Ramazan sesleri
Bu sene Ramazan'da, hemen her yıl tekrarlanan 'oruç tutanların sayısı arttı, oruç tutmayanlara baskı yapıldı...' haberlerinin yerini, şenlikli etkinlik haberleri aldı.
Görkemli iftar davetlerinin, sokak şenliklerinin süslediği İstanbul'da sıcakların da etkisiyle akşamlar farklı bir letafetle yaşandı.
Oruç tutan bir arkadaşımın zamanın yavaşlamasıyla ilgili aktardıkları, açılan algı kapılarını ilk defa bu açıdan düşünmemi sağladı. Fark edilen kokuları, artan duyuların hissettirdiği detayları duymak ilginçti. Ruhun perdelerini açan bu deneyimin uzağındaki biri olarak, arkadaşlarımın deneyimine büyük bir merak ve saygıyla tanıklık ettim. İlginç olan, aynı saygıyı toplumun çoğunluğunda gözlememdi. Korkuların yerini, sakınmadan bir arada yaşanabileceğini kanıtlayan güven aldı. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama sanki Ramazan'ın kültürel boyutu bu sene daha çok vurgulandı. Bunun en önemli işaretlerinden biri, seküler hayat tarzını benimseyen çevrelerin büyük bir merakla izlediği Ramazan'daki caz etkinliğiydi. Etkinliğin afişlerini sokakta ilk gördüğümde, aklıma gelen ilk isim Abdullah İbrahim oldu.
Onu ilk olarak bir çöl yolculuğunda dinlemiştim. Kur'an'dan ayetleri saksafon ve piyano eşliğinde okuyordu. Sakin, kendine has bir yorumu vardı. İslam'ın uzak coğrafyalardaki algılanışına, kültürün dinle buluşmasına güzel bir örnekti.
Ramazan'da caz etkinliği sayesinde Türkiyeli izleyici, Abdullah İbrahim başta olmak üzere Müslüman dünyanın önemli müzisyenlerini tanıdı; Enver İbrahim, Cafer Yusuf ve Cemal Ahmet vs.
İlk gece İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bahçesinde Batılıların hitap ettiği isimle Anvar Bahem'i dinledik. Bizdeki adıyla Enver İbrahim'i.
İbrahim, dört kişilik grubuyla sahne aldığında İstanbul tropik sıcağın erittiği bir şehirdi. Onun müziğiyle hep beraber çöle doğru aktık. Çölden başlattığı küçük adımlar, atlıların toynaklarıyla Akdeniz'i selamladı...
Müziğin labirentini derinleştiren ritimlerle, aynı anda çölü ve Akdeniz'i anlatan bu adamı dinlemek, geldiği coğrafyayı dinlemek gibiydi. Enver İbrahim, dalgaları duyurduğu dinleyicisini başladığı yere, çöle geri götüren bir müzisyen. Udun Arabi sesini, Akdenizli kılan...
O gece İstanbul Arkeoloji'nin avlusu, onun müziğiyle bir lahite dönüştü. Antik dönemden Roma'ya, oradan Osmanlı'ya, içinde bütün çağların hissedildiği işaretlerle dolu bir lahit.
Yüzyıl önce Mısır'ın derinlerinden, Sayda'dan taşınan eserlerin sessizliğini müzik açıklıyordu sanki. Ağlayan kadınlar lahitinin, büyük İskender'in kırık boynunun, nehir tanrısı Okeanos'un ve elbette Sappho'nun eski bir konuşma sürdürdüğü Akdeniz medeniyeti müzik sayesinde dile geldi.
Akdeniz'e kıyısı olan ülkelerin, Arap'ın ve Latin'in bağlantıda olduğu zamanlara gitmiştik sanki. Gidiş ve gelişlerin yaşandığı, amphoraların taşındığı, şarabın ve zeytinin getirilip götürüldüğü gemilerin rüzgârı hep bir aradaydı...
O gece İstanbul Arkeoloji'nin bahçesi gelenekle barışmanın huzurunu yaşattı. Ramazan'a başka seslerden bakmanın, sahip olduğumuz değerleri başka değerlerle buluşturmanın güzelliğini...
Avluyu dolduran dinleyiciler hep beraber, Sayda'dan yola çıkan lahitlerin taşındığı kervandaydık sanki.
Muhayyilesi inceliklerle süslü Osman Hamdi Bey'in çabasıyla değeri fark edilen arkeolojik eserlerin peşinden Enver İbrahim müziğiyle gelmişti. Lahitlere ses vermeye, eksik sesi tamamlamaya.
Taşınırken alınan yolun sesi, toynak ve nefes sesi hep bir aradaydı.
Ve İstanbul o gece daha güzeldi. Daha zengindi...
Hepinize güzel bir bayram diliyorum.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT