Rejimin sınavları
Kemalist cumhuriyet projesinin iki önemli sınavı vardı ve sınavların ikisinde de başarısız kalındı. Aslında imparatorluğun son dönemlerinde ileriye bakan biri, muhtemelen üç sınavdan söz edecek ve gayrimüslimlerin eşit vatandaşlar olarak entegre edilmesi konusuna da dikkat çekecekti.
Ama Balkan Savaşı sonrasında imparatorluk hükümetleri, bir insanlık suçunun ağırlığını yüklenme pahasına, sistemli bir biçimde gayrimüslimleri 'azaltma' siyaseti sayesinde bu muhtemel sınavdan kurtuldular. Diğer iki sınav ise yaşanmak zorundaydı. Bunlardan biri Kürtlerin bir biçimde Türkleştirilmesi projesiydi ve Müslümanlığın kendiliğinden bir geçişle Kürtlerin asimilasyonuna hizmet edebileceği öngörülmüştü. Ayrıca gayrimüslimlerden kurtulma süreci içinde Kürtlerin de devletle işbirliği içinde olmaları, üzerinde konuşulmayan ama içselleştirilen bir suç ortaklığı zemini sağlamaktaydı.
Bugün geldiğimiz noktada Cumhuriyet'in söz konusu sınavda başarısız kaldığını görüyoruz. Burada 'başarı' kelimesinin belirli bir zihniyetin içinden üretildiğine dikkat çekmekte yarar var. Kürtlerin asimilasyonu bir 'başarı' olarak görülmekteydi, çünkü Cumhuriyet rejimi otoriter zihniyete sahipti. Oysa farklı bir zihniyete sahipseniz, böyle bir 'başarının' tarihsel ve insanî açıdan büyük bir zül olduğu fikrine sahip olmanız şaşırtıcı olmaz. İşin sosyolojik açıdan ilginç yanı, Kürtlerin Müslümanlık üzerinden asimilasyonunun aslında epeyce gerçekçi bir tarafının olmasıdır. Bu halkın önemli bir kısmı halen dindarlığı sürdürmekte, AKP'nin aldığı oyun işaret ettiği üzere, etnik milliyetçiliğin cazibesine kapılmamakta inat etmekte ve en azından dindarlığı karşısına alan bir siyasi duruşa sıcak bakmamaktadır. Dolayısıyla Kürtlerin, etnik kimlikleri çoğul bir yapı içinde kuşatan bir dindarlık sayesinde devlete yakın tutulmaları mümkündü.
Ne var ki Kemalist rejimin asıl sınavı başka yerdeydi ve bu sınav Müslümanlığı öne çıkarmayı değil, tam tersine başka bir kimliğin hamuru olarak kullanmayı gerektiriyordu. Söz konusu kimlik, tabii ki Türklüktü... Rejimin meşruiyeti birbirini tamamlayan ve besleyen iki ayak üzerinde oluşmaktaydı: Biri dindarların Türkleştirilmesini, diğeri ise aynı dindarların laikleştirilmesini öngörmekteydi. Bu paralel süreçler sayesinde ortaya 'Türk ve laik' makbul vatandaş çıkacak ve böylece hem rejimi destekleyen 'yeni' bir toplum üretilecek, hem de bu kimliğin asli taşıyıcısı ve önderi olan kadroların iktidarı meşruiyet kazanacaktı.
Ancak dindarların Türkleştirilmesi ve laikleştirilmesine yönelik ana hedef, Kürtlerle ilgili beklentinin gerçekleşemeyeceğinin de garantisiydi. Çünkü Kürtlerin Türk olmayı kabullenmeleri zaten çok güçken ve bu ancak dindarlık sayesinde hayata geçebilecekken, rejimin ana projesi bizzat dindarlığı da mahkûm etmekte ve 'dinsizlik' olarak yorumlanmaya çok müsait bir laikliği savunmaktaydı. Kısacası Cumhuriyet rejimi daha baştan, birlikte başarılması mümkün olmayan iki sınavla karşı karşıyaydı ve bunlardan birini şiddete havale etmekte beis görmedi.
Daha Cumhuriyet'in birinci yılı dolmuşken Kürtler kıpırdanmaya başlamıştı ve on beş yıl içinde irili ufaklı yirmi küsur isyan yaşandı. Kürtler zorunlu asimilasyona direndikleri ölçüde cezalandırıldılar. Devletin çeperinde büyümekte olan yeniyetme 'Türk ve laik' cemaat ise olayları görmezden geldi, öğrenmeyi reddetti, giderek içe kapandı ve hatta Kürtlere karşı öfke, dışlama ve aşağılama duyguları geliştirdi. Eğer karmaşık Osmanlı halk bakiyesinin tümünün laikleştirme üzerinden 'Türk' kılınması mümkün olabilseydi, belki de bugün Kürt meselesinin tek çözümü ayrılıkçılık olacaktı ve iç savaşın kaçınılmazlığıyla yüz yüze kalınacaktı. Ama tarihin cilvesi olarak, Kemalist rejim ana sınavdan da başarıyla çıkamadı... Yani dindarları tümüyle laikleştiremedi. Ve bugün bu sayede Kürt meselesinin barış içinde çözüm ihtimalinden söz eder olduk.
Nitekim çözümün AKP iktidarında aranması bir tesadüf değil. Kürt meselesini ancak rejimle arasına mesafe koyabilen ve çoğunluğu temsil yeteneği olan bir hükümet çözebilir. Bu ise tarihsel olarak 'laikleştirilememiş' Müslümanları ima ediyor. Eklemek gerek ki mesele laikliğin kendisi değil... Türkiye'deki rejimin bu kavramı otoriter zihniyet içinde, özgürlüğü ve çoğulluğu yok eden biçimiyle benimsemiş olması.
Rejimin acil meşruiyet ihtiyacı onu otoriterliğe sevk etti. Ancak bu tercih her iki sınavda da başarısızlığı getirdi... Bugün farklı bir zihniyete doğru evriliyoruz ve rejimin nesneleri artık özne olmuş durumdalar. AKP iktidarında Kürt meselesinin barışçı çözümü rejimin 'manen' sonu demek olacak.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT