1. YAZARLAR

  2. HAMZA TÜRKMEN

  3. Ramazan Bayramı Arefesindeyiz!...
HAMZA TÜRKMEN

HAMZA TÜRKMEN

Yazarın Tüm Yazıları >

Ramazan Bayramı Arefesindeyiz!...

28 Mart 2025 Cuma 12:53A+A-

Ay takvimine göre ve hesapla bu Ramazanımız 29.uncu günü ile bitiyor. İnşaallah Pazar sabahı Îyd-ü Mübarek. Yani yarın nasipse, yapacağımız iftardan sonra Kur’an ve oruç ayı olan Ramazan’ı geride bırakıyoruz; Rabbimiz için ve kendi İslami olgunluk ve kemalimiz için üzerimize farz olan tuttuğumuz Ramazan orucunun rahmeti ve şükrü içinde Bayram namazıyla beraber Ramazan Bayramının sevinç günlerine adım atacağız inşallah.

Ramazan bayramımız şimdiden hayırlara vesile olsun. Rabbimize sayısız hamdlar ve şükürler olsun. Bayram manasına gelen “Îyd” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bir kere Maide sûresinde geçmektedir ki o da Meryem oğlu İsa (a) ile havarilari arasında geçen müciz bir beklenti isteğini anlatan ayette geçmektedir: “Meyrem Oğlu İsa: ‘Ey Allah'ım, Rabb'imiz, gökten üzerimize bir sofra indir. Ki o sofra bizim için; öncemiz ve sonramız için bir bayram/Îyd olur ve Sen'den de bir ayet. Bizi rızıklandır ve Sen rızıklandıranların en hayırlısısın.’ dedi.” (5/114)   

Ortak yönelim ve kazanımlarını sevinç içinde beraber kutlama psikolojisi ile değişik kavimlerin veya siyasi iktidarların bilindiği kadarıyla eski Mısır’dan beri farklı günlerde düzenledikleri, her yıl tekrarladıkları ve bayram olarak ihdas ettikleri günler vardır. Maide sûresinde geçen “Îyd” Arapça kelime olarak dönmek demektir. İslam kültüründe bu dönüş fıtrata dönüşü ve mutluluk yurduna yönelişi ifade eden toplumsal bir sevinç sembolüdür ki; bu şölen, fıtratla ve vahyi olanla buluşma çabalarımız nedeniyle büyük bir sevinci ve toplu bir şölen halini ifade eder.

Bayram günleri Süryanicede “ida”, İbranicede “ Mo’ade”, Farsçada “bezram”, Oğuz Türkçesinde “beyrem” olarak; Osmalıcada da “bayram” olarak ifade edilmiştir. Hