Realist paradigmada Ukrayna’ya yer var mı?
Esasen kuralsız ve merkezi bir kontrolden yoksun olan uluslararası sistemde devletler arasındaki istikrar ve barışı, her bir devletin kendi caydırıcı askeri gücü temin eder.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Kösebalaban "Küçük ülkelerin kendilerini güvende hissetmedikleri bir dünyada büyük güçlerin güvenliklerini teminat altına almaları imkansız" diyor.
Bir askeri ve ekonomik ilişkiler ağıyla Batı’nın arka bahçesine kadar girdiği Rusya’nın damarına bastığı ve Ukrayna’yı işgal etmek zorunda bıraktığı iddiası, Türkiyeli sosyalistlerden Batılı aşırı sağcılara, akademisyenlerden televizyon uzmanlarına kadar geniş bir kesim tarafından hararetle savunuluyor. Güç siyaseti dışında hiçbir ahlaki zemine oturmayan bu düşünceye göre, ABD ve Batı Avrupa, NATO ve Avrupa Birliği’nin sınırlarını genişleterek, Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinden oluşan ‘yakın çevre’sini (near abroad) abluka altına almış durumda. Öyle ya, asıl amacı Sovyetler Birliği'ni dengelemek olan NATO neden Soğuk Savaş sonrasında Varşova Paktı gibi dağılmayıp, hem Doğu Avrupa hem de eski Sovyet cumhuriyetlerine doğru genişlemesini sürdürdü? Bir büyük güç olarak Rusya’nın da diğer büyük güçlerle olan rekabetinde kendi doğal nüfuz alanının daralmasına izin vermesi beklenemezdi. Amerikan realizm ekolünün önde gelen temsilcilerinden John J. Mearheimer’ın bu konudaki görüşleri de büyük tartışma yarattı. Mearsheimer’ı daha detaylı olarak ele almak üzere bir başka yazıya bırakarak, dünya siyasetini büyük güçler arası rekabetten ibaret gören bu düşünce tarzının çelişki ve açmazlarını ortaya koymaya çalışalım.
***
Ukrayna savaşını Rusya’nın jeopolitik kaygıları üzerinden okumaya ve anlamaya davet eden her türlü görüş, günün sonunda bizi, Rusya’nın saldırganlığını makul ve mazur kabul etme sonucuna çıkarıyor. Uluslararası hukuka atıf yapmayan, savaşın insani boyutlarını tali bir mesele haline indirgeyen ve dünya siyasetini tamamen büyük devletler arası güç rekabetine indirgeyen bir anlayış, Rusya’nın saldırganlığına güçlünün haklılığına dayalı bir meşruiyet zemini sunuyor. Bu olsa olsa, Tukididis’in ünlü Melian Diyaloğu’ndaki “güçlünün istediğini yapabileceği, zayıfın ise başına gelene razı olmak zorunda olduğu” ilkesiyle uyumlu bir büyük güç realizmi olabilir.
Büyük güç realizmi, küçük ve orta güçlerin kendi güvenlik kaygılarını görmezden geliyor. 2004’de Latvia, Letonya, Litvanya ve Estonya’nın üyeliklerinin ardından, Gürcistan ve Ukrayna’nın da 2008’de NATO üyeliği perspektifi kazanması, Rusya’nın kendisi için belirlediği jeopolitik kırmızı hattın aşılması olarak yorumlanıyor. Nedense sürekli olarak Moskova’nın güvenlik kaygılarına atıf yapanlar, her biri tarihlerinde farklı şekillerde Rus ya da Sovyet işgaline uğramış ve ilhak edilmiş bu devletlerin asli güvenlik endişelerini ısrarla görmezden geliyorlar. Burada sorulması gereken temel soru şudur: NATO üyeliği bu küçük ülkeler ya da toprakları geniş olsa da gerçek güvenlik kaygıları taşıyan Ukrayna açısından neden peşinde koşulan cazip bir hedef olarak görülüyor?
Kendi içindeki detaylı tartışmalar bir tarafa, Realist Uluslararası İlişkiler paradigması, devletlerin en temel hedeflerinin hayatta kalmak ve varlıklarını sürdürmek olduğunu tespit eder. Bu hedefe devletler bazı yaklaşımlara göre güçlerini artırmak ve böylece caydırıcılık kazanarak güvenliklerini teminat altına almak suretiyle ulaşırlar. Esasen kuralsız ve merkezi bir kontrolden yoksun olan uluslararası sistemde devletler arasındaki istikrar ve barışı, her bir devletin kendi caydırıcı askeri gücü temin eder. O nedenle realistler ittifakları kalıcı ya da uzun vadeli bir güvenlik unsuru olarak görmezler. Ancak gerçek hayatta, sahip oldukları sınırlı teknolojik ya da ekonomik kapasiteleri nedeniyle küçük ve orta kuvvetteki devletler açısından caydırıcılık, kısa sürede ulaşılması mümkün olan bir kapasite değildir. Bu nedenle bu tür devletler, diğer devletlerle güç birliği yoluyla güç dengesine ulaşmaya çalışırlar. NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. Maddesi uyarınca, üyelerinin herhangi biri saldırıya uğrarsa, diğer tüm üyeler onun kolektif savunmasına dahil olmak zorundadırlar. Bu nedenle küçük ve orta kuvvetteki ülkeler açısından NATO’nun sunduğu güvenlik şemsiyesi, bölgesel tehditler karşısında kendilerini güvende hissetmeleri açısından cazip bir çözüm sunuyor. Bütün Soğuk Savaş döneminde 5. Maddenin hiç işletilmek zorunda kalınmaması ve esasen sadece 11 Eylül terör saldırıları sonrasında işletilmiş olması da gösteriyor ki NATO kolektif savunma sistemi mensuplarını korumada işe yaradı. Bu nedenle Rusya’nın agresif tutumu başka ülkeleri de NATO üyeliğine sevkediyor.
***
Rusya’nın konvansiyonel ve stratejik askeri gücünün, Ukrayna gibi ülkelere karşı daha üstün olduğu tartışma götürmeyecek bir realite olarak ortada duruyor. Bu nedenle Rusya’ya dair tehdit algısı uzun bir tarihe dayanan Ukrayna’nın, ittifaklar yoluyla denge arayışı son derece normaldir. Sadece böyle bir ittifak anlaşmasına razı olacak dengeleyici gücün olmadığı durumlarda, zayıf olan taraf güce doğru yanaşma (bandwagoning) stratejisiyle tehdit eden ülkeyle uyumlu hareket ederek hayatta kalmaya çalışır. Ancak bunun da maliyeti ülke egemenliğinin ve bağımsız karar alma yeteneğinin büyük ölçüde kaybedilmesi olacaktır.
Ukrayna’nın seçim sonuçlarına yansıyan iradesinin Rusya’yla değil, Batılı kurumlarla yakın ilişki kurmak istediği çok açıktır. Ukrayna’nın tarihsel tecrübesi, Rusya’nın hinterlandında yer alan ülkelerin pek çoğu gibi, Rusya’dan gelecek tehdit algısının gerçekliğini hissetmektedir. Biri nükleer silah sahibi de olan iki ülke arasında askeri bir güç dengesinin mevcudiyetinden bahsedilemeyeceği için de Ukrayna dengeyi tehdite karşı dış ittifak yoluyla denge kurma stratejisi yürüttü. Sadece Ukrayna değil, aynı zamanda Batı, Orta ve Doğu Avrupa ülkesi gibi NATO güvenlik şemsiyesi altına girmesi durumda Rusya’nın kendisine saldırmayacağını düşünmüştür. Ukrayna 2008’de NATO’dan üyelik statüsü elde etmek için başvurdu. Ancak 2010’da ülkesini tarafsız halde tutmak isteyen Viktor Yanukoviç Başkan olarak seçildi. Şubat 2014’de Yanukoviç AB ile bir serbest ticaret anlaşmasını içeren Ukrayna-Avrupa Ortaklık Anlaşması’nı imzalamaktan vazgeçmiş, bunun yerine Rusya ile ticaret anlaşması imzalamıştı. Tepki olarak başlayan protesto olaylarının ardından ülkeyi terketmek ve Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Bu olay Ukrayna’da NATO üyeliği tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Ukrayna’nın Batı ittifakı yönüne doğru hareket etmesinin artık durdurulamayacağını gören Rusya, Ekim 2014’de Kırım’ı ilhak ederek karşılık verdi. 2014-2019 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Petro Poroşenko, bir tarafta Rusya destekli Donbas bölgesindeki ayrılıkçılarla mücadele ederken, diğer tarafta AB-Ukrayna Ortalık Anlaşması ile ülkesinin Avrupa Birliği üyeliği hedefindeki en önemli adımı atmış oldu. Volodimir Zelensky’nin 2019 yılında, dış politikada AB üyeliği ve NATO üyeliği süreçlerini yeniden canlandırma vaadiyle girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yüzde 73 oy oranıyla kazanması Ukrayna-Rusya gerginliğini yeniden alevlendirdi. Burada şunu vurgulamak gerekiyor ki Ukrayna’nın ana akım siyasi rekabetinde, Batı yönelimi artık tartışmasız bir hegemonik pozisyon haline gelmiş durumdadır. Bu nedenle realizm Ukrayna’nın bir güvenlik maksimizasyon aracı olarak Batı ittifakına dahil olma çabalarını doğru bir şekilde tahmin etmektedir.
