1. YAZARLAR

  2. ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

  3. Resul için peygamber/elçi ifadesinin kullanılması ve Resullüğün devam etmesi meselesi
ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Resul için peygamber/elçi ifadesinin kullanılması ve Resullüğün devam etmesi meselesi

24 Kasım 2020 Salı 14:27A+A-

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yüce Allah’a hamd Resulüne selam olsun. Resul kavramıyla ilgili yazı serimizin bu yazısında da, Nebi ve Resul ile ilgili iddiaları değerlendirmeye devam edeceğiz. Yazımıza başlamadan önce bu kavram ile ilgili önceki yazımızda yer verip kritik ettiğimiz iddiaları hatırlayalım. Kritik etmeye çalıştığımız iddialar şunlardı;

1-) Resul ve Nebi sözcükleri farklı olduğundan, aralarında bir fark olmalıdır. Zira Allah boş yere farklı sözcükler kullanmaz.

2-) Nebi Allah’tan haber getiren zat anlamında kullanılmakta ve nübüvveti ifade etmekte, Resul Allah’tan gelen haberi ileten elçi anlamında kullanılmakta ve risaleti ifade etmektedir.

3-)Her Resul Nebidir, ama her Nebi Resul değildir.

4-)Resul kavramı kitap verilen elçi, Nebi ise kitap verilmeyen elçidir.

5-)Resul Allah’ın vahyini ileten kişi durumunda olduğu için, Resule itaat emredilmekte, fakat Nebiye itaat emredilmemektedir. Zira Nebi’lik salt Resullükle sınırlı değil, ayrıca insani zaafları da içermektedir. Bu nedenle  eleştiri ve düzeltmelerde Nebi ifadesi kullanılarak yapıldığını görmekteyiz.

6-)Nebi’lik sona ermiş ama Resullük devam etmektedir.

7-) Kur’an’da kullanılan Resul ve Nebi kavramları ciddi farklılıklar içerdiklerinden onları birbirlerinin yerine kullanmak ciddi bir yanlış olduğu gibi, onların yerine peygamber ve elçi gibi kavramları kullanmak da büyük bir hatadır.

Önceki yazımızda dördüncü iddiaya kadarki bölümü değerlendirmiş ve beşinci iddiaya gelmiştik. Şimdi de yüce Rabbimizden yardım dileyerek, beşinci iddiayı kritik edelim;

5-) (İddia şuydu;) Resul Allah’ın vahyini ileten kişi durumunda olduğu için, Resule itaat emredilmekte, fakat Nebiye itaat emredilmemektedir. Zira Resullük sadece Allah’ın elçiliği ile sınırlıyken, Nebi’lik pozisyonu, salt Resullükle sınırlı değildir. Nebi’lik ayrıca insani pozisyonları da içermektedir. Bu nedenle yapılan eleştiriler ve düzeltmelerde Resul değil, Nebi ifadesi kullanılmaktadır.

Yukarıya aldığımız tespitin eksik ve yanlış olduğu görüşündeyiz. Çünkü;

a-) Allahtan haber alan bir Nebi’nin, aldığı bu haberi muhataplarına iletme yükümlülüğünün olmaması veya bu haberleri/vahiyleri iletmemesi asla mümkün değildir. Nitekim Nebi ifadesinin geçtiği ve Nebi’nin muhatap alındığı bazı ayetlerde bu iletme sorumluluğunun ortaya konulduğunu görebiliyoruz:

“Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve Müminlerin kadınlarına de ki: (dışarı çıkacakları zaman) bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” 1

“Ey Nebi! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah, kalplerinizde (iman, ihlâs, iyi niyet gibi) bir hayır (olduğunu) bilirse, sizden alınan fidyeden daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”2

 “İnsanlar (başlangıçta) tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak Nebiler gönderdi.  “Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet (peygamberlik) verdiği bir kimsenin, insanlara ‘Allah'ı bırakıp bana kul olun!’ demesi mümkün değildir. Aksine ‘İlâhî kelâmı derinliğine öğrenip onu başkalarına da öğreterek Rabbani şahsiyetler olun!’ der. O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, Müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?” 3 

“Ey Nebi muhakkak ki biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”4

Sadece bu ayetlerden de anlaşılabilir ki, Nebi olma vahyi iletmeyi de içeriyor. Dolayısıyla tebliğ konusunda Resul’den farklı bir durumlarının söz konusu olmadığı açıktır. Resul ve Nebi arasında ciddi bir fark gören bazı kardeşlerimiz Resul, salt Allah’ın indirdiklerini aktarıyor diyorlar. Bu tespit doğal olarak akla şu soruları getiriyor; yüce Allah’ın şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdiği Nebileri, haşa vahyi aktarmıyorlar mı? Ya da vahyi aktarırlarken veya sonrasında hevalarından bir şeyler mi ekliyorlar? Haşa, Nebiler asla böyle bir şey yapmazlar. Şüphesiz onlarda vahyi en güzel bir şekilde alıyor, anlıyor, iman ediyor, yaşıyor ve yaşadıkları şeylere davet ediyorlar. Tıpkı Resul unvanı ile yaptıkları gibi. 

b-) Yanlış iddianın aksine, Resullere olduğu gibi, Nebilere de itaat emredilmiştir.

Nebilere kitap verilmiş ve onlara indirilen vahyin somut ve görünen canlı örnekleri olmaları emredilmiştir. Ayrıca bu örneklikle beraber buna davet etme, bu davete uyanları müjdeleme, itaatten yüz çevirenleri de korkutarak uyarma sorumluluğu verilmiştir.5 Dolayısıyla yüce Allah’ın, bu görevi verdiği Nebisine itaati emretmemesi mümkün değildir. Konuyla ilgili ayeti kerimelere bakalım:

Uhud savaşı sırasında, Nebi (as.) öldü diye şayia çıkınca birçok sahabe kaçmış, hatta bazıları Medine’ye kadar gitmişlerdi. Yüce rabbimiz “(Hazreti) Muhammed (a.s.) ancak bir Resuldür. Ondan önce birçok resuller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz (dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?) Kim (böyle) geri dönerse (bilsin ki), Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez (kendisine zarar verir). Allah, şükredenlere karşılığını verecektir.”6 Diye buyurarak onları uyarmakta ve geçmişte Nebilerine tabi olarak savaşanları ve zorluklara karşı sabredenleri onlara örnek göstermektedir:

“Nice Nebilerle birlikte birçok kendisini Allah’a adayanlar da savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.”7  

Görüldüğü gibi, ayetlerde Müminlerin itaatsizlikleri eleştirilmekte ve daha önce gönderilen Nebilere uyanlar övülmektedir. Ayrıca bu ayetlerde dikkat çeken bir hususta, Hz. Muhammed’in ancak bir Resul olduğuna dikkat çekildikten sonra (3/144.), geçmişte kendilerini Allah’a adayanların Nebileri ile birlikte sabrettiklerine vurgu yapılmaktadır. (3/146.) Bu ayette de yüce Rabbimizin Resul ve Nebi’yi aynı anlamda kullandığına şahitlik etmekteyiz. 

