Ramazan Yazçiçek ile “Halimiz Üzerine” (Röportaj)
Eşik dergisi Ramazan Yazçiçek ile Müslümanların ve özellikle de gençlerin halleri üzerine bir röportaj yaptı.
Röportajın tam metnini okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:
***
1-Öncelikle dergimize de ismini veren ve oldukça geniş bir anlam içeriğine sahip olan ‘eşik’ kavramı üzerine düşünmek istiyoruz. Farklı rivayetlerle atıfta bulunulan, “Biz Müslüman olduğumuzda bir eşikten geçtik ve cahiliyeye ait olan ne varsa onun ardında bıraktık” sözüne binaen, “eşik” kavramı bizler için ne ifade etmelidir?
Teşekkür ederim.
Sözlerime, Allah’ın adıyla ve O’na hamd ederek başlamak istiyorum.
‘Eşik’, çok güzel bir kelime... Sözcükler vardır, sadece konuşmaya araçtırlar; ihtiyacı giderecek kadar anlamları vardır. Bazı kelimeler ise konuşmanın nesnesi değil öznesidir adeta. Dolgu maddesi hiç değil, o kelimeler ile konuşulmaz sadece; dile gelir, kendisi konuşur kelimelerin. ‘Eşik’ ifadesi de öyle, anlam yüklü bir kelimedir. Bir sözcükten öte çağrışımlara sahip potansiyeliyle bende iz bırakmış kelimelerdendir.
Eşik, hatırlattıklarıyla bir özgürlük ayracıdır. Eğer buradaki ayraç, zihinsel bir dönüşümü belirliyorsa, bu, aslî/köklü bir değişimi gösteriyor demektir. Değilse şayet, bir değişimden ziyade sadece yeni form söz konusudur. Eşiği bu anlam derinliğinde anlayabilmek için, önce konuşlanılan yerin; menşeî ne /neresi olduğuna dair bir farkındalığın olması lazım. Hangi halde idi, hangi hale dönüştü? sorularının eşik ile cevap bulması lazım. “Kapının eşiği” deriz değil mi? Yani burada, bir içeri bir de dışarı var demektir. Farklı bir izahla, sizin bir şeye iyi veya kötü diyebilmeniz için, öncelikle neyin iyi; neyin kötü olduğunu ve hatta “iyinin ne olduğunu” “kötünün ne olduğunu” bilmeniz gerekir. Eşik ayracıyla ilgili de aynı şekilde düşünmeliyiz kanaatimce. Ne, neresi ve hatta niçin sorularının kendisiyle cevap bulması gereken bir ayraçtır eşik.
Cahiliyeden Müslüman kimliğe ayracı çok önemli ve de yerinde bir tespittir. Cahiliyeden İslam’a! Nereden nereye sorumuzun tam da cevabını burada buluyoruz! Kısa cümlenizde üç tane anahtar kelime vardır. ‘Müslüman’, ‘eşik’ ve ‘cahiliye’. Cahiliyeden İslam’a geçiş, içerikten yoksun; salt farklı bir kimliğin terennümü değildir malumunuz. Bu geçiş, zihinsel bir dönüşümün ifadesi olup bilinç düzeyinde hayata aksetmeyi temsil etmektedir. Yeni bir kimlik inşası içindir bu geçiş. Allah (cc)’ın, yeniden ve fakat son kez indirdiği vahyi ile insanlığın İslâm’a davet edilmesidir cahiliyeden İslâm’a geçiş!
Burada, eşiği çağrıştırması cihetiyle hicreti zikredebiliriz. Hicret, bir anlamda eşikten geçme amelidir... Endülüs’ü fetheden komutan Tarık bin Ziyad gibi gemileri yakarak. Geriye doğru hiçbir beklenti duymadan, mal-mülkten, belki evlâd ü ıyâlden geçmektir hicret. Medineler kurmak için Mekke’den ayrılmak; niyet, amaç ve hedefle bir halden başka hale yürüyüştür. Şirkten tevhide yürüyüşle başlayan; gerektiğinde mekânlarda sürdürülen hicret, her an yeni eşikten geçmedir. Ya tevbe! Eşikte oluşun muhteşem bir başka ayracı… Hatadan, günahtan sıyrılmanın, arınıp temizlenmenin taahhüdü; suçun, hatanın itirafı ve pişmanlığın, günahtan teberri edişin ilanı olan tevbe, eşik bilenlerin amelidir! Tevbe, hoşnut olunmayan halden arzu edilen hale geçiş için Allah'a yakarış, ondan af dileyenlerin belirlediği çizgidir. Evet, asıl özün özü olan eşik, Lailahe illallah ile yaşanmaktadır. Reddettiğinin de kabul ettiğinin de farkında olmak, eşik bilmektir. Eşik arifesi, Lailahe ile belirleniyor; olmuş-olacak bütün sahte ilahlar red/inkâr ediliyor. Varılmak istenen darusselam, ebedi kurtuluş ise illallah ile hedefleniyor. Ebedi karanlıktan tükenmeyecek aydınlığa bir eşiktir Lailahe illallah…
2-Tevhidin bilgisine sahip olduğumuz halde ilmiyle amil bireyler olamıyoruz. Bu anlamda sosyal sorumluluk açısından ahlak ve tevhidin bütünlüğü nasıl anlaşılmalıdır?
