Rasim Özdenören’in şahitliğine şahit olmak
Yasin Aktay, Rasim Özdenören'in mücadele örnekliğinden kesitler sunuyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Rasim Özdenören’in şahitliğine şahit olmak
Ölümler ölümlere ulanmaya devam ediyor. Hayata geldiğimiz anda kulağımıza okunan kametin gereği olarak birileri için namaza her kalktığımızda bir şaşkınlık, bir sarsıntı yaşamaya da devam ediyoruz. Oysa Allah baki, bu dünyada herkes ve her şey fani. Güzeller de çirkinler de zalimler de mazlumlar da yazarlar da okurlar da peygamberler de müminler ve kafirler de velhasıl her şey. Ölümün sırrına Allah’ı tanıyınca eriyor insan. Allah’ı tanıyınca ölümün de ölümlü olduğunu anlıyor insan. Baki olan bu kubbedeki hoş sadâ bile değil, o dahi fani. Baki olan sadece rabbu zülcelali ve’l-ikramın veçhi. Bunu bilmek, bu sırra ermek bilginin en değerlisi, en yararlısı.
Rasim abiyi de, şair tarafından, “güzel” olarak tesmiye edilebilmiş, o isme layık olabilmiş adamı da Rabbü zülcelalin ebediyetine uğurladık. Onu uğurlarken üzerime düşen bir şahitlik olacaksa onun hayatı boyunca bir yazar olarak, Müslümanca düşünme ve yaşamayı dert edinmiş bir Müslüman olarak yapmış olduğu bir şahitliği zikretmek olacaktır. O da şu:
Bir öykücü, bir yazar olarak o, çağının zalimine, mazlumuna, Müslümanları uzlete ve ademe mahkum etmeye çalışan bir istibdadın şahitliğini güzel kelimeleriyle, edebiyatıyla, öyküsüyle yaptı. Onun Elmalılı Hamdi Yazır, Nuri Pakdil’in babası gibi belli bir kuşağın şapka devrimine ve o dönemde ortaya konulan yeni beden siyasetine tepki kabilinden uzlete çekilerek aradıkları yeni eylem veya varoluş dünyasını tasvir ederken kullandığı Gül Yetiştiren Adam başlığı Müslümanların yaşadıklarına dair hafızayı edebiyatla perçinlemiş, unutmamalarını sağlamış ve yetişen güllere bir ufuk-imge ve motivasyon kaynağı oluşturmuştur. O adamların hikayesini anlatma ve ondan sonraki nesillere bir vasiyet, yani bir direniş ve diriliş öznesinin çıkmasına edebi zemini oluşturma misyonunu üstlenmiştir.
Özdenören’in kişiliği, bir yazar olarak yaşamına dair anlatabileceğim çok şey var. Bugün ona dair çok şey okuyup çok şey dinleyeceksinizdir, her ölenin ardından yapıldığı gibi. Ancak bana kalırsa şahsen benim anlatabileceklerimi özgün kılabilecek şey sanırım bunun herkes tarafından anlatılabilecek kadar sıradan olmasına dikkat çekmem olur.
Her haftasonu rutin bir iş olarak sıradan bir okuyucu olarak Ankara kitapçılarını ziyareti ve küçük büyük, unvanlı unvansız herkesle hemen bir sohbete dalabilmesi, bildiklerini paylaşması, bilmediklerini öğrenmeye olağanüstü açıklığı onunla ilgili sanırım hemen herkeste bir anı, bir iz, bir hikâye bırakmıştır. Bu hikâyenin özü onun mütevazılığı, sıradan bir hayat içinden kelimelere, edebiyata, kaleme olan samimiyetini ifade eder.
8 yıl önce yazarlığının 50. yılı dolayısıyla yazdığım bir yazıda söylediklerimi tekrarlamak istiyorum:
GÜZELLİK, YAZARLIK VE RASİM ÖZDENÖREN
Önüne klavyeyi, hatta cep telefonunu alan herkesin yazı yazabildiği, yazdıklarını da herkese kolaylıkla duyurabildiği zamanlarda yaşıyoruz. Bu zamanların ortaya koyduğu sonsuz örnekler arasında bir “yazar” yani bir “müellif” olmanın anlamları üzerinde çok önceden postmodern felsefeciler veya toplumbilimciler arasında cereyan etmiş bir tartışmanın tazelenmesine ihtiyaç var.
O tartışmaların bir yerinde “yazarın ölümü” ilan ediliyordu.