“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resule, o ümmî Nebiye uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”8

Bu ayetten de, Resul ve Nebi’nin aynı anlamda kullanıldığını, Resul gibi, Nebiye uymanın da övüldüğünü, Resul ve Nebi’nin iyiliği emir ve kötülüğü nehiy ettiğini, temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri de haram kıldığını görebiliyoruz. Bunları gerçekleştiren Nebiye, itaatin emredilmemesinin mümkün olmayacağı açıktır.

“ (Münafıkların) İçlerinden bir grup da, “Ey Yesrib (Medine) halkı! Tutunacak bir yeriniz kalmadı, geri dönünüz” demişti. Onlardan başka bir grup da Nebi’den, “Evlerimiz korumasız kaldı” diyerek izin istiyordu. Oysa evleri korumasız değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı. Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine saldırılsa, sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense, çok azı hariç hemen dinlerinden dönerlerdi. Hâlbuki onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen sözün hesabı mutlaka sorulacaktır.”9

“Ey Nebi! Mümin kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”10

Sonuç olarak yukarıya aldığımız sınırlı ayetlerden de, Nebi’lere itaatin emredilmediğine dönük iddianın yanlış olduğunu rahatlıkla anlayabilmekteyiz. Dolayısıyla Resulle Nebi arasında itaat konusunda bir farkın olmadığını söyleyebiliriz.

c-) Kur’an’da Nebiler, makam olarak Resullerden daha düşük gösterilmemiş, sadece nebiler de eleştirilmemiştir. Diğer yandan Nebiler, Kur’an’da ciddi bir şekilde övülmüş ve makamlarının normal insanlardan çok daha yüce olduğunun altı çizilmiştir.  

Peygambere ufak tefek uyarılarda bulunulan ayetlerde, nebi ifadesinin daha çok geçtiği doğru bir tespittir. Ancak bundan Resul ifadesinin geçtiği yerlerde böylesine bir uyarının hiç geçmediği gibi bir anlam çıkarmak ve Nebi’nin konumunu, Resulün konumundan düşük görmek ve göstermek te yanlış olacaktır. Nitekim Ahzab suresinin 36---40. Ayetlerinde Resul ve Nebi ifadesi aynı anlamda beraber kullanılmakta ve ayırım yapılmadan Resul ve Nebi olan Hz. Muhammed’in sınırlı eksikliklerine işaret edilerek düzeltilmektedir.

 “Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resul’üne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: 'Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın' diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de Nebi üzerine hiç bir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın bir sünnetidir. Allah'ın emri takdir edilmiş bir kaderdir. Ki onlar Allah'ın risaletini tebliğ eden (Resul)ler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resulü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.”11

Görüldüğü gibi ayetlerde Nebi- Resul ayırımı yapılmadan hem farklı konumlarından bahsedilmekte, hem de insani boyutlarından kaynaklanan ufak tefek zaaflarına dikkat çekilmektedir. 

Diğer yandan Nebi ifadesinin geçtiği yerlerde, Nebiler, insani boyutları nedeniyle sadece eleştirilmemekte, aynı zamanda, Nebiler, övülerek yüceltilmekte, makamlarının büyüklüğüne dikkat çekilmekte ve Müminlerden de Nebilerin konumlarına uygun davranmaları da istenilmektedir: 

“Nebi, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanımları da onların analarıdır.”12

“Ey Nebi! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”13   “Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama  (O), Allah'ın Resulü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.”14 “Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Resul'e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”15    

Biz ona (oğlu İsmail'den sonra) İshak'ı da, (torunu) Yakub'u da bahşettik. Onun soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik. Dünyada ona mükâfatını da verdik. Şüphesiz o, ahirette de iyi kimselerdendir.”16 “Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet (peygamberlik) verdiği bir kimsenin, insanlara “Allah'ı bırakıp bana kul olun!” demesi mümkün değildir. Aksine “İlâhî kelâmı derinliğine öğrenip onu başkalarına da öğreterek Rabbani şahsiyetler olun!” der.”17  “Onlar kendilerine kitap, hikmet ve Nübüvvet (peygamberlik) verdiğimiz kimselerdir. Eğer şu (inanmayan)lar bunları tanımayıp inkâr ederlerse, (bilsinler ki biz) yerlerine inkâr etmeyen bir topluluk getiririz.” 18

“Nebiler sadece dünyada değil, ayrıca ahirette de en övgüye layık makamlarda gösterilmektedirler:  “Ve Kitap ortaya konulduğunda, Nebiler ve şahitler getirildiğinde''19 

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; ayetlerde de net olarak görüldüğü gibi, Nebilerin konumu, Resullerin konumundan daha düşük/farklı olarak tanıtılmamakta ve birçok yerde makamlarının yüceliğine açıkça işaret edilmektedir.  

d-) Resullerin/Nebilerin insani boyutlarından kaynaklanan farklı durumlarını, Resul –Nebi ayırımı üzerinden değil, Beşer- Resul veya dini ve dini olmayan diye ayırmak daha doğru ve daha anlaşılır olacaktır. (Zira Kur’an ufak farklılıklarla beraber, Resul ve Nebi kavramlarını aynı anlamda kullanmaktadır.)

Sözgelimi, Resul (as.)’ün yemelerini, içmelerini, giyinmelerini, adetlerini, savaşlardaki stratejilerini, tarım, tıp, bürokrasi alanlarındaki uygulamalarını beşeri veya dini olmayan uygulamalar olarak görmek, İnanç, ibadet ve helal- haram gibi din adına yapılan bildirimleri ise Resul/Nebi olarak yaptığı bildirimler ve uygulamalar olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır. (Daha geniş bir bilgi için bakınız: https://www.haksozhaber.net/kurana-gore-resul-kavraminin-anlami-ve-beser-olmaktan-kaynaklanan-dogal-ozellikleri-33691yy.htm)

..................................................................

Şimdi de Resul ve Nebi ile ilgili altıncı iddiayı değerlendirelim:

6-) (Bu iddiaya göre;) Nebi’lik sona ermiş ama Resullük devam etmektedir.

Bu iddianın da çok yanlış olduğu, tartışılamayacak kadar açıktır. Bu iddianın niye yanlış olduğunu birkaç maddede ifade edebiliriz:

a-) Bizzat Kur’an’ı Kerim, Hz. Muhammed’in son elçi olduğunu beyan buyurmuştur: “Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de Nebi üzerine hiç bir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın bir sünnetidir. Allah'ın emri takdir edilmiş bir kaderdir. Ki onlar Allah'ın risaletini tebliğ eden (Resul)ler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resulü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.” 20 

Ayrıca imam Buhari’nin de aktardığı şu sahih hadiste, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu teyit etmektedir; "Benimle benden önceki diğer peygamberlerin durumu mükemmel ve güzel bir ev yapan fakat sadece köşelerinin birinde bir kerpiçlik yeri boş bırakan bir adama benzer. Halk, evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve o eksikliği görüp  'Bu boşluğa bir kerpiç konulmayacak mı?' der. İşte ben bu kerpicim, ben peygamberlerin sonuncusuyum."21

b-)Kur’an’ı Kerim’den, bundan önce gönderilen Peygamberlerin sınırlı bir zaman ve sınırlı insanlar için gönderildiği açıkça anlaşılırken, Hz. Muhammed’in tüm insanlar için gönderildiğini bizzat Kur’an’ı Kerim, açıkça ilan etmektedir: “Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” 22

c-) Elçilerin yeniden gönderiliş nedenlerinden birisi de kendilerine gönderilen kitapların tahrif edilmesidir. Nitekim Hz. Muhammet’ten önce gönderilen peygamberlerin kitaplarının tahrif edildiğini, bizzat Kur’an’ı Kerim bize haber vermektedir. Diğer yandan aynı şekilde Kur’an’ı Kerim, Hz. Muhammed’e gönderilen kitabın, bizzat yüce Allah tarafından indirildiğini, yine onun tarafından korunduğunu ve ilerde de korunacağını da bize açıkça haber vermektedir: “Kur'an'ı şüphesiz biz indirdik. O'nu koruyacak olan da şüphesiz biziz.”23

Dolayısıyla, Hz. Muhammed’in son elçi oluşu, tüm insanlara gönderilişi, kendisiyle gönderildiği Kitabın tamamen, çok temel meselelerdeki sünnetlerin de (namaz, hac, oruç, başörtü tesettürü, ezan ve benzerleri gibi.) mütevatir sünnet (on binlerin pratikte uygulayarak aktarması) yoluyla korunması da, elçinin gönderilmesinin gerekmediğini ortaya koymaktadır. 

d-) Diğer yandan Hz. Muhammed’in son elçi olduğunun ve ondan sonra Resul/Nebi’in gelmeyeceğinin en büyük delillerinden birisi de, Hz. peygamberin zamanından başlayarak her devirde yüzbinlerce Müslüman’ın Hz. Muhammed’in son elçi olduğunun üzerinde ittifak etmeleri ve ittifak ettikleri bu hususu her devirde yüzbinlerce Müslümanın tam bir ittifak içinde bize aktarmalarıdır. (İslami literatürde, buna mütevatir haber denmektedir. Nitekim Hz. Muhammed’in Mekke’de doğduğu, Medine’ye hicret ettiği, Bedir, uhud, Hendek savaşlarının olduğu gibi haberler de, bize mütevatir haberler olarak gelmişlerdir. Dolayısıyla bu haberlerden şüphe etmemek aklın da zorunlu bir gereğidir.) 

Dolayısıyla “Nebi’lik sona ermiş ama Resullük devam etmektedir.” iddiasının kabul edilemeyecek bir iddia olduğu açıktır. (Ayrıca şu da bilinmelidir ki; “Yüce Allah rahmet etmeyi kendisine yasa edinmiştir''24 Bu nedenle, ayetten de net olarak anlaşılacağı gibi, Hz. Muhammet’ten sonra Resul/Nebi göndermek Müslümanların ve insanlığın hayrına olsaydı, yüce Allah, elbette insanlığı bu rahmetinden mahrum etmeyecekti. Nitekim varsayalım ki yüce Allah yeni bir elçi göndermiş olsun ve bu elçi mesajını bugün Müslüman olanların sayısı kadar insana da duyurabilmiş olsun. Sizce bir milyar yedi yüz milyon Müslüman’ın kaçta kaçı, bugünkü parçalanmışlık ve kötü koşullar içinde Allah Resulüne tabi olurdu. Hâlbuki bugün en azından teoride, bir milyar yedi yüz milyon insan, Kur’an’ı Kerim’i kutsal kitabı olarak görmekte ve ona tabi olması gerektiğini de ilke olarak kabul etmektedir. Bu durumun ise, insanlar için (potansiyel olarak)  büyük bir kurtuluş imkânını barındırdığı açıktır. Şüphesiz ki yüce Allah’ın yeni bir elçi göndermemesinin sayısız hikmeti olabilir ve bunların tümünü bilmemiz de mümkün değildir. Ama bilmemiz gerekir ki, kolaylaştırmayı ve iyilik yapmayı kendisine temel bir yasaya dönüştüren yüce zat,  eğer bugün Resul/Nebi göndermiyorsa, bunun tek sebebi bugünkü şartlarda Resul göndermesinin insanlık için kolaylık değil, zorluk oluşturma ihtimali olabilir.

Ayrıca buraya kadar “Nebi’lik sona ermiş ama Resullük devam etmektedir” iddiasını değerlendirirken, yukarıda da söylediğimiz gibi buradaki Resul ifadesini kavramsal anlamda ele aldığımızı da tekrar hatırlatalım. Zira açıktır ki, Resulün sözlük anlamında devam ettiğini söylemenin tartışılacak bir tarafı yoktur. Nitekim biz de Resul kavramının Kur’an’da sözlük anlamıyla da kullanıldığını baştan zaten kabul etmiş ve bu gerçeği yazımızın en başında da açıkça ifade etmiştik. Ayrıca bizzat Hz. peygamberin de (sözlük anlamıyla) resuller/elçiler gönderdiğini, kendisine de diğer şehir ve ülkelerden elçiler/Resuller geldiğini de hatırlayalım. Hatta asrı saadette, kabile heyetlerinin çoğunun Hicri 9. yılında geldiği için, siyer kaynaklarında, hicri 9. yıla heyetler/elçiler yılı adı verilmiştir. 25 

Dolayısıyla buradaki Resul/elçi ifadesini, sözlük anlamında kullanmadığımız açıktır. (Bu izahı yapmamızın sebebi, maalesef bazı âlimlerin bile, Resul ifadesini, Peygamberliğin müzakere edildiği zeminlerde, sözlük anlamıyla kullanma hatasına düşmeleridir. Hatta aynı sıkıntının tüm kavramlar için de söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, müteşabih kavramını izah eden bazı âlimler, Kur’an’ın tümü bir açıdan müteşabih, diğer açıdan muhkemdir diyebilmektedirler. Yanı sıra Kur’an’da ki müteşabih kelimelerinin geçtiği ayetleri (sözlük veya kavram anlamında kullanıldığını ayırt etmeden) delil olarak sunabilmektedirler. Yahut Allah yolunda savaş anlamında kavramsallaşmış cihat kavramını, sözlük anlamı olan gayret göstermek/mücadele etmek anlamında kullanabilmektedirler. Bu ise meselelerin ilmi olarak müzakeresini zorlaştırmaktadır. )

Şimdi de Resul/Nebi ile ilgili yedinci iddiayı değerlendirelim;

7-) (Bu iddiaya göre;) Kur’an’da kullanılan Resul ve Nebi kavramları ciddi farklılıklar içerdiklerinden onları birbirlerinin yerine kullanmak ciddi bir yanlış olduğu gibi, onların yerine peygamber ve elçi gibi kavramları kullanmak da büyük bir hatadır.

Bu iddiaya katılamayacağımız açıktır. Zira şimdiye kadar yaptığımız değerlendirmelerde Resul ve Nebi arasında ciddi bir farkın olmadığını, ayrıca Kur’an’ın bazı ayetlerinde elçilerin tümü için Nebi, bazı ayetlerde ise elçilerin tümü için Resul ifadesinin kullanıldığını da gördük. Ayrıca elçilerin en önemli özelliği olan şahitlik, müjdecilik ve uyarıcılığın, bazen Nebi, bazen Resulün temel görevi olarak zikredildiğini ve aralarında ciddi bir ayırım yapılmadığını da tespit ettik. Dolayısıyla Resul ve Nebi kavramlarını birbirinin yerine kullanmamak için ciddi bir neden bulamadığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz.

Aynı şekilde, Peygamber ve elçi kelimelerinin kullanımlarının sorun oluşturduğu fikrine de katılamıyoruz. Bildiğimiz gibi, Peygamber kelimesi farsça olup sözlükte “haber getiren” demektir. Bu kelime erken dönemden beri Türkçeye geçip yerleşmiştir ve Allahtan haber getiren anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Türk Dil Kurumu sözlüğünde, peygamber kelimesi için, şunlar zikredilmektedir; İnsanlara Tanrı'nın buyruklarını bildiren, onları Tanrı yoluna, dine çağıran kimse, yalvaç, yalavaç, elçi.26  Bu nedenle peygamber kelimesinin kullanılması sırasında bir anlam kaybı veya zihinde bir karışıklığın oluştuğunu söyleyemeyiz. Aynı şey “elçi“ kelimesi için de geçerlidir. Nitekim TDK ’ya göre elçi kelimesi; 1-) Bir devleti başka bir devlet katında temsil eden kimse, sefir.  2-) Bir uzlaşma sağlamak veya iş bitirmek için birinin yanına gönderilen kimse. 3-) Peygamber, anlamlarına gelmektedir.27 Dikkat edilirse, elçi kelimesinin anlamları, Arapçadaki Resul kelimesinin, sözlük ve kavram anlamıyla birebir uyuşmaktadır. Dolayısıyla bize göre elçi kelimesini kavram anlamıyla (Allah’ın Resulü anlamında) kullanmanın hiçbir mahzuru yoktur. Kaldı ki Kur’an’ın, o günkü toplumun dili olan Arapça ’ya sonradan giren ve genel kabul gören kelimeleri kullanması da bizim tezimizi güçlendirmektedir. Diğer yandan bizzat Yüce Allah’ın da resul kelimesini Kur’an’da, herhangi bir elçi anlamında da, Allah’ın elçisi anlamında da kullanması da, yukarıdaki iddiamızın isabetli olduğunun başka bir delilidir. Ayrıca Kur’an’ı Kerimde de Allah’ın elçisi anlamında, sadece Resul ve Nebi kelimesi de kullanılmamaktadır. Zaman zaman bazı yerlerde ‘Mürselin’, (otuz üç yerde) bazı yerlerde de (üç kez) ‘Daiyellah’ (Allah’a çağıran veya Allah’ın davetçisi) ifadesi de kullanılmaktadır.28 Dolayısıyla Kur’an’ı doğru anlamak için, tercümelerde Arapça kavramaların tümünü kullanmayı şart koşmak, Resul ve Nebi kavramları gibi.) abartılı bir tutum olacaktır. 

Sözlerimizin sonu yücelerin yücesi olan Allah’a hamdtir. Bütün eksikliklerden münezzeh ve bütün yüceliklerin kendisinde toplandığı rabbimize, görüşlerimizden isabet ettiklerimiz için şükür eder, yanılgılarımız için de bağışlanmayı talep ederiz. Şüphesiz ki her şeyi doğru bilen sadece yüce Allah’tır.

---------------Dipnot------------------------------------

1- 33/59

2- 8/70.

3- 3/79,80.

4- 33/45.

5- 33/45.

6- 3/144.

7- 3/146.

8- 7/157.

9- 33/13---15.

10- 60/12.

11- 33/36---40

12- 33/6.

13- 33/45

14- 33/40.

15- 49/1,2.

16- 29/27.

17- 3/79.

18- 6/89

19- 39/69.

20- 33/38---40.

21- Buhari, Menakıp 18. Müslim, Fedail 21.

22- 34/28.

23- 13/9.

24- 6/12.

25- TDV İslâm Ansiklopedisi, C.36. S. 520-521

26- Tdk.gov.tr sozluk.gov.tr (Ayrıca bak; Dr. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Peygamber Kelimesi, S.1075.)

27- Tdk.gov.tr sozluk.gov.tr

28- Muhammed Fuat Abdulbaki, el- Mü’cem, Mürselin ve Daiyellah başlıkları. 

 

YAZIYA YORUM KAT

14 Yorum
  • Fatima zehra / 29 Kasım 2020 20:04

    Degerli Abdülhakim bey kardesim Esselamu aleykumm
    Rabbim saglik sihhat ve rahmet versin.. tesekkür ederim
    Ayrica özkan acar bey kardesimede tesekkür ederim Rabbim emeklerinizi zayi etmesin Cok güzel ve aydinlatici oldu.... Selametle kaliniz insaAllah..

