeleriyle; karşı tarafın yokedilmesi temennileriyle büyütüyorlar.

Bu da bölgenin, hassas bir takım dengelerin korunması açısından nasıl özel bir dikkati gerektirdiğini gösterir.

Temenni edelim ki, bu fitne genişlemeden söndürülsün.

 

Muhammed Newaz Şerif’in dönüşü..

Türkiye’deki bir patlama, bütün ülkeyi bu kadar derinden sarsarken, yıllardır hemen her gün onlarca kişiyi alıp götüren patlamaların, suikasdlerin, cinayetlerin son bulmak bilmediği Pakistan’da 11 Mayıs günü yapılan seçimler de bir siyasî patlama halinde ve bu ülkenin geleceğini derinden etkileyecek bir sonuç çıkardı.

Pakistan’da ve son bir -iki aydır Pakistan Tâlibânı’nın bombalamaları, suikasdleri, tehdidleri ve yüzlerce kişinin öldürülmelerinin gölgesi altında 11 Mayıs günü yapılan yüksek katılımın gerçekleştiği seçimlerde, liderliğini Mian Muhammed Newaz Şerif’in yaptığı ‘Muslim League’ / (Müslüman Birliği) partisi beklenenin üzerinde bir başarı elde etti ve 272 sandalyeli Pakistan Meclisi’nde 130 sandalye kazanarak, tekrar iktidara gelme yolunda büyük bir avantaj sağladı.

Halbuki, seçim öncesindeki anketler, Pakistan’ın ulusal sporu sayılan çim okey alanında, dünyaca ünlü kriket şampiyonu olarak nitelenen İmran Khan’ın Adâlet Hareketi isimli hareketini favori gösteriyorlardı. Ama, İmran Khan, ancak 50 kadar sandalye elde edebildi.

5 ay öncelerde, milyonları dünyayı şaşırtan bir şekilde Karaçi’den Lahor’a ve oradan da Peşaver’e kadar, ‘tekbir’ sadâlarıyla ve İslamî Hükûmet talebleriyle yürütüp, hükûmeti seçim yapmaya zorlayan Tarıq Qadri  liderliğindeki hareketten ise hiç bir ses-soluk çıkmadı, bir saman alevi gibi söndü.. Halbuki, başlangıçta, Pakistan’ın yeni siyasî aktörü olarak sivrilmekte olduğu sanılmıştı.

Newaz Şerif’in Pakistan Meclisi’nde salt çoğunluk olan 137 sandalyeyi bulacağına kesin gözüyle bakılıyor.

64 yaşında olan Newaz Şerif, önce, Pakistan’daki eyalet sisteminde en büyük ve en zengin eyalet olan Pencab eyaletinde 1985-90 arasında eyalet başbakanlığı yapmış, sonra oradan 1990-93 arasında Pakistan başbakanlığı makamında bulunmuş ve 1997-99 arasında başbakan iken ise,  General Perwiz Muşerref’in yaptığı bir askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılmış, önce idâma mahkûm edilmiş, sonra Suûdî Arabistan’da sürgüne gönderilmiş ve 10 yıl siyasetten men’edilmişti. O sırada, Şerif’in en güçlü siyasî rakibi olan Bînezir Butto da kendi kendisini sürgüne göndermişti, Londra’ya..

Newaz Şerif, 2007 sonunda, henüz 10 yıllık yasağı dolmadan ülkesine dönmüştü, bir oldu-bitti’yle.. Seçimlere katılacaktı..

Butto da Londra’dan dönmüştü.. Ama,  2007’nin son günlerinde Bînezir Butto, bir seçim mitingi sırasında korkunç bir sukasdde öldürülünce..

O suikasdini oluşturduğu duygu atmosferinde Şubat -2008 başında yapılan seçimlerde, Butto’nun partisinin kazanması kaçınılmaz olmuştu. Binezîr’in, yolsuzluklarıyla dünya çapında ünlü ve de 11 yıl mahkûm olup zindanda yatan eşi Âsıf Ali Zerdarî de Meclis’e girmiş ve dahası, Meclis de onu Pakistan Cumhurbaşkanlığı’na bile getirmişti!. Geride kalan 5 yıl, Zerdarî ve ekibinin başarışız yönetimi altında geçti.