‘İlmiyle amil olmak’ Kur’ân’ın temel uyarısıdır. Kur'ân’da nerede iman etmekten bahis varsa hemen ardından bunun salih amel ile teyid edilmesi istenir. “İman edip salih amellerde bulunanlar…” Kurtuluşa erecek olanların bunlar olduğu bildirilir. Yani ‘ilim’ için bir anlamda iman diyecek olursak, ‘amil’ olma da salih amel işlemektir. İman, sahibinden teyid edilmeyi bekler; dolayısıyla teyid edilinceye dek iman bir iddia mesâbesindedir. Allah'a yönelim, teslimiyet itibariyle verilen sözün gereği yerine getirildiğinde yani amil olunduğunda teyid edilmiş olunur. Unutulmamalıdır, teslimiyet temsiliyeti gerektirir. Teslimiyetten kastımız, tevhid inancının gereklerinin kişide ete kemiğe bürünmesidir. Ne var ki, tek başına tevhidin bilgisine sahip olmak kişiyi muvahhit kılmadığı gibi Ahlâkın bilgisine sahip olmakta Ahlâklı olmak demek değildir.
Bakın sevgili gençler, ahlâk, pratiği olmayan bir teori değil; bilakis kendi pratiğini zorunlu kılan İslamî bir ıstılahtır. Nitekim ahlâklı davranma, ahlâkî bir erdem, politik bir tedbirden ziyade bir iman konusudur. Bir insanın iman-ahlak problemini çözmeden yürümesi; farklı bir ifadeyle iman ile ahlakın bağını kopararak yol alması mümkün değildir. Bugün birçok kavramın içi boşaltılmış ve çoğu kez İslâm’a zıt manalarla kirletilmiştir. Önce bunların ayıklanması ve aslına rücu ettirilerek Kur’anî zeminde ihya edilmesi lazım. Biz “Ahlâk” derken, batıda “etik” denilen, moral değerler denilen ifadeyi kastetmiyoruz. Demek 3 istediğim o ki, burada sancısını duyduğumuz sorunlar apayrıdır. Ahlâk ve etik ifadeleri, ne bilgi (epistemik) yönüyle ne de amaç ve hedefleri yönüyle aynıdır. Değerlendirmeleri maalesef ayarı bozulmuş, hatalı hatta ilgisiz ölçü birimleriyle yapıyoruz. Kalibrasyona ve dâhi ölçü birimini yeniden teyide ihtiyaç vardır. Allah (cc), “Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin…” (Kalem, 68/4) diye buyururken, Peygamberimizi (sav) tescil ve tarifle bize rehber kılıyor. Dolayısıyla ayara yeniden lüzum da bozulmuş zihnî yapımızla kalibreyi nerede yapacağımız da ortadadır. İnsan, serbest zaman ve mekânlarda nasıl davranıyorsa hakikatte ‘kendisi o’dur. İşte Ahlâk-tevhid ilişkisinin can alıcı noktası da burasıdır. Tutarlılık. Tevhid ahlak ilişkisi, bilmekten ziyade bir durumu gösterir; bu,ilmiyle amil olmaktır. Farklı bir ifadeyle, ahlaktevhid bütünlüğü.
3-Bir röportajınızda[1] “İçinde bulunulan şartlara asla bigâne kalmadan kendi değerleri üzerinde yürüme lüzumundan söz ediyorum” diyorsunuz, modern dünyanın oluşturduğu yaşam pratikleri ve muhayyilesine karşı Müslüman şahsiyet bunu nasıl başarabilir?
Kirlenmiş bilgilerin, bilgi enflasyonunun önce norm değerlere çekilme zorunluluğu vardır. Kur'ân, “oku” derken “Rabbinin adıyla” diye ekliyor. Ardından, “yaratanın rab olduğu” gerçeği, ezber bozan mesaj olarak bildiriliyor. Vahiy, zihnî yapısı cihetiyle insanı adeta yeniden inşa ediyor.
Evet, hem içinde bulunulan şartlara asla bigâne kalınmaması gerektiğine hem de kendi değerlerimizle yürüme zorunluluğuna inanıyorum. İlk hususa dair hassasiyetim, dünyanın gittiği yönü, etkin olan Batı medeniyetini tanımadan beylik öykünmelerle, hamasi laflarla bir yere varılamayacağına dair gözlemlere dayanmaktadır. Kendi değerlerimiz üzerinde yürüme lüzumuna gelince; bu husus, izaha gerek bırakmayan, bizi biz yapan değerlerimiz olup yine bilgi ile birlikte müşahedeye dayanmaktadır. Öncelikle bugün, “Müslüman şahsiyetin” bütün anlamlarıyla ‘buradayım’ diyeceği bir var oluş ihtiyacı söz konusudur. Bu tahakkuk ettiği an, kadim dönemlerde atalar dininin tarihin çöplüğüne atıldığı gibi modern dünyanın oluşturduğu batıl yaşam pratikleri de tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kur'ân ve Sünnet’i hakkıyla okuyup yaşama aktarmak, bunu temin etmenin biricik yoludur.
Hayatı; problemleri, çoğu kez bulanıklaşan kavramlar üzerinden değerlendiriyoruz. Modernliğin ürettiği ideolojileri de aynı şekilde ayarı bozulmuş ölçülerle kıymetlendiriyoruz. Haliyle vahim hatalar kaçınılmaz oluyor. Bakıyorsunuz ‘Müslüman demokrat’, ‘liberal Müslüman’, ‘İslâmî liberalizm’, ‘İslamî sol’ gibi ucube tanımlamalar üzerinden gençler ifsad ediliyor. Makyajlanmış ifadeler kullanılıyor. Oysa ortaya konulanlar iğdiş edilmiş zihniyetin yansımasından öte bir şey değildir.
Bahsettiğiniz röportaja atfen şunu ekleyebilirim: “Müslüman şahsiyet” kimliğini gerçek zamanlı yaşayandır. Bu, bir anlamda ibnü’l vakt’tır. Ne demek? Takva cihetiyle zamanın çocuğu olmak, anı/ömrü doğru değerlendirmektir. İfadeyle daha ziyade şunu kastediyorum: Olunması gereken hal, içinde yaşanan çağı doğru okuma, kulluğun gereğini bütüncül bir bakışla ortaya koyma halidir. İçinde yaşanılan zamanın barındırdıklarına vakıf olma İbnü’l vakt (zamanın çocuğu); şimdiyi algılayandır. Bir de ebu’l vakt (zamanın babası) olmak vardır. İşte Müslüman şahsiyet budur! Bu olmalıdır! O, şimdiyi, geçmişin tecrübe ve değerlerinden kopmadan geleceği inşa etme farkındalığıyla anlayabilendir. Farklı bir ifadeyle zamana damgasını vurandır. Hâsılı, modern dünyanın yaşam pratikleri ve muhayyilesine karşı “zamane çocuğu” değil kendi kimliğinin çocuğu, “zamanın çocuğu” olmayı başarabilendir Müslüman şahsiyet.
4-Tevhidden yoksun, kapitalizmin tüketim kültürüne mahkûm edilmiş gençliğin çıkmazına İslam’ın evrensel mesajı nedir? Bunun yanında Müslüman gençlerin bütünlüklü bir söylem, düşünce ve yaşam biçimi arayışında bugün nelerden sakınması ve nelere tutunması gerekir?
Aslında gençlerin sorunu ümmetin sorunundan farklı değildir. Doğru bir tasavvur, bilgi, teşhis, tedavi ile yol alış gereklidir. Öncelikle Furkan’a; hakkın batıldan ayrılmasına ihtiyaç vardır. Hak nedir, batıl olan nedir? Sorularının doğru kaynaktan cevaplanması gerekir. Kaynak malumdur, yukarıda değindik. Ve ardından doğru bir yönteme de ihtiyaç vardır. Bunun ancak bütüncül bir okuma ile gerçekleştirilebileceği kanaatindeyim. Nedir bütüncül bir okuma? Varlığa, Allah’ın hayatı, eşyayı; bütün hadisatı anlamlandırdığı bir tasavvurla bakabilmektir. Kur’an ayetlerinin birbirine müfessir ve müfesser olduğu gibi mevcudiyet dahi tekvini ve tenzili vahyin birbirine hem müfessir hem de müfesser olduğu bilinciyle okunmalıdır. Allah’ın göklerin İlahı olduğu gibi yerlerin de İlahı olduğu; Allah’ın yaratan olduğu gibi emr ve otoritenin de sahibi olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.