***
Elbette Ukrayna’ya neden Rusya’yı bir tehdit olarak algıladığı ve dış bir askeri ittifakı Rusya’nın sınırlarına kadar taşıyarak Rusya’yı tahrik ettiği sorulabilir. Yine liberal bir bakışaçısıyla, Ukrayna’nın Rusya ile barışı karşılıklı ekonomik ilişkiler yoluyla temin etmesinin daha akıllıca bir yöntem olacağı ileri sürülebilir. Ancak Ukraynalıların Rusya algısı bu ülkeyle olan tarihi tecrübelerinden besleniyor ve onlara bu algıyı değiştirme baskısı yapılması da anlamsız. Rusya coğrafi genişlemesini yumuşak güç araçlarıyla değil, sert ve acımasız bir baskıcı rejim sayesinde tesis ve müdafaa etmiş bir imparatorluk. Bunu yaparken de bölgedeki halkların otantik milli kimliklerini ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkını inkar etmiştir. Ukrayna tıpkı bir çok diğer ülke gibi, Rusya’dan bağımsız kalabilmek için 1917-1921 yılları arasında Bolşeviklere karşı başarısız bir savaş vermiştir. Putin’in Ukrayna’nın Rusya’dan bağımsız varlığını dahi kabul etmeyen söyleminin aksine, Ukrayna milliyetçiliği tarihi kökenleri derin bir milli kimliğe dayanıyor.
***
Şurasını vurgulamak gerekiyor ki Rusya’nın işgal kararı Ukrayna’nın henüz bir NATO üyesi olmaması gerçeğinden yararlanarak alınan bir karar. Başka bir deyişle, Rusya Ukrayna’yı caydırıcı bir askeri gücü ve ittifak ilişkisi olmaması sayesinde işgal edebildi. Rusya’nın davranışının kendisi açısından mantıklı olup olmadığı ayrı bir tartışma olabilir. NATO’nun genişlemesine vurgu yapan açıklamalar son tahlilde Rusya’nın işgalci, Ukrayna’nın ise işgale uğrayan ülke olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu işgal sonrasında sadece Ukrayna değil, aynı zamanda NATO’ya üye olmayan bütün bölge ülkeleri Rusya’nın açık tehdidi altına girmiş ve böylece Rusya’nın güvenlik ikilemi artmıştır. Yani bundan sonra Rusya’nın kendi güvenliğini artırma gayesiyle yapacağı bütün hamleler, karşı bloktaki safları sıklaştırmalarına, Rusya çevresindeki ülkelerin askeri harcamalarını artırmalarına ve Avrupa’daki diğer ülkelerin NATO şemsiyesine girme arzularını daha da kışkırtmaya neden olacaktır.
Şüphesiz yüzlerce insanın hayatını kaybettiği Ukrayna işgalinin ortaya çıkardığı ve devam eden insani trajediyi her türlü jeopolitik tartışmanın üzerinde konumlandırmak gerekiyor. Şimdiye kadar 1.5 milyon insan evlerini terk ederek başka ülkelere mülteci olarak sığınmak zorunda kaldı. Suriye mülteci krizi devam ederken dünya yeni bir mülteci kriziyle karşı karşıya. Bu hiç şüphesiz uluslararası sistemin bir krizi. Nükleer silahları sayesinde dokunulmazlık statüsü kazanan bir haydut rejim, bütün dünyanın tepkisine rağmen, hiçbir şekilde kendisine saldırmayan bir ülkeye karşı saldırıya geçebiliyor.
Dünya siyasetinde, özellikle küreselleşen bir dünyada, küçük devletlerin ve hatta devlet olmayan aktörlerin güvenliklerinin, dünya barışı için, en az büyük güçlerin güvenlikleri kadar önemli olduğu son yirmi yılda yaşanan savaşların ve terör saldırılarının ortaya koyduğu bir gerçek. Küçük ve orta kuvvetteki ülkelerin kendilerini güvende hissetmedikleri bir dünyada büyük güçlerin güvenliklerini teminat altına almalarının imkansız olduğu bir gerçeklikte yaşıyoruz. Ukrayna’nın bağımsızlığı yok edilerek, halkı adeta esir alınarak kazanılacak bir askeri zafer, bu nedenle Rusya’yı daha güvenli bir ülke haline dönüştürmeyecek. Vietnam’dan Afganistan’a tarih boyunca bir çok olay da göstermiştir ki ahlaki iddiası olmayan, haksız ve orantısız bir güç kullanımı ile askeri anlamda muharebe kazanılabilir ama geniş etkileriyle birlikte değerlendirildiğinde böyle bir saldırganlık siyaseten kaybetmeye mahkumdur.
HABERE YORUM KAT