Bir ölçüde klasik ama daha ziyade modern zamanlarda yazara bir tür mesihi rol atfediliyordu ama bu rol daha sanal medyanın, internetin hayatımıza girmemiş olduğu dönemlerde bile artık bitmiş olduğundan bahsediliyor, yazarın mesihi rolü böylece geri alınıyordu.
Yazarın söylediği şeylerle olsa olsa bir tür toplumsal ve tarihsel bilinci yansıtabildiği, bunun dışında insanlığa öteden haber veren bir rolünün olmadığı söyleniyordu. Yazar artık ne söylerse doğru kabul edilen, ürettiği bilgi ve söylediği söz diğer insanlarınkinden çok daha özel olan bir insan, bir author, bir yetkili değildir. Son sözü söyleme ve sözü bitirme yetkisi yok.
Yazarın ölümü yazı yazanların alabildiğine çoğalmış olması gerçeğiyle çelişiyor tabi, ama bu ölümün göstergesi zaten yazan sayısının artması değil, yazarın bir otorite olarak konumunun kaybolmasıdır. Bunun iyi mi kötü mü bir şey olduğunu, kuşkusuz ayrıca değerlendirmek gerekiyor.
Ancak, otorite boyutu ne kadar azalmış olsa da özgün bir düşünce, üslup ve tarz peşindeki yazar mefhumu yine de tamamen terk edilebilmiş, terkedilebilecek görünmüyor. Bu biraz da okuyucuların beklentileriyle alakalı bir şey. İnsanların birçok konuda bir kılavuzluk arayışı postmodern zamanlarda bile terk edilebilmiş değildir. Bu da kuşkusuz okuyucuyu da yazarı da aynı anda etkisi altına alan ve her ikisine karşılıklı roller yükleyen bir ideolojiye, bir yazarlık ideolojisine işlerlik kazandırıyor.
Kuşkusuz, onu bir yazardan ibaret görmek onu bu yazarlık ideolojisi içinde konumlandırmayı gerektiren bir şey olurdu. Özdenören sadece bir yazar değildir veya alışıldık anlamda bir yazar değildir. Genellikle İslami edepten (edebiyat) kaynaklanan bir tevazuyla, ürettiği bilgiye veya konuştuğu dile, postmodernlerin deyimiyle bir “anlamsal huzurun” (presence) atfedilemeyeceği bilinciyle yazar görünür. Yani o, yazarın ölümü ilan edilmeden önce de yazarın da bir fani olduğu gerçeğini hissederek ve hissettirerek konuşur.
Kendi özel okuyucusunu bulmuş da onlarla özel bir hasbihali sürdürür gibi yazar. Sözünün huzurunun ancak bu özel diyalogla mümkün olduğunu biliyor gibi yazar, Rasim abi. Yine de asıl anlamsal huzurun okuyucuyla ilanihaye gerçekleşemeyeceğini bilerek, bir tür tevekkülle yazar.
Varoluşçu yazarların birçoğunu derinlemesine okumuştur Rasim abi. Hatta onun referans vermesiyle İslamcı gençliğin önemli bir kısmında onlara yönelik büyük bir ilginin oluşmasına da yol açmıştır. Buna rağmen o yazarların hiçbirinin sahip olduğu karamsarlığa kapılmamış. İnsanın trajik bir varlık olduğunun bilinci kinik bir kayıtsızlığa ve bohemliğe sürüklememiş. Özdenören’in metinlerini okuyanlar kendilerini bir batağa saplanmış veya karmaşık bir yolda kaybolmuş hissetmiyorlar. Kendi yolunu aydınlatarak ilerliyor Yazar.
Özdenören kendi kuşağındaki birçok Müslüman aydının taşıdığı bazı özelliklere biraz daha fazladan sahip. Ulemasından yoksun bırakılmış Müslümanlara, ulemaya vekaleten kanaat önderliği görevini yürüten edebiyatçı, sosyal bilimci, entelektüel kuşağın en önemli isimlerinden biridir. Gül Yetiştiren Adam’ıyla cumhuriyet döneminde köşesine çekilmek zorunda kalan ulemadan önemli bilgiler devralmış çocuğu hem özendirdi hem oynadı.
Seksenli yılların ortalarında yazdığı Müslümanca Düşünce Üzerine Denemeler kitabı, İslami düşüncenin ve gençliğin birçok konuya bakışında çerçeve çizici, önemli bir referans kitabı oluşturdu.
Güzel insanlar Allah’ın cemaliyle, rahmetiyle buluşsun. Kendisine Allah’tan rahmet yakınlarına ve tüm Müslümanlara başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet, makamı âlî olsun.
HABERE YORUM KAT