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 29 Kasım 2020 15:42

    Selman kardeşimizin dediği gibi süleymaniye vakfı çalışmasını istifadenize sunmaya çalıştım.
    İstedim ki yazı dizisi şeklinde yayınladığınız Nebi... Resul kavramlarındaki eksik ve bu kavramlar yerine PEYGAMBER kavramını kullandığınızdan dolayı yazılarınız daki çelişkilerin farkına varın. Haddimi aşmak istemeden şunuda belirtmekte yarar görüyorum. Nebi... Resul kavramları üzerine çalışma yapanların mutlaka Dr. Fatih Orum ve Zeki Bayraktar hocaların çalışmalarını incelemesi ondan sonra devam etmeleri gerekir.
    Bu yazdıklarımı eleştirecek olanlar ne olur bahsettiğim çalışmaları tetkik ettikten sonra
    karşı yazı yazsınlar. Çünkü ben bu konuda kim yazı yazmış ve videoları varsa tetkik etmişimdir.
    A. Beyazyüz hocamın yazılarını da hararetle takip eden ve istifade eden biriyim.
    Rabb, bimden dilerim ki kendisinin yolunda gayret edenlere muvaffakiyetler versin.
    Selametle kalın efendim.

    Yanıtla (0) (0)
  • Selman / 29 Kasım 2020 08:21

    Özkan Acar kardeşimiz,Abdulaziz Bayındır'ın Süleymaniye Vakfı sitesindeki makalesini Aktarmış...

    Yanıtla (0) (0)
  • Abdulhakim Beyazyüz / 28 Kasım 2020 12:44

    Özkan acar beyefendi kardeşim, zahmet etmiş, uzun uzun fikirlerini bizimle paylaşmış. Kardeşimize katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Fikirlerini ifade ettiği tüm hususlarda, meselelere nasıl baktığımızı Nebi/Resul konusunu işlediğimiz iki yazımızda beyan etmiştik. Bu nedenle ek bir şey söylemeye ihtiyaç görmüyoruz. Yüce rabbimiz çabalarımızı lütfuyla kendisine yakınlaşmaya vesile kılsın.

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:48

    9.bölüm.11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (öl.310 h.) Cami’ul-beyân fî te’vîl’l-Kur’ân, Tahkik Ahmed Muhammed Şakir, 1420/2000 c. 20, s. 500.

    [12] Rahmân, iyiliği sonsuz demektir. İnsanlar her şeyi Allah’ın verdiğini kabul ederler; ama emir vermesini kabul edemezler.

    [13] Bu yük bize yüklenmemiştir. Bkz. Bakara 286.

    [1]Biri Mekke ordusu diğeri ise zayıf bir koruması olan Mekke Ticaret Kervanı

    [2]“Allah’ın sözleri” diye meâl verdiğimiz كَلِمَاتِهِ çoğul olduğu için en az üç sözünün olması gerekir.Birincisi Romalılarla Perslilerin karşılaşacağı gün müslümanların sevindirileceğidir. İkincisi İsrâ 17/76-77. Âyetler gereği müşriklerin Mekke’den çıkarılması, üçüncüsü de Bakara 191. Âyet gereği bu işi müslümanların gerçekleştirmesidir.

    ....VESSELAM.

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:46

    8.bölümBurada Allah’ın indirdiği kitaptan ve kitabın tebliğinden söz edilmemektedir. Zaten أنبأ kökünden ism-i fail nebi’ = نبيء değil münbi’= منبئ olur. Allah Nebîsine, önceki toplumların haberlerini bildirdiği zaman “… onlara haberini oku! (Bkz. Maide 5/27, Araf 6/175, Yunus 10/71, Şuarâ 26/69)” diye emreder. Bu, Allah’ın verdiği haberdir; onu okuyanın verdiği haber değildir.

    [2] Ayetlerdeki sıralama şöyledir: “İbrahim, İshak, Yakub, Dâvûd, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Nuh, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut. (aleyhimusselâm).

    [3] Ahmed b. Hanbel, Müsned V. S. 266.

    [4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (310 h.), Tarih’ul-Umem ve’l-Mülûk (Tarih’ut-Taberî) Beyrut 1407, c. I s. 187, ez-Zemahşerî (467-538 h.), el-Keşşaf, A’lâ Suresinin tefsiri.

    [5] Bkz. Al-i İmran 3/81.

    [6] Kişi kendi durumunu Allah’ın kitabıyla karşılaştırmadan yolunun sapıklık olduğunu anlayamaz. Bunu anlayanlardan kimi yolunu düzeltir, kimi de bile bile sapıklık içinde kalır. Bu da kendine kitap ve Nebî gönderilen toplumlarda ayrılıklara sebep olur.

    [7] Mecelle m. 1450. (Risalet, bir kimse tasarrufta dahli olmaksızın bir kimesnenin sözünü diğere tebliğ etmektir. Ol kimseye resul ve ol kimesneye mürsil ve diğerine mürselun ileyh denir.)

    [8] Bkz. Neml 27/35.

    [9] Ömer Nasuhi BİLMEN bu konuda şunları söyler: “Yeni bir kitap ile yeni bir şeriat ile bir ümmete peygamber gönderilmiş olan zata nebi, peygamber denildiği gibi “Resul, Mürsel” de denir. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile gönderilmeyip de kendisinden evvelki bir peygamberin kitabını ve şeriatını ümmetine bildirmeğe memur olmuş olan zata da yalnız nebi veya peygamber denilir, resül ve mürsel denilmez.” (Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, İst. 1986, s. 17, par. 34)

    Lisan’ul- Arab’da şu ifade geçer: Resul özel, nebi geneldir; her resul nebidir ama her nebi resul değildir.

    والرَّسولُ أَخصُّ من النبي، لأَنَّ كل رسول نَبِيٌّ وليس كلّ نبيّ رسولاً.

    [10] Allah, Mekke ordusunu Müslümanlara vereceğini bildirmişti. İlgili âyetler şöyledir: “Hani Allah söz vermişti, o iki takımdan biri kesin olarak sizindi[1]. Siz silahsız olanı (kervanı[1] ) istiyordunuz. Oysa Allah, (size de bildirdiği) sözleriyle[2] yaptığı vaadi gerçekleştirmek ve o kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.”Vaadini gerçekleştirmek ve o bâtılı (girdikleri yolun yanlışlığını)

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:44

    7.bölüm93.92. Uydurdukları bir yalanı Allah’a mal eden veya kendisine bir şey vahiy edilmediği içine bir şey doğmadığı halde “Bana bildirildi” diyen yahut “Allah’ın indirdiği gibisini ben de indireceğim” diye bir söz söyleyen kişinin yaptığından daha büyük yanlışı kim yapabilir? Ölümün bütün etkileri ortaya çıktığında yanlışlar içindeki o kimseleri bir görsen! Melekler ellerini uzatıp şöyle derler: “Çıkarın ruhlarınızı! Bugün alçaltıcı bir ceza ile karşılanacaksınız . Bu ceza, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanıza ve büyüklük taslayarak âyetlerinden uzaklaşmanıza karşılıktır.” (En’am 6/93)

    Bugün yapılacak tek şey, Kur’ân’ı tebliğ konusunda Muhammed aleyhisselamın yoluna girmek ve onu örnek alarak yaşamaktır.

    [1] Nebi = النبيُّ kelimesi فَعيلٌ veznindedir. Ya nebe’ = نبأ kökünden, “haber veren” anlamında ismi-i fail, ya da nebve = النَّبْوةُ kökünden, “değeri yükseltilmiş” anlamında ism-i mef’ul olur. Birincisinde نبيء’de hemze, ikincisinde de vav ya harfine dönüştürülmüştür. Kelimenin nebe’ = نبأ ‘den türetildiğini söyleyenler ona; “Allah’tan haber veren kişi” anlamı vermişlerdir (Es-Sıhah ve lisan’ul-Arab نبأ maddesi).

    Ragıb el-İsfahânî hemzesiz olanını yani “değeri yükseltilmiş” anlamını tercih etmiştir ve Muhammed aleyhisselamın kendine “يا نبيء الله = Ey Allah’ın nebii” diye hitap eden birine söylediği şu söze dayanmıştır: “لست بنبيء الله، ولكن نبي الله = Ben Allah’ın nebii değilim ama Allah’ın nebisiyim (Müfredat).” Bize göre doğrusu budur. Çünkü Allah’ın nebisi, Allah’tan haber veren kişi değildir. Haber veren, bir yerden edindiği bilgiyi bir başka yere aktarır. Allah’ın nebileri öyle yapmazlar; Allah’ın kendilerine indirdiği kitabı hem Allah’ın kullarına tebliğ eder, hem de uygularlar.

    Kur’an’da, nebe’ = نبأ kökünden türemiş أنبأ kelimesi sadece şu âyetlerde kullanılmıştır.

    “Allah Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterdi. ‘Doğruysanız, bana şunların isimlerini haber verin” dedi. Melekler: “Biz sana içten boyun eğeriz. Bizde bir bilgi olmaz; sen ne öğretmişsen odur. Bilen sen, doğru karar veren sensin’ dediler.

    Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini haber ver = أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِم” dedi. Âdem onlara o isimleri haber verince Allah: “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını bilirim. Neyi açığa vurduğunuzu, içinizde neyi sakladığınızı da bilirim.” dedi.” (Bakara 2/31-33)

    Bu

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:42

    6.bölümSize Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı onaylayan bir elçi (bir kitap) gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve destek vereceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır yükü (ısr ) yüklendiniz mi?”. Onlar: “Kabul ettik” demişlerdi. Allah: “Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim” demişti. Bundan sonra sözünden dönenler, yoldan çıkmış olurlar.” (Al-i İmran 3/81-82)

    Bu âyetlerin İncil metninde izini görmek için İsa’ya ait olan şu sözlere bakalım:

    “Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki, içinizden hiçbiri bana, `Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. Ama size bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. Günah konusunda – çünkü bana iman etmezler. Doğruluk konusunda – çünkü Baba’ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz. Yargı konusunda – çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor. «Size daha çok söyleyeceklerim var; ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek.” (İncil Yuhanna 16/5-14)

    “O” yerine “Muhammed” kelimesini koyarak okursak konuyu daha iyi anlarız.

    Muhammed aleyhisselamdan sonra nebî gelmeyecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

    “Muhammed, içinizden her hangi bir erkeğin babası değildir, ama Allah’ın elçisi ve nebîlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir”.(Ahzab 33/40)

    Bundan sonra kim, Allah’tan vahiy aldığını iddia eder veya kendi kitabını, bir şekilde Allah’ın kitabı gibi göstermeye çalışırsa şu âyetin kapsamına girer:

    “93.92. Uydurdukları bir yalanı Allah’a mal eden veya kendisine bir şey vahiy edilmediği içine bir şey doğmadığı halde “Bana bildirildi” diyen yahut “Allah’ın indirdiği gibisini ben de indireceğim” diye bir söz söyleyen kişinin yaptığından daha büyük yanlışı kim yapabilir? Ölümün bütün etkileri ortaya çıktığında yanlışlar içindeki o kimseleri bir görsen! Melekler ellerini uzatıp şöyle derler: “Çıkarın ruhlarınızı! Bugün alçaltıcı bir ceza ile karşılanacaksınız . Bu ceza, Alla

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:39

    5.bölümAma onun elçiliği sırf Arap toplumuna değil, tüm insanlığadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ.

    “Bütün insanlara müjde vermen ve onları uyarman için seni elçi olarak gönderdik ama çoğu insan bunu böyle bilmiyor.” (Sebe 34/28)

    Bu yüzden farklı diller konuşan insanların Kur’an’ı iyi öğrenerek kendi toplumlarına, onların diliyle tebliğ etmesi çok önemli bir görevdir. Muhammed aleyhisselam şöyle demiştir:

    بلغوا عني ولو آية

    “Tek bir âyet de olsa benden tebliğ edin.” (Buhârî, Enbiyâ, 50)

    Bu, bütün nebîlerin ümmetlerine yüklediği görevdir. Kur’ân bu görevin, her mümine yüklendiğini bildirmektedir.