Şimdi, seçimlerde Pakistan halkının, Zerdarî ve Pakistan Halk Parti (PPP)’nin o kötü yönetimi cezalandırdığı ve hattâ seçimin ilk sonuçlarına göre, üçüncü parti durumuna düşürdüğü ve Muhammed Newaz Şerif’e yeniden itibar ettiği görülüyor.

Ancak, Newaz Şerif’in işi kolay değil.. Çünkü, Pakistan ordusunun iç siyaseti müdahalesi, Türkiye’dekinden daha az değildi.. Şimdi, o da, Tayyîb Erdoğan gibi, orduyu siyasete müdahaleden alıkoyacak kesini tedbirleri uygulamaya koyabilir ve ordunun dizginlerini eline geçirebilirse..  Belki o zaman, Pakistan gibi 180 milyonluk dev nüfusu kadar, dev problemleri de olan fakir bir ülke için, Newaz Şerif, bir macera  adamı olmayıp, halkına hizmet eden bir lider olarak sivrilme şansına sahib olabilir. Mevcud liderler arasında, herhalde, dünya siyasetini de, iç siyaset denge ve mekanizmalarını bilen birisi olarak, etkili ve halkın beklediği hizmetleri sunmak imkanına sahib olabilir..

Newaz Şerif’in şimdi ev hapsinde tutulan  ve yargılanmayı bekleyen General Muşerref’ten intikam alıp almayacağı tahmin edilemiyorsa da, onun büyük düşünebilen ve dar gelirli halk kitleleriyle iyi ilişki kurabilen, mütevâzı, mütevekkil ve dindar birisi olduğunu bilenler yine de o ihtimali uzak görüyorlar ve bütün enerjisini ekonomiyi ıslah etmek yolunda harcayacağını umuyorlar. Ayrıca, onun iş dünyasından ve ticaretle uğraşan bir aileden gelmesinin de bunda rolü olabilir.

Öte yandan, Amerika’nın insansız hava araçları eliyle Pakistan’da yaptığı bombardımanlara Newaz’ın son verebileceği ve Amerika’ya hayır diyebilecek birisi olduğunu söyleyenler, onun,  1998'de Hindistan’dan bir hafta sonra, Amerika’nın karşı çıkmasına rağmen, nükleer deneme yaptırmak, dünyadaki ‘nükleer güce sahib ülkeler kulübü’ne girmek kararlılığını delil olarak gösteriyorlar. Hatırlanacağı üzere, Newaz Şerif o zaman, ‘Hindistan atom bombasına sahib olunca, bizim sahib olmamamız kabul edilemez.. Evet, fakiriz ama, ağaç kabuklarını kemirerek de hayatta kalabiliriz, lakin,  atom gücümüz olmadan kalamayız..’ şeklindeki sözleriyle dikkat çekmişti..

Amerika’nın Newaz Şerif’in seçilmesinden pek de memnun oldukları söylenemez herhalde.. Çünkü, hele de, Pakistan Yüksek Mahkemesi’nin ısrarla istediği ve bu konuda hileli davrandığına inandığı iki hükûmeti azlettiği, Zerdarî’nin yolsuzluğunu belgeleyecek bilgilerin İsviçre bankalarından Pakistan’a intikaline engel olarak, Pakistan’da istediği gibi oynuyordu. Şimdi, bu yol tıkanmış olacak..

Ancak, Amerika’yı daha da ürküten, Newaz Şerif’in ve ‘Pakistan Tâlibânı’nın karşılıklı olarak, seçim öncesinde birbirlerine saldırmamaları..

Pakistan şartları içinde, Newaz Şerif’in mevcud siyasî güçler arasında iyi bir tercih olduğu söylenebilir.

*

Pakistan’da Newaz Şerif’in iktidara gelmesinden sonra, İran’da da Hâşimî Refsencanî’nin siyasete dönüşü, onun seçimleri kazanmasıyla sonuçlanırsa; bunun, Pakistan- İran ve Türkiye hattında daha rahat bir işbirliğine yol açabileceği söylenebilir.

(Refsencanî’nin siyasete dönüşünün muhtemel sonuçlarına da gelecek yazıda değinelim, inşaallah..)

YAZIYA YORUM KAT