Reel Siyaset, Fikrî Liderlik ve İstişare
1970’li yıllarda ‘siyaset’ kavramını ‘politika’ kavramından ayrıştıracak inceliği Malik bin Nebi’nin işaretleri sayesinde yakalamıştım.
Politika, biz Müslimlerin gözünde Batılı bir kavram. Politikada hedefe ulaşmak için her türlü yol ya da sapkınlık meşru görülebilir. Bu nedenle de ‘politik etik’ arayışları gündemleşmiştir.
Müslümanlar için siyaset ise, fıtrî ve vahyî olanı yaşatabilmek için insanın kendi nefsini ve insan ilişkilerini sevk ve idare edebilmek sanatıdır. Kendi adabımız için de; tebliğimiz, direnişimiz, dirilişimiz ve yeniden inşa çabalarımız için de siyasî ahlak elzemdir.
Siyasî ahlak ilkelerimizin uygulamalı en önemli verileri Resullerimizin Siretleri’nde belirginleşir. Aslında önderlik, fiilî lider dahil herkesi bağlayan üst ilkeleri yaşatmaktır.
‘Politik alan’da veya ‘reel siyaset’te hak ve adaletten yana alan açmanın da siyasî ve ahlakî ilkeleri olmalıdır.
1970’lerden bu yana vahyî ve fıtrî özgürlüklerimizin kısıtlandığı cahiliye rejimlerinde yaşadığımız vakıasını okuyanlardanım.
Ulusal ve küresel kuşatmaları aşmak için reel siyaset konusunu, Resulullah’ın Mekke ve Yesrib cahiliye yapısında fıtrî ve vahyî olana alan açmak için kullandığı ‘sistem içi araçlar alanı’ bağlamında görenlerdenim.
Ki bu alan Îlâf anlaşmalarından panayırlara, Eman Müessesesi’nden Medine Vesikası’na kadar ilkesel bağlar kuracağımız bir sahadır.
Ancak bu alanda var olabilmek için tüm muslih öncülerimiz gibi üç önemli şartı önde tutmak gereklidir:
1. İslami kimliği gizlememek,
2. Ayetlerin üzerini örtmemek veya vahyî işaretlerin pratiğimizle alakalı illetlerini geçiştirmemek,
3. Başarı adına ötekine yağcılık/müdahane etmemek.
Diriliş Postası’ndaki ilk yazılarımda bu konuyu işlemiş ve reel siyasette ‘vesayetçiler’ ve ‘pragmatikler’ karşısında, helal ve haram sınırlarını gözetmeye çalışan ‘idealistler’den bahsetmiştim.
Rabbimize hamdolsun ki bugüne kadar Kur’ân merkezli iç eğitim; dışa dönük tebliğ, tanıklık ve mücadele safhalarında bu perspektife sahip veya bu perspektifi algılamış mü’min ve mü’mine insanlarla yürüdüm.
Ama reel siyaset içinde hiçbir partinin mahallî veya merkez karar masasına oturmadım. Oturamadım değil, oturmadım.
Çünkü öğrendiğimiz İslami önceliklerimizi içselleştirip temellendirebilmek hedefi sünnetullah gereği bizim için birincildi.
Bu bilinç ve kararlılık çizgisini, 1976’daki Düşünce Dergisi’nden, ve sonra Yeni Ölçü, Kriter ve Aylık Dergi’den bu yana kimimiz, tüm tecrübesizliğimizle birlikte bağımsız ve özgün bir çizgi, yapı veya ekol inşa edilmesi doğrultusunda kavradı.
Kimimiz Kur’ânî bilinçlenme yolunun güncel ve reel siyaset içinde ve ‘kervan yolda düzülür’ mantığı ile gerçekleşeceği yorumunu formlaştırdı.
En zayıf olanlarımız ise Kur’ânî-Tevhidî yönelimlerini entelektüel kibre dönüştürüp bireyci yollara saptı.
Aslında vahiyle uyanış ve yeniden inşa kaygısı taşımaya devam edenler arasında yaşanan bu eğilimler, fevriliklerini dışarıda bırakarak istişarî planda bir araya gelmelidirler. ‘Mü’minler kardeştir’ emri gereği zaafları aşma yollarını bulmalıdırlar.
Zaten birbirimize beslememiz gereken sevgi ‘şef, reis, başkan’ gibi kelimelerle tâzime hatta tapınca dönüşmemelidir. Geçmişten, hatta padişahlık kültüründen kalan ‘O ne derse o’ gibi aforizmalar her yetkili şahıs için sakıncalıdır. Aradığımız fiilî liderlikten önce ‘fikrî liderlik’tir; yani mücadelemizde yaşatacağımız temel ölçülerdir.
Fikrî veya ilkesel liderliğe kim hizmet ediyorsa başımızın gözümüzün üstündedir.
Şura ruhunu ve önderlik ilkelerini taşımak da yapıcı uyarılardan azade değildir.
Ama uyarılar istişâri temelli olmalıdır.
YAZIYA YORUM KAT