    “Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz aldığında “Bu Kitabı insanlara açık açık anlatacaksınız, asla gizlemeyeceksiniz!” dedi. Verdikleri sözü göz ardı ettiler ve karşılığında geçici bir bedel aldılar. Aldıkları o şey, ne kötüdür.” (Al-i İmran 3/187)

    Kur’an’ı tebliğ görevini ihmal edenlerin düşeceği kötü durum şu şekilde açıklanmıştır:

    “Bu kitapta açıkça ortaya koyduğumuz halde indirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve ana âyetleri gizleyenleri Allah dışlar; dışlayacak durumda olan kimseler de dışlarlar.Tevbe eden (hatasından tam olarak dönen), kendini düzelten ve gizlediklerini açıklayanlar başka; onların tevbesini kabul ederim. Tevbeleri kabul eden ve iyiliği bol olan Benim”. (Bakara 2/159-160)

    “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyen ve karşılığında, tükenip gidecek bir bedel alanlar, karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları aklamaz. Onların hak ettiği acıklı bir azaptı”r.(Bakara 2/174)

    Kur’ân, doğru bir şekilde her dile tercüme edilmeli ve o dili konuşanlar tarafından tebliğ edilmelidir. Bu işi yapacak kişiler, Muhammed aleyhisselamı kendine örnek almalı ve onun gibi davranmalıdırlar. Ancak o zaman o topluluğun, son nebîye inanma ve getirdiği kitaba uyma zorunluluğu doğar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ .فَمَن تَوَلَّى بَعْد

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:36

    4 bölüm. Öyleyse itaat nebîye değil, onun resul sıfatıyla tebliğ edip uyguladığı âyetleredir. Onlar Allah’ın sözleri olduğu için de itaat Allah’a olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ

    “Bu Elçi’ye kim itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”.(Nisa 4/80)

    Nebî ile resul arasındaki bu önemli fark anlaşılamayınca Sünnet iyi anlaşılamamakta, Kitap-Sünnet ilişkisi doğru kurulamamaktadır. Bu yüzden birçok âlim, Muhammed aleyhisselamı Allah’ın yanında ikinci şâri’, yetkili ikinci kişi saymış, dengeleri bozmuştur. Bu konu, Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızda incelenmiştir.

    Vahiy almayan, sadece nebîye inmiş âyetleri tebliğ eden resuller de vardır. Bu, çok önemli bir husustur. Şu âyetler, onlardan bahseder:

    كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ

    “Nuh’un halkı elçilerini (resullerini) yalancılıkla suçlamıştı”.(Şuara 26/105)”

    كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ

    “Ad halkı da elçilerini (resullerini) yalancı yerine koydu”.(Şuara 26/123)

    Nuh’un kavmine nebî resul olarak sadece Nuh aleyhisselam, Ad kavmine de Hud aleyhisselam gönderilmişti. Yalanlanan diğer resuller, o iki nebîye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkaları değildir. Rivayete göre şu âyetler de İsa aleyhisselamın Antakya’ya gönderdiği resullerle ilgilidir[11]:

    Şu şehir ahalisinin, elçiler geldiğinde yaptıklarını, bir örnek olarak anlat. Onlara iki elçi göndermiştik; yalanladılar. Sonra üçüncüsü ile destekledik; “Biz, size gönderilen elçileriz.” dediler .

    Halk dedi ki “Siz de bizim gibi insansınız. Rahman, bir şey indirmiş değildir; siz yalan söylüyorsunuz.”

    Halk dedi ki “Siz de bizim gibi insansınız. Rahman, bir şey indirmiş değildir; siz yalan söylüyorsunuz.”

    Görevimiz açık bir tebliğden ibarettir.”(Yasin 36/17)

    İncil’de “Resullerin İşleri” bölümünde verilen bilgilerle bu âyetler arasında uyum vardır.

    Nebî olmayan resullerin olması, bir zorunluluktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ .

    “Biz, her resulü kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlar için her şeyi ortaya koysun. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih ed

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:33

    3.bölümالأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

    “157. Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları bu elçiye, bu ümmi nebiye uyanlardır. O, onlara marufa uymayı emreder, münkeri yasaklar. Temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Isr’larını, üzerlerindeki bağları/yükü kaldırır/söküp atar. Ona güvenen, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar umduklarına kavuşacak olanlardır.” (Araf 7/157)

    Nebîlik unvandır; onlar 24 saat nebîdirler; ama 24 saat resul değillerdir. Âyetleri tebliğ ederken Allah ne indirmişse onu tebliğ eder, bir hata yapmazlar. Ama onlardan hüküm çıkarırken ve uygularken hata edebilirler. Çünkü uygulama, tebliğden farklıdır. Onların hatalarını bildiren âyetlerde resul kelimesi kullanılmaz. Mesela Bedir esirleri ile ilgili olarak şöyle buyrulur:

    مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ . لَّوْلاَ كِتَابٌ مِّنَ اللّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ.

    “Savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirmedikçe hiçbir nebinin esir alma hakkı yoktur. Siz, dünya malını istiyorsunuz. Allah ise sonrasını istiyor. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Rumların galip geleceği gün sizi sevindireceğini) Allah önceden yazmasaydı, aldığınız esirlerden dolayı kesinlikle başınıza büyük bir felaket gelirdi. ”(Enfâl 8/67–68)

    Bütün bunlardan sonra Allah’ın Resulü’nün nebî sıfatıyla yaptığı davranışların, onun kişisel davranışları olduğu, bu sıfatla onun bir şeyi haram kılamayacağı ortaya çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

    يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ.

    “Ey Nebi! Allah’ın özel olarak sana helal kıldığını, neden kendine haram kılıyorsun? Eşlerinin gönlünü etmeye çalışıyorsun. Neyse ki Allah bağışlar, ikramı boldur “.(Tahrim 66/1)

    Bu yüzden Kur’an’da nebîye itaati emreden âyet yoktur. Öyle olsa n

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:31

    2.bölümGerçekten insanlığa Allah’ın kitabını getiren, tebliğ eden ve uygulayan kişiden değerlisi olamaz. Allah Teâlâ, bu yüce makama getirdiği kişiler dışında hiç kimseye nebî dememiştir; ama resul ve mürsel demiştir.

    Nebîlik makam, resullük görevdir. Resul veya mürsel elçi anlamındadır. Elçi, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir[7]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    ” Elçilere(Resullere); her şeyi ortaya koyan tebliğden başka ne düşer?” (Nahl 16/35)

    “Ey Elçi! (Resul) Rabbinden sanane indirilmişse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen görevini yapmamış olursun. ” (Maide 5/67)

    Allah Teâlâ, Mısır kralının Yusuf aleyhisselama gönderdiği elçiye resul (الرَّسُول), Belkıs’ın Süleyman aleyhisselama gönderdiği elçilere de mürsel (الْمُرْسَلُونَ)[8] demiştir. Mısır kralının elçisi ile ilgili âyet şöyledir:

    وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ فَلَمَّا جَاءهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ …

    “Elçi (resul) geldiğinde Yusuf şunları söyledi: “Efendine dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi neymiş? … ” (Yusuf 12/50)

