1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Resmî ideoloji'lere göre düşünmekten kurtulabilmek..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Resmî ideoloji'lere göre düşünmekten kurtulabilmek..

22 Mayıs 2012 Salı 19:48A+A-

secakirgil@yahoo.com

2000 yıl öncelerdeki  Antik Yunan'da çok tanrılılık döneminden kalma, 'Şarab tanrısı Dionisos' şerefine tertiblenen Bağbozumu Şenliklerini hatırlatan ve oradan ilhamla hazırlandığı iddiası reddi  kolayca mümkün olmayacak şekilde ciddî olarak dile getirilen ve bu yıl biraz farklı uygulamalara sahne olan 19 Mayıs törenleri geride kaldı..

Siyaset bilimci Hikmet Özdemir, 19 Mayıs günü,  TRT ekranlarından birinde, 19 Mayıs kutlamasının ilk kez 1937'de tertiblendiğini; yani, M. Kemal Paşa'nın Sultan Vahiduddin tarafından, Samsun'a gönderildiği Mayıs-1919'dan18 sene sonra hatırlanıp düzenlendiğini söyledi..

Ki, şimdilerde, Kâzım Karabekir Paşa'nın da, -daha sonraları Kurtuluş Savaşı, İstiklal Savaşı, Millî Mücadele gibi yaldızlamalarla farklı şekilde sunulan- Anadolu'daki direniş hareketlerini tertibleyenin asıl kendisi olduğunu söylediği belirtiliyor; '19 Nisan 1919'da Trabzon'a çıktım..'  cümlesi manşetlere çekilerek.. Eğer M. Kemal'in Samsun'a gönderilişi bir 'çıkış' idiyse; yine Sultan Vahiduddin tarafından bölgeyi gönderilen Karabekir'in ki de aynı şekilde bir 'çıkış' idi ve bir ay önceliği vardı..

Ama, aynı mantıkla, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa da, -daha sonra M. Kemal önünde eğilmeseydi- belki, kendisinin de Karabekir'den bir-iki ay kadar önce Karadeniz sahillerine çıktığını söyleyebilirdi..

Ne var ki, resmî tarihleri, içte veya dışta zafer kazananlar, galib ve üstün gelen olarak gözükenler yazdırırlar..

*

Bu satırların yazarı da, ilk 19 Mayıs törenlerinin 1936'da başladığını, dönemin Gestapo Şefi  konumlu ünlü Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) Şükrü Kaya'nın, Şef'ini memnun etmek için, bir anda  ihdas ettiğini yazmıştı.. Çünkü, M. Kemal, ünlü sofrasında kadrosuyla birlikte demlenirken, 'Çocuklar,. Bilin bakalım yarın nedir?' diye sormuş ve kimse cevabını veremeyince, 'Yarın benim Samsun'da karaya çıktığım günün yıldönümüdür..' demiş ve bunun üzerine, Şükrü Kaya, hemen o gece, Valiliklere telgraflarla emirler göndererek, o gün için derhal kutlama törenleri yapılmasını emretmişti.. H. Özdemir ise, bu kutlamayla ilgili o ilk günlerin beyanlarını daha başka kaynaklara dayandırıyordu.. Ama, konunun özü aynı idi..)

Evet, aradan 17-18 sene sonra hatırlanan birgün..

Çünkü, yeni resmî tarih için, yeni kalkış noktalarının uydurulması, yüceltilmesi gerekiyordu..

Ve o uyduruk tarihî iddialar, heryıl daha bir artan bir sublimasyonla, kutsama ve yüceltme temellerine oturtulmaya çalışıldı..

Bu uygulama, onyıllarca geliştirilerek sürdürülmüş ve hele de 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nden sonra ise, M. Kemal'in 100. doğum yıldönümü de bahane edilerek,  o dönemin sınır tanımaz kemalistlerinden General Kenan Evren liderliğindeki TSK komuta kadrolarınca, daha bir kutsanmış ve 'Atatürk'ü Anma ve Gençlik Bayramı' haline dönüştürülmüştü..

O resmî -laik bayramlar, ülke çapındaki bütün stadyumları et pazarına dönüştüren ne dehşetli görüntülere sahne olmuştu..  Ki, bir kısım sokak insanları arasında ise, o kutlamalara verilen ismin 'baldır-b...k bayramı' olduğunu ise, utanarak tekrarlamalıyım.. Daha acı olanı ise, kendi kızlarının, kendi kızkardeşlerinin o gösterilere katılmaması için çareler arayan niceleri, başkalarının o mekanlara zorla veya sonra artık kanıksanan bir alışkanlıkla sürüklenen körpecik ve yarı üryan vaziyete getirilmiş yavrularını seyretmek için o stadyumlara koşuşuyordu..

