“Ramazan paylaşmaktır” diyen kapitalizm!
Kapitalist dünyada toplumları yönetmeye aday tüm siyasilerin söylemlerinde, ‘yoksullukla mücadele’ önemli bir yer tutar. Ancak iktidara geldiklerinde değişen pek bir şey olmaz. Bunun en büyük sebebi, sorunun yanlış yerde aranması, yanlış şekilde formüle edilmesidir. Zira asıl sorun: “Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasal olmayan kapitalizmdir.” Dolayısıyla sorunumuz yoksullukla değil, ‘zenginlikle mücadele’ olmalıdır.
Tabi ki bu söylemimizin hedefinde salt zenginlik yok. Zengin ya da yoksul, varlık ya da yokluk; nimetle imtihanın farkında olmaktır derdimiz. Allah’ın arzında yoksul ve aç var ise bunun nedeni, zenginlerin zevk ve sefa içinde yaşamasıdır. Yoksulluğun olduğu yerde zenginlik, mutlaka çiğnenmiş bir haktır. Böyle bir zenginlik Rabbimizin bereketlendirdiği bir zenginlik olabilir mi?
Kapitalizm işsizlik ve yoksulluk üretmeden ve bunları derinleştirmeden yol alamaz. İşsizlik, yoksulluk ve sefalet üretmeden var olamaz. Doğayı tahrip etmeden, yaşamın temelini aşındırmadan hayatta kalamaz. Dünyamızın giderek yaşanamaz bir yer haline gelmesinin sebebidir kapitalizm.
Arsız, doyumsuz kâr uğruna yaşam alanlarımızı, kaynaklarımızı yok eden kapitalizm için zenginlik; bu talanın büyüme ve kalkınma adına tek meşruiyet kaynağıdır. Ama ‘büyüyen nedir, ne pahasına büyür, büyüme kimin için ne anlama gelir?’ gibi sorular bir türlü sorulmaz.
Zengin olmak, bir başkasının emeğine el koymak mıdır? Bir insan ne kadar yetenekli, becerikli, çalışkan olursa olsun dünyanın en zengin insanın servetine sahip olabilir mi?
Kapitalizm kimileri için bunu mümkün kılan bir ideolojidir. Kapitalist, bir şey üretme zahmetine katlanmaz. Onun adına üretenler vardır. O, modern fildişi kulesi gökdeleninden kendisi için üretenleri izler. Aşağıda olanlar umurunda bile değildir. “Tüm uyarıcılara rağmen, hiçbir ahlaki kaygı taşımadan dünyevi zevkler peşinde koşan şımarık bir mütreftir.” :İşi bitirmenin kestirme yolları ona her zaman açıktır. Yasalar ve hukuk doğal zenginliklerimizi utanmazca yağmalamasını, talan etmesini meşru kılar. Böyle bir ortamda yoksulluğun derinleşmesi kaçınılmazdır.
Dolayısıyla ‘yoksullukla mücadele’ söylemi gerçek sorunu gözden uzaklaştırıyor. Ne olursa olsun zengin olmak gerektiği, zengin olmak için her türlü yolun mubah olduğu, zengin ol(a)mayan adamın adamdan sayılmadığı zihinlerimizi iğdiş ediyor. Zenginlik ulaşılması gereken bir tabu mertebesine yükseltiliyor.
İdeolojik kirlerden kurtulmak için asıl sorunu tartışmak gerekiyor. Ramazan ve oruç gibi en kıymetli değerlerimizi dahi kullanmaktan çekinmeyen hâkim ideolojinin söylem ve reklamları bilincin açığa çıkarılmasını, sorunun anlaşılmasını engelliyor. Önce birbirini üreten olguları doğru anlamamız lazım. Zenginlik olmadan yoksulluk ya da yoksulluk olmadan zenginlik olabilir mi? Bu ilişki efendi-köle, zalim-mazlum, güzel-çirkin, iyi-kötü kavramlarındaki ilişkiye benzer ve zenginlik yoksulluk üzerinden var olur. Dolayısıyla, yoksulluğu gerçekten sorun edenin çözümü nerede arayacağı bellidir.