    Bu âyetler, her resulün nebî olmadığını, açıkça göstermektedir. Ama eski âlimlerin çoğuna göre kendine kitap indirilen ve ayrı bir şeriatı olana resul, bir resulün kitabı ve şeriatı ile amel edene de nebî denir[9]. Onlara göre İsmail aleyhisselama verilmiş kitap ve şeriat yoktur; öyleyse o, resul değil, nebîdir. Ama şu âyete göre o, hem nebî hem de resuldür:

    وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا

    “Bu Kitap’ta İsmail’i de anlat. O, sözünü tutmuştu; nebi olan(resul) elçiydi. (Meryem 19/54)

    Allah’ın resulü, onun sözlerine ekleme ya da çıkarma yapamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ . لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ . ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ . فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ

    “(Muhammed,) Bize karşı bir takım sözler uydursaydı, onu kıskıvrak yakalar, şah damarını koparırdık. İçinizden hiç biri de bunun önüne geçemezdi.”(Hâkka 69/44–47)

    Allah, kendi sözlerini bize sadece resulleri aracılığıyla bildirdiği yani resulün sözü Allah’ın sözü olduğu için resulün helal kıldığı Allah’ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığıd

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:27

    1. BölümKur’ân’â ve Geleneğe Göre Nebi ve Resul
    Nebî, “değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişi” anlamına gelir[1]. Nebî olmak insanın elinde değildir. Allah bu makama getirdiklerine Kitap ve hikmet verir. En’âm 83 ve devamı ayetlerde Nuh’tan İsa’ya kadar 18 nebînin[2] adı sayılmış, sonra şöyle buyrulmuştur:

    “Bunların babalarını, soylarını ve kardeşlerini de seçtik; onlara doğru yolu gösterdik.”

    Sayıları 124 bin olarak rivayet edilen[3] nebîlerden her biri, âyette adı geçen 18 nebînin ya babalarından ya kardeşlerinden ya da soylarındandır. Böylece kendine işaret edilmemiş nebî kalmamaktadır. Allah Teâlâ daha sonra şöyle buyurmuştur:

    أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ

    “89.88. Seçilenlerin hepsi, kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)

    Gelenekte dört ilahi kitabın indiği kabul edilir. Bunlar Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Nebîmize dayandırılan bir rivayette Âdem’e 10 suhuf, Şît’e 50 suhuf, İdris’e 30 suhuf ve İbrahim aleyhimusselama 10 suhuf olmak üzere 100 suhufun indiği de iddia edilir[4]. Böylece toplam sekiz nebîye kitap verilmiş olur. Hâlbuki yukarıdaki âyetler, bütün nebîlere kitap ve hüküm verildiğini açıkça bildirmektedir. Onlara verilen hüküm, diğer âyetlerde hikmet diye ifade edilmiştir[5]. Buradaki hüküm kelimesinin ne anlama geldiğini şu âyet açıklamaktadır:

    “İnsanlar tek bir toplumdu. Allah, onlara müjde veren ve uyarılarda bulunan nebîler gönderdi; onlarla birlikte, gerçekleri içeren kitap da indirdi ki ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında o kitap hükmetsin. Kendilerine kitap verilenlerden başkası ayrılığa düşmedi. Açık belgeler geldikten sonra birbirlerine hâkimiyet kurmak istedikleri için böyle oldu. Sonra anlaşamadıkları konuda, Allah, müminleri, kendi onayıyla doğruya ulaştırdı. Allah, doğruları tercih edeni doğru yola yöneltir.” (Bakara 2/213)

    Kitaba göre verilecek hüküm, hikmet olur.

    Nebînin değerini yükselten şey, Allah’tan vahiy almasıdır. Bir âyet şöyledir:

    قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ…

    “De ki “Ben de tıpkı sizin gibi insanım. Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunmaktadır…”. (Kehf 18/110)

    Nebî, çok değerlidir. Allah Teâlâ, son nebisi ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

    “Müminlerin gözünde bu Neb

    Yanıtla (0) (0)
  • ÖZKAN acar / 25 Kasım 2020 21:17

    Nebî, “değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişi” anlamına gelir[1]. Nebî olmak insanın elinde değildir. Allah bu makama getirdiklerine Kitap ve hikmet verir. En’âm 83 ve devamı ayetlerde Nuh’tan İsa’ya kadar 18 nebînin[2] adı sayılmış, sonra şöyle buyrulmuştur:

    “Bunların babalarını, soylarını ve kardeşlerini de seçtik; onlara doğru yolu gösterdik.”

    Sayıları 124 bin olarak rivayet edilen[3] nebîlerden her biri, âyette adı geçen 18 nebînin ya babalarından ya kardeşlerinden ya da soylarındandır. Böylece kendine işaret edilmemiş nebî kalmamaktadır. Allah Teâlâ daha sonra şöyle buyurmuştur:

    أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ

    “89.88. Seçilenlerin hepsi, kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)

    Gelenekte dört ilahi kitabın indiği kabul edilir. Bunlar Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Nebîmize dayandırılan bir rivayette Âdem’e 10 suhuf, Şît’e 50 suhuf, İdris’e 30 suhuf ve İbrahim aleyhimusselama 10 suhuf olmak üzere 100 suhufun indiği de iddia edilir[4]. Böylece toplam sekiz nebîye kitap verilmiş olur. Hâlbuki yukarıdaki âyetler, bütün nebîlere kitap ve hüküm verildiğini açıkça bildirmektedir. Onlara verilen hüküm, diğer âyetlerde hikmet diye ifade edilmiştir[5]. Buradaki hüküm kelimesinin ne anlama geldiğini şu âyet açıklamaktadır:

    “İnsanlar tek bir toplumdu. Allah, onlara müjde veren ve uyarılarda bulunan nebîler gönderdi; onlarla birlikte, gerçekleri içeren kitap da indirdi ki ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında o kitap hükmetsin. Kendilerine kitap verilenlerden başkası ayrılığa düşmedi. Açık belgeler geldikten sonra birbirlerine hâkimiyet kurmak istedikleri için böyle oldu. Sonra anlaşamadıkları konuda, Allah, müminleri, kendi onayıyla doğruya ulaştırdı. Allah, doğruları tercih edeni doğru yola yöneltir.” (Bakara 2/213)

    Kitaba göre verilecek hüküm, hikmet olur.

    Nebînin değerini yükselten şey, Allah’tan vahiy almasıdır. Bir âyet şöyledir:

    قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ…

    “De ki “Ben de tıpkı sizin gibi insanım. Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunmaktadır…”. (Kehf 18/110)

    Nebî, çok değerlidir. Allah Teâlâ, son nebisi ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

    “Müminlerin gözünde bu Nebî, kendi canlarından önemlidir; eşleri de onların anne

    Yanıtla (0) (0)