*

İşbu utanç sahnelerine ilk kez bu yıl, küçücük bir neşter dokundurulur gibi oldu.. Bu gösteriler, stadyumlardan okul bahçelerine çekildi..

Bu küçücük sınırlamalar üzerine bile, kemalist-laik çevreler adetâ çıldırdı.. İyice 'kokona'laşmış  sosyetik-laik kadınların, kendi türlerinin son temsilcilerinden olmanın dehşetine kapılmışçasına,  '...filana saygı  duruşu isteriz..' diye histeri krizlerine sürüklendikleri görüldü.. 

Yahu, 90 seneye yakın zamandır bir halkı bir kişiye zorla saygı ve sevgi gösterisinde bulunmaya  mahkûm etmeye kalkıştınız da yetmedi mi ki, bunu sonsuza kadar sürdürmek istiyorsunuz? Bu ne ilkellik ve ahmaklıktır, böyle!

*

Bu senenin ilginç uygulamalarından birisi de, Eğitim Bakanlığı'nca, o törenlerde mahallî dillerle şiirler okunabileceğinin resmen açıklanması oldu..

Bunlar daha bir kaç yıl öncesine kadar tasavvur bile edilemiyen küçük, ama önemli gelişmeler..

Kürdce, arabca, lazca, çerkezce, arnavutça, vs..

Sahi, sonu ne oldu?

Kıyamet mi koptu?

5 yıl kadar önce, o zamanlar yazdığım gazeteye gönderdiğim bir yazıda, İstiklal Marşı'nın da ülkedeki muhtelif mahallî dillerce de okunabilmesi gerektiğinden söz etmiştim de, tepki alır diye yayınlanmak istenmemişti..

Halbuki, merhûm Mehmed Âkif'in o marşını her müslüman okuyabilirdi..

Sadece bir yer vardı ki, 'kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet , bu celâl..'  vurgusu yapılıyordu..

oraya bir itiraz getirilebilirdi..

Ancak, Âkif'ın ırk'dan kasdettiği mânâ neydi, ya da, 'türk kavmi' mi idi?

Âkif'in ırk'dan maksadı, kan veya soy birliği  idiyse.. Âkif arnavud kavminden bir müslüman idi..  Türk kavminden olanlar da kendi kavimleri için anlamış olabilirler o mısraı.. Aynı şekilde kürd, çerkez, laz, arab, gürcü, vs. kavimlerden olanlar da o mısraı kendileri için anlayamazlar mıydı ve öyle anlasalar, n'olurdu ki?

Ama, 100 yılı aşkın bir zamandır, özellikle yüceltilmeye çalışılan tek bir kavmin adının aşağılanmış olacağından mı veya ülkenin bölüneceğinden mi korkuluyordu? Yoksa, laiklik için temel gösterilmeye ve bunun için de özellikle kutsallaştırılmaya çalışılan bir üstün ırk şeklindeki sapkınlık kavramının  buharlaşacağından mı çekiniliyordu?

Bu sene başlatılan bu yeni uygulama ile, bakınız, n'oldu; dünya mı yıkıldı?

*

Bu günlerde, Azerbaycan'da yapılacak olan Eurovision müzik yarışmalarında TC'yi, TC vatandaşı olan bir yahudi temsil edecek..

Bu, ilk kez açıklandığında, bazı çevreler şaşırmışlardı.. Ama, bu, gayet tabiî bir şeydir.. Yani, laik bir rejim, yoksa insanların hangi dinden olup olmadıklarına göre bir ayırımı hangi mantıkla yapacaktı? Hem, bu zamana kadar gönderilenlerin 'müslüman' olup olmadığı gibi bir dikkat mi sergileniyordu? Ve öyle bir dikkat gösterilse idi, öyle bir proğram için, böyle bir dikkatin milletin büyük kesiminin inancına karşı bir hakaret veya tuzak olabileceğini düşünmemiz gerekmez miydi?

Bu bakımdan, bu yıl, ülkenin vatandaşlarından birisi, buna lâyık görülmüşse; öyle bir karar da verilebilir.. Kaldı ki, o müzisyen, bu ülkeyi temsil etmek adına ingilizce bir şarkı okuyacakmış, yarışmada..

Bu gibi durumları kaşımak isteyenler daima bulunabilir..

Nitekim, birileri, 'Bir gün de, kürdçe şarkı ile katılmak durumuyla karşılaşılmaz mı?' sorusunu ortaya attılar.. İlgili çevreden verilen cevab ise, 'Niye olmasın.' oldu..

Öyle ya, niye olmasın?

Bu tabiî bir cevab idi.. Kürdce veya çerkezce veya gürcü arabca veya arnavudca, sırbca, veya lazca, rumca, ermenice vs. de, bu ülkenin mahallî dillerinden değil midir ve bu diller, bu ülkenin iç dünyasından muzikal sesleri ingilizceden daha iyi yansıtmazlar mı?

Eğer bir ülkenin muzikalitesinin uluslararası bir zemine yansıtılması sözkonusu ise..

Ama, öyle değil de, bir üstün kültür iddiasıyla, emperyalist çevrelerin gizli tahakküm arzuları ve bir topluma aşağılık duyguları verilmek hedefleniyorsa, o ayrı..

*

Baku'da yapılacak olan bu yarışma vesilesiyle, bir başka konuya da değinelim..

Geçen yılki Eurovision yarışmasında Azerbaycan birinci olduğu için, bu sene de evsahibi olmak konumuna gelmiş, gelenek gereği..

Azerbaycan, özellikle Baku, bu bakımdan bu yıl, uluslararası belli çevrelerin kendilerini göstermeleri için daha bir ilgi alanı..

Ancak, bu yarışma bahane edilerek, uluslararası cinsî sapıklık / (homosexuel...) örgütlerinin de Baku'da tertibledikleri bir yürüyüşle uluslararası gövde gösterisi yapacağı açıklanınca..

Bu konunun, özellikle İran Azerbaycanı'ndaki halk arasında oldukta büyük bir rahatsızlık meydana getirdiği gözleniyor.. Nitekim, İran medyasında yayınlanan bildirilerde, 'Azerbaycan rejimi, bu ahlâksızlığın sergilenmesine zemin açmakla, müslüman Azerbaycan halkına karşı bir ahlâksızlık tuzağı kurmak'la suçlanıyor.. (TC'de yeni anayasa yazımı çalışmaları esnasında, sözkonusu cinsî sapıklar için de özgürlük alanı açılması için  CHP'nin yanında, bazı çevrelerde sempati toplayan BDP'li Sırrı Sureyya Önder'in çaba harcamakta başı çekmesine de bu vesileyle değinmiş olalım..)  

Azerbaycan Cumhuriyeti makamları ise, İran medyasında yer alan bu bildiriler üzerine, kendilerini, 'ülkelerini İsrail rejimi ve Amerikan emperyalizminin her türlü istihbarat faaliyetleri için bir üss haline getirmek'le suçlayan İİC makamlarıyla öteden beri gerilimli bir durumda olduklarından, İran'ın Azerbaycan'ı çekemediği, kıskandığı için bu gibi suçlamaları yaptığını ileri sürmekteler..

 

Hani, Azerbaycan Cumhuriyeti yetkilileri başka bir şey söyleseler belki üzerinde durulabilirdi, ama,  bu konuda, 'Azerbaycan yaptı da biz yapamadık!' mantığıyla hareket etmeleri olacak şey mi? İİC rejimi, 30 küsur yıldır bu gibi sapkınlıklara karşı ve müslüman halkının inançlarına ve iradesine de paralel şekilde, bu gibi sapıklıklara, ahlâksızlıklara karşı çetin bir mücadele vermesiyle tanınıyor ve bu konuda, hemen bütün dünya müslümanlarının da tasvibini almaktalar..

Ama, Baku'daki İİC Elçiliği'nin önünde İlham Aliyev yönetiminin teşvikiyle günlerdir İİC rejimi aleyhinde yaptırılan ve sadece İİC'ni değil, İslamî kavramları da hedef alan gösteriler üzerine, İran'ın  Azerbaycan'daki Büyükelçisini 22 Mayıs günü geri çekmesi ise, bu gerilimi daha bir tırmandırdı..

Unutmayalım ki, Azerbaycan Devlet Başkanlığı'nı babası Haydar Aliyev'den tevarusen devralarak Aliyev Khanedânı'nı cumhuriyet adına daha bir pekiştiren İlham Aliyev'in mutemed adamlarından ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın en yetkili isimlerinden birisi olarak bilinen Hasanof, bu alanda, İlham Aliyev'in diplomatik açıdan söyleyemediği sözleri söyleyerek, hem sözü söylemiş oluyor ve hem de, resmî bir sıfatı olmadığı için, resmen muhatab alınamıyacağın iddialarına zemin hazırlıyor..

Bu Hasanof'un, geçtiğimiz aylarda da, Türkiye'ye yönelik olarak, 'İran'dan gelen İslamî akımlara karşı gericilik, irtica gibi suçlamalarla karşı çıkabiliyoruz.. ama, aynı tehlike Türkiye'den gelince ne diyeceğiz? İşimiz daha bir zor.. Bunun için, oradan gelen müslüman tiplere, onların buradaki çabalarına karşı daha bir dikkatli olmalıyız..'  diyen ve TC vatandaşlarına vize uygulamasının korunmasını ve türkçe yayınlara karşı da sansür isteyen en etkili kişi olduğunu da hatırlayalım.. 