İnsanlığın ve uygarlığın şimdilerde içine sürüklendiği sefil durumun arkasında; üretmek ve yaşamak için gerekli araçlarla, yaşamın sürekliliğini sağlayan kaynaklara küçük bir azınlığın el koyma keyfiyeti yatıyor. Bugünkü kepazelik, herkese ait olup herkesin kullanımına sunulması gereken müştereklerin küçük bir azınlık tarafından gasp edilmesinden kaynaklanıyor. Bu sapma hukuk sistemiyle korunuyor, meşrulaştırılıp sürekliliği sağlanıyor. Bu yüzden, geçerli hukuk sisteminin aslında neyi ifade ettiğinin, kimin için ne anlama geldiğinin de tartışılması gerekiyor.
Kapitalizm işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet, aşağılanma gibi sosyal kötülükleri azdırarak; doğa tahribatı üretip, ekolojik dengeleri bozarak yol alıyor. Başka türlü ayakta kalabilmesi asla mümkün değil. İnsana ve doğaya zarar vermeden, yaşamın temelini aşındırmadan varlığını sürdüremez. Reforme edilebilir, ehlileştirilebilir bir sistem de değildir. Dolayısıyla, sosyal ve ekolojik kötülüklerle kapitalizm dahilinde kalarak mücadele etmek mümkün değildir.
Mücadelemizi yoksul ve yoksun bırakılan, hakları çalınan mustazaflara odaklanarak değil hırsızlara, gasıplara odaklanarak sürdürmemiz; bununla birlikte bize sunulan nimetlerin emanet olduğu bilincini unutmamamız gerekiyor. Çünkü sahip olduklarımızdan verdiğimizde çok az şey vermiş oluruz; asıl vermek kendimizden vermektir.
Sahip olduklarımız, yarın ihtiyacımız olabilir diye saklayıp koruduğumuz şeylerden ibarettir. İhtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değildir. Kuyumuz tamamen doluyken susuzluktan korkuyorsak, tatmin olamayan bir susuzluğumuz vardır.
Çok şeye sahip olup çok az verenler, bunu gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar. Verdiklerinden dünyevi bir çıkar bekler, ıstırap içinde verirler. Bu yüzden armağanları yararsız kalır. Çok az şeye sahip olup verenlerin ise kasaları hiç boş kalmaz. Çünkü onlar sevinçle, yasemin çiçeğinin kokusunu yaydığı gibi hesapsızca verirler.
İstendiği zaman vermek güzel bir davranıştır elbette; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek başkadır. Cömert olan için, verecek kimseyi aramak ve bulmak zor değildir. Onlar ‘vereceğim ama hak edeni bulabilirsem’ bahanesini üretmezler. Çünkü ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne çayırdaki sürüler. Onlar, saklandığında çürüyecek olanı yaşayabilsin diye verirler. Sahip olduğumuz her şey bir gün verilecektir. Öyleyse simdi verelim ve vermenin huzuruyla yaşayalım.
Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder. Hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su içebilir. Biz kim oluyoruz ki, onların göğüslerini yırtarak korumasızca ortaya seriyor, değerlerini örtüsüz, gururlarını utanmasız olarak değerlendiriyoruz? Önce kendimizi vermeye hak kazanmış bir aracı olarak görelim. Gerçekte her şeyi veren Allah’tır ve biz sadece bir tanık olduğumuzu unutuyoruz.
Ve siz alanlar, ne kendinize ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için, hiç bir minnet hissi taşımayın. Bunun yerine, armağanları kanat yaparak verenle beraber yükselin. Çünkü aldığımızı gereğinden fazla abartmak, Rabbimizin cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir.
Bu vesileyle paylaşmanın bereketlendiği Ramazan ayımızı tebrik ediyor. Ümmete hayırlar getirmesini Rabbimizden niyaz ediyorum. Allah’a emanet olunuz.
YAZIYA YORUM KAT