Referanslar?
Anayasa görüşmeleri ilginç tartışmalara sahne oluyor. Söz konusu olan temel bir devlet metni olduğu için, farkında olarak olmayarak temel perspektifler ortaya konuyor.
Mesela Meclis’teki ilk günkü görüşmede Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile CHP’lilerin içine girdiği tartışma, temel perspektifler itibariyle nerelere gidilebileceğinin ilginç örneğini sergiledi.
En tartışmalı alanlardan birisi “Partili Cumhurbaşkanı” konusu ya, işte o konuda Bozdağ çarpıcı bir değerlendirme yapıyor. Diyor ki:
“Partili cumhurbaşkanı olur mu? Partili Cumhurbaşkanı olması Türkiye’nin yeni tanıştığı bir şey mi? Yeni tanıştığı bir şey değil. Bakıyoruz, cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk partili mi? Partili. Milletvekili mi? Milletvekili. Genel Başkan mı? Genel Başkan. Cumhurbaşkanı mı? Cumhurbaşkanı.”
Bakan, aynı örneği İnönü için de veriyor, şöyle diyor:
“İsmet İnönü partili, milletvekili, genel başkan, cumhurbaşkanı. Ne oldu, tarafsızlığına halel mi geldi? Bizim yaptığımız Atatürk anayasalarına dönmektir.”
Bakan’ın örnek verdiği dönem Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (sonradan partisi) tek parti olarak ülkeyi yönettiği dönem. Mustafa Kemal’in “Tek Adam” İnönü’nün “Milli Şef” diye nitelendiği ve daha ötede kutsandığı dönem. “Tek parti” dönemi de, kendine özgü hukuku, siyaseti olan, Jakoben (Tepeden inmeci) devrimlerin icra edildiği, “Halka rağmen halk için” yaklaşımının hakim irade haline geldiği ve Demirel’in ifadesiyle, uygulamalar sebebiyle “Milletin devlete küstüğü” dönem. Evet İstiklal Savaşı sonrası, evet olağanüstü şartların içinden çıkılmış, ama özellikle Toplum – Din ilişkilerinde gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle milletin “Biz bunu hak etmedik” dediği dönem. Yargının İstiklal Mahkemeleri dönemi yaşadığı, siyasetin hakim irade ile aynı role soyunmadığı gerekçesiyle parti kıyımlarına sahne olduğu dönem. 1950’de ondan kurtulup çok partili hayata geçildiğinde milletin rahat nefes aldığı ve Demokrat Parti’ye sığındığı dönem.
Ak Parti kendisini bugüne kadar hiçbir şekilde bu Tek Parti dönemi ve onun icracısı olan siyasi kadro ile bütünleştirmedi. Aksine Menderes, Özal ve Erdoğan’ın fotoğrafları yan yana asıldı, üstelik birçok konuşmasında Tayyip Bey, o dönemlerdeki zulmü gündeme getirdi.
O dönemin başkanlık modeline ilişkin paralellikler daha önce de bir kaç konuşmaya girdi ve ben yadırgadım.
Bilmiyorum belki de Sayın Bozdağ, CHP tabanında bir karşılık bulunur düşüncesiyle böyle paralellikler kurmaya yönelmiştir ama o amaçla bile olsa, ben bu tür “hedefe ulaşmak için her şey meşru” yaklaşımlarını yadırgıyorum.
İşin ilginç yanı, Sayın Bozdağ’ın bu yaklaşımına cevabın CHP’den gelmiş olması ve bugüne kadarki CHP çizgisiyle taban tabana zıt bir yaklaşımın sergilenmesidir. Mesela CHP Grupbaşkanvekili Engin Altay “Tek Parti dönemi” devlet yapısı için “O dönem CHP parti devletidir” diye itiraz ediyor.
Parti devleti... Yaaa parti devleti...
CHP’nin böyle bir kanaate, üzerinden 67 yıl geçtikten sonra gelmesi işin bir dramatik yanı.
Diğer dramatik yanı ise o dönemi yıllarca kutsadıktan sonra, aynı şablon muhalif bir siyasi hareket tarafından örnek olarak alınınca isyan edilmesidir.
Bundan sonra CHP’den beklenen, parti devleti döneminde o güne hükmeden liderlerin hangi davranışlarının ve hangi uygulamaların yanlış olduğunu ifade edebilmeleridir. Aslında böyle bir hesaplaşma CHP için de kaçınılmazdı. Bir ara, CHP’nin açılım arayışlarının tartışıldığı dönemde, sanırım ilahiyatçı sosyolog Muhammed Çakmak“Türkiye’nin rahatlaması için öncelikle CHP’nin bir restorasyona ihtiyacı olduğunu” ifade etmişti.
Bu hadise, bazen kendiniz söz konusu olduğunda sahiplenmekte tereddüt etmediğiniz bir modelin başkası tarafından model olarak alındığında nasıl yeni düşüncelere yöneleceğinizin tipik örneğini oluşturuyor.
Pazar günkü yazımın kimi Ak Parti çevrelerinde yadırgandığını biliyorum. Ne diyeyim. CHP’nin şu andaki ruh haline bakıp yeniden değerlendirsinler. Sayın Bozdağ dahi...
STAR
YAZIYA YORUM KAT