1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Rektörlerin 28 Şubat nostaljisi
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Rektörlerin 28 Şubat nostaljisi

01 Mart 2008 Cumartesi 03:55A+A-

ÜAK ile Doğan medyası el ele vermiş başörtüsünün serbest kalması halinde nasıl bir kaos çıkacağını ispatlamaya kalkışıyorlar. Ama kaosa delil olarak gösterebildikleri bütün görüntüler kendi hazımsızlıklarından, kendi huysuzluklarından başka bir şeyi yansıtmıyor.

Anayasa değişikliğini ve YÖK'ün bunu uygun olarak yayınladığı genelgeye uyarak başörtüsünü serbest bırakan üniversitelerde geçen bir hafta içinde kaos diye yorumlanabilecek en ufak bir işaret görülmedi. Ama yasağı Anayasa değişikliğini bile yeterli görmeyerek uygulamakta inat eden üniversitelerde gerçekten bir kaos görüntüsü vardı. Çünkü kaosu bizzat üniversite rektörleri, yöneticileri ve onların kışkırttıkları öğrencilerin mütecaviz tutumları oluşturuyor.

28 Şubat'ın 11. yıldönümünü tam bir nostaljik anma toplantısı gibi idrak eden ÜAK üyelerinin ODTÜ'de yaptıkları toplantı sonrasında okudukları bildirinin, bildiriyi okuma tarzlarının bu ülkenin bilim ve üniversite tarihine daha şimdiden ibretli bir sayfa olarak geçtiği kesin.

Üniversiteler tarihleri boyunca, hele dünyanın hiçbir yerinde bizdeki gibi özgürlüklerin kısıtlanmasını, üniversitelerin toplumun belli bir kesimine kapatılmasını talep eden bir söyleme öncülük etmiş değildir. Aksine üniversiteler dünyanın her yerinde her zaman özgürlük talepleriyle temayüz etmiştir. Ne yazık ki 28 Şubat'ın 11. yılında ortaya çıkan bu görüntü Türkiye'de sadece 11 yıllık bir tarihe sahip değildir. 27 Mayıs 1960, 1969, 12 Mart, 12 Eylül öncesinde de üniversiteler aynı rol ile sahneye çıkmıştır. Her seferinde hep böyle, üniversiteler demokratik siyasal iktidara karşı hep askeri vesayet rejimini çağıran ahlaksız davet ve tekliflerin sahibi olmuştur. Bu teklif ve davetler esnasında bilimsel özgürlük söylemleri de tepe tepe kullanılmıştır.

Daha önce defalarca söyledik, bugün bir daha söyleyelim. Bugün bu toplantıyı düzenleyen ve yasakçılığı alabildiğine fanatik bir öfkeyle savunan rektörlerin hepsi bundan önceki Cumhurbaşkanlığı ve YÖK yönetimi tarafından uygulanan son derece titiz bir kadrolaşma sürecinin ürünüdürler. Laikliğe veya başörtüsüne yaklaşımları hiçbir felsefi veya insani değerlendirmeye dayanmıyor, aksine basitçe başörtüsüne ve başörtüsünün temsil ettiği bütün değerlere nefret ve düşmanca duygularından kaynaklanıyor.

Toplumun herhangi bir kesitinde arasanız bu özelliklere sahip bu kadar çok sayıda insanı bir araya getirmekte geçekten çok fazla zorlanırsınız. Ama üniversite yönetimi içinde bu “çok zor bulunur” özelliklere sahip bu kadar sayıda insanın bir araya gelmiş olduğu acı ama apaçık bir gerçektir.

Nerede yetişmiş bu insanlar? Kendi halkının değerleriyle bu kadar çatışma halinde bir kadro, kendi öğrencisine karşı bu kadar seçici ve ayırımcı, bu kadar nefret dolu bir öğretim üyesi kadrosu, nasıl aralarında hiçbir farklı tip sızdırmadan bir araya gelebilmiş?

Bu gerçekten çok vahim bir durumdur. Çünkü bu, açıkça söyleyelim, halkın değerlerine nefretle bakan bir kadroya Türkiye'nin yüksek eğitiminin sistematik bir biçimde teslim edilmiş olduğunu gösteriyor.

Bazı rektörlerin mevcut Anayasa değişikliğini yetersiz sayması ve bunun uygulanabilmesi için 17. maddenin de değişmiş olmasını şart koşması bunların inatçı ve faydasız direnişlerinden başka bir şeyi daha gösteriyor. Bunlar hem anayasa değişikliğini hem de 17 maddeyi okumamışlar, içeriğinden haberdar değiller.

Şimdiki durumda 17. maddenin içeriği “Yüksek öğretim kurumlarında yasalara aykırı olmadığı taktirde her türlü kılık-kıyafeti serbest” olarak düzenliyor zaten. Yani mevcut haliyle aslında 17. madde çarşafla bile üniversitelere gitmeyi yasaklamaya imkan tanımıyor, çarşafla okula geleni engellemeyi, “eğitim özgürlüğünü kısıtlayan bir suç” olarak değerlendirmeye imkan tanıyor.

Yani 17. madde bu haliyle hâlen yürürlükte ve geçerlidir. Şu an için yasalarda bir boşluk yok 17. madde kısıtlayıcı esaslar getirecek şekilde yeniden düzenlenmediği sürece, şu an itibariyle üniversitelerde yasakçı bir tavrı sürdürmenin hiçbir yasal dayanağı yoktur.

Ama ne halk, ne Cumhurbaşkanı, ne sicil amiri ne, Anayasa ne de akıl tanıyan tutumlarıyla bu kadar çok kışkırtılmış ÜAK üyelerinin bu saatten sonra, varsa, güvendikleri dayanaklar yardımlarına koşsa bile bütün bu devirdikleri dayanaklara karşı onları nasıl ayakta tutacak? Cidden merak ediyorum.

Yeni Şafak gazetesi

YAZIYA YORUM KAT