Ramazan umresinin hissiyatı
Mustafa Armağan, Ramazan'da gerçekleştirdiği umrenin kendisinde uyandırdığı hisleri kaleme almış.
Mustafa Armağan / Yeni Akit
Ramazan umresinden damlalar
Bugün “lâ” süpürgesiyle bâtılı süpürme ve destime HAKKI gürül dürül doldurma günüydü.
Beytül-Atîk’tedik, yani hür beldede. Buranın sahibi Allah’tır çünkü. Kimsenin değildir ve TEVHİDE inananlarındır.
Beytullah da diyoruz ya, Allah’ın Evinde misafiriz.
Örs burası. Çekiçler tavaf ve Safa ile Merve arasındaki gidiş gelişler yani sa’y. Sen ise bütün dünyevi giysi ve kimliğinden yalıtılmış olarak “lebbeyk” diye haykırıyorsun, emrine amadeyim, elest bezmindeki sözümün arkasındayım, sen Rabbimsin, işte en çıplak kimliğimle huzurundayım diyorsun defalarca.
İşte o çekiçler örste yana yana kor haline gelmiş benliği yeniden şekil vermek üzere dövdükçe dövüyor.
Saatler boyu süren bu dövme işini yapan kimdir peki?
Dövüldükçe benliğin sırlarına agah oluyorsun. Bu gerçeğin idrak kapısı hepimize açık.
Mekke-i Mükerremedesin, keremli, hür beldede ve Allah’ın misafirisin, Hac veya umrede - ki son 30 yılın en kalabalık umresindeyiz- örste dövülen beden tövbelerle serinleyip yeni bir hayata başlama azmindedir.
Mekke-i Mükerreme burası. Tamamı harem olan şehir. Mescid-i Haram ise bu haremin gözü. Onun da ruhu Kâbe-i Muazzama. Yani Âli İmran suresinde geçtiği şekliyle “ilk ev”. Aslî ev daha doğrusu. Onun için nerede olursak olalım orası bizim evimizdir. Gitmesek de, dönmesek de o ev bizim evimizdir ey yolcu.
Sabah 6’da vardık Mescid-i Harama. Gün henüz ağarmıştı. Mahşeri bir kalabalık yoktu. Onu gördüm, koyu siyah örtülere bürünmüştü her zamanki gibi. Ne ezici bir boyuttaydı, ne de hafife alınacak bir büyüklükte. Tam ortası. Altın oran. Mütevazı ama sadeliği içinde o kadar çarpıcı.
Görünce, hele ilk defa görünce tarife sığmayan bir his baştan sona kaplıyor insanın ruhunu. Senden bir parça sanki, ezelden aşinası gibisin ama seni, seneleri ebediyen aşan bir görkem tütüyor üstünden.
Orada ortak olarak hissettiğimiz şey, hem zerre gibi hiçim, hem de her şeyim. Muhammed Esed’in deyişiyle insanın aka aka çoğalan ve aka aka durulan bir ırmağın damlası olduğunu farketmesi.
Burada ast yok, üst yok, otorite yok. Efendi, patron, işçi, köle yok. Hepimiz hem bu büyük birliğe iltica ettiğimiz kadar var ve ondan ayrıldığımız kadar yokuz.
Bunu bizzat yaşadım. Anlatayım izninizle.
Tavaf esnasında insan Kâbe-i Muazzamaya yakın bir yörüngeye oturmak için tabii bir meyle kapılıyor ister istemez. İç halkaya, daha içe, daha... Nihayet Hicr-i İsmaile yaklaşabildim, biraz gayretle ilk sıradaki ayrıcalıklı yeri kaptım. Artık Kâbe-i Muazzamanın tam karşısındaydım. Dualar, yakarışlar, aklıma gelen ne varsa gönülden dudaklarıma selsebil oldu. İşte orada, o ulaşılmaz sandığım noktadaydım ve bu ne kadar kolaylıkla başarılmıştı.
Derken cesaret geldi ve bu defa hadsizliğim tuttu, elimi duvarına değecektim. Kolay olmadı elbette, birkaç dalga beni dışarı fırlattı ama pes etmedim. Mültezem kapısına doğru hamle ettim. İşte önümde üç kişi kaldı, iki ve bir... Elimi siyahlı beyazlı ellerin arasından uzatıyorum ve işte o ilk elektrik. “Artık beni kim tutsun.” Bu defa sarılma isteği kaplıyor benliğimi. Ve önümdeki zenci kardeşim gözyaşı ve ter içinde çekilirken yerini dolduruyorum. Sarıldım ona lebbeyklerle, gözyaşları içinde öptüm. Kendim için, sevdiklerim için, ümmet için, Filistin için... bol bol dua ettim.
Derken bir dalga beni kopardı oradan, Makam-ı İbrahime getirdi. Onun Kâbe’yi inşa ettiği sırada üzerine çıktığı kayadaki ayak izlerine hayret hisleriyle nazar ettim.
Derken yine ortalardayım, sonra dışarıda.
Yani eşittik işte, kimse benden üstün değildi, ben de kimseden farklı değildim. Herkese açıktı yollar. Ayrıcalığı olan yoktu.
Çünkü O’nun huzurundaydık, yaratılıştaki acizliğimizle.
Namaz vakti geliyor, gözlerim yaşlarla dolu kılıyoruz Kâbe imamının arkasında. Bir damla düşüyor mermere. Buraya bırakabileceğim en günahsız parça o.
HABERE YORUM KAT