İslâm, dar bakışlara mahkûm edilmişlikten, belli görüş ve ideolojilere meşruiyet sağlamanın vasıtası olmaktan kurtarılmalıdır. Dinin küllî gayeleri gözetilerek meselelere zaman ve mekân ötesi bir enginlikle bakılmalıdır. Vahy mesajı, Allah’ın emir ve yasaklarını bir tarafa bırakan; modern liberal çoğulcu okumalardan arındırılmalıdır. İman hakikati, farklı gelenek ve kültür havzalarının, üretilmiş değerlerin, beşerî kabullerin izafî yorumundan kurtarılmalıdır. İslâm, modern ideolojilerin tasallutuna terk edilmeden tebliğ ve tebyin rehberi olan Resulullah (sav)’ın örnekliğinde yeniden hayata taşınmalıdır.
Bütün bunlar, vahyi merkeze almak ile nefsi merkeze almak arasındaki farktır aslında. Farklı bir ifadeyle saflar, iman ve küfrün adıdır. Ya, vahye tabi olur her şeyi onun aydınlığında tanımlarsınız, ya da sapıklıktan sapıklığa gider ve adına da farklı ‘izm’ler dersiniz. İslam’ın evrensel mesajı her dönemin ismi değişen ancak mahiyeti değişmeyen cahiliyelerine cevaptır. Tevhid hakikatinden yoksun her sapma insanlık için zulüm ve sömürü demektir. Köleleştiren etkenler farklı olabilir ancak köleleşen hep insandır. Oysa insan hür yaratılmıştır hür olmalıdır. Hürriyetin özü İslâm’dır.
Sözlerimi ilk sorunuzdaki eşik ifadesine atıfla tamamlamama izin verin. Modern kavram ve ideolojiler eşiği aşındırma çabasındalar. Yani sınırlar aşındırılmakta 5 geçişkenlik sıradanlaştırılmaktadır. İnanç, eklektik bir harmanlamayla aslî karakterinden uzaklaştırılmak istenmektedir. İşin en tehlikeli yanı burasıdır kanaatimce. Hakkın batıl, batılın da hak olarak görülme riskidir bugün yaşananlar. İnanca yönelik eşiği aşındıracak gri ve bulanık söylemlere tevessül edilmemelidir. Özellikle gençler, bugün etkin olan kapitalizmin tüketim kültürüne; popüler yoz kültüre karşı uyanık olmalı; tevessül ve dahi tenezzül etmemelidir. Sosyal medya, sosyal ağlar denilen ancak insanı bireyselleştirip maske surata esir alan unsurların olumsuz etkilerine karşı son derece ferasetle davranılmalıdır. Serbestlik, bireyselleşme gibi liberal ideolojiler, haz odaklı nefsîliği kışkırtmaktadır. Bütün bunlara karşı direnç, önce kendi kimliğine sahip çıkan bir mutmainlikle sağlanabilir. Müslümanlar, inançlarının özgüvenini Allah’a olan güven ile anlamlandırmalılar. Evet, gençler ümmet coğrafyasında ortalama her gün bin insanın öldürüldüğü bir gerçeklik zemininde firavunların değil Musa’nın, nemrutların değil İbrahim’in tarafı olmalı; bu bilincin yeniden ihya ve inşasında ben de varım diyebilmeliler.
Rabbimizden, her sözümüzün her anımızın hayatımızda yeni bir eşik olmasını diliyorum.
Değerli vaktinizden ayırıp sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Allah faydalanmayı nasip etsin.
Teveccüh gösterip soru yönelttiğiniz için ben de sizlere teşekkür ediyorum. Allah sizlerden de razı olsun.
Kaynak: Eşik Dergisi, yıl: 2, s: 10 İlkbahar, Ankara 2016-2015.
[1] İlgili röportaj, Ramazan YAZÇİÇEK ile “Zamanın Ruhu” Üzerine, Röportaj: Fatih Bütün, Nida, Malatya
HABERE YORUM KAT