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum
  • refik / 25 Mayıs 2012 15:06

    demokrasi asla bir musumanın savunacagı bir sistem olamaz.nerden gelirse gelsin ister iran,ister mekke farketmez,demokrasi kufurdur.
    toplumun genel durumuna bakıldıgında şirk toplumu oldugu açıkça gorulmektedir.muslumanlar soylemlerine son derece dikkat etmelidir.soylenen ve yapılan her eylem kıyamet gunu sorulacaktır.

    Yanıtla (0) (0)
  • Fikri. / 24 Mayıs 2012 18:24

    Selahattin Eş ağabeyimizin tecrübeleri ile verdiği örneklemelerde sanırım gizli bazı atıflar var.
    Resmi ideolojinin Mollarşi şekline büründüğü İran yönetimi gözümüzün önünde dururken, tereciye tere satmak gibi, Resmi ideolojinin argümanlarını sıralamak sığ bir yaklaşım.
    Kuşkusuz TC'nin Laik kimliği üzerinden diğer İslam ülkelerine akıl vermek absürd bir durum. Ama Selahattin ağabeyin, TC resmi ideolojisine zerre kadar bağlılığı olmadığı gibi, onu eleştiren yaklaşımına karşı "Susun İran'ı (İran resmi ideolojisini)kimse eleştiremez" tabusu yine çiğ kalıyor. Zira yazılarını takip ettiğim kadarı ile Yazarın hiçbir resmi ideoloji takıntısı yok.
    Hani bir de, imalı bir biçimde Osmanlıyı yargılarsınız, hiçbir zaman İslam olmadı diye (mutlak anlamda olmadığına ben de katılıyorum), ama İran’daki içinde aynı kriterleri kullanmak yerine kıyaslama yapmak en hafifi ile hafifliktir.
    Öyle görünüyor ki; Lobi Selahattin ağabeyi sıkı markaja almış...

    Yanıtla (0) (0)
  • sahin / 23 Mayıs 2012 21:20

    Turkiye halk olarak musluman olabilir fakat Islam degildir ve hicbir zaman olmamistirda. Islam olabilmek icin birey, toplum ve devlet olarak Islami temsil etmek lazim. Ve baskalirana mesela Azerbeycana Islami goturmesi icinde ilk once Turkiye kendi evini temizlemesi lazim.

    Yanıtla (0) (0)
  • s.a. / 23 Mayıs 2012 15:16

    Imam Hamaney dedigi gibi: Dini veya Islam demokrasisi yonetim bicimi olarak en iyisidir. Su anda her yerde ideoloji veya yonetim bicimi olarak Bati demokrasisi model aliniyor ve ayni zamanda diyorlarki bu demokrasi en az kotu yonetim bicimdir. Fakat Iran Islam Devrimi ile yeni bir demokrasi olustu. Dini ve Islami degerler dayanan bir Demokrasi. Bu demokrasi Hamaney'inde dedigi gibi ne batida ne herhangi bir yerde nede tarihte mevcuttur veya gelismistir ve tektir. Bu yepyeni bir demokrasidir. Bu demokrasi liberal, sosyalist, sekuler, milliyetci, mezhebci veya materyalist demokrasilere alternatif bir demokrasidir. Bunun adi Islam demokrasisidir. Bunun adi dini demokrasidir. Yani evrensel ve dini degerlere dayanan siyasi sistemdir. Dini degerlerin altinda halkin kendi iradesini kullanmasidir. Topluma, ekonomiye, dogaya dini perspektiften yaklasmaktir. Kapitalist veya kommunist perspektiften degil. Sinifsal, irksal, mezhepsel perspektiften degil ama sadece evrensel olan dini degerler perspektifinden. Bugun batida doguda demokrasiler veya ideolojiler sahtedir, adaletsizdir ve komplocudur cunki sistemleri islami ideolojiye veya dini degerlere dayanmiyor.

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat Kubat / 22 Mayıs 2012 22:03

    İdeolojilere göre düşünmek derken, geçenlerde de bir tanesi bırakın düşünmeyi ölmekten bahsediyordu ve haykırıyordu: "Ölmek gerekiyorsa ölmelisiniz, devrim için kanımızı vermekten korkmamalıyız. Devrimcilik direnmektir. Mahalle mahalle, semt semt, sokak sokak direnmedir. Korkmamalıyız, direnmeliyiz. Dişe diş, göze göz, kanımızı vermekten korkmamalıyız."

    Yanıtla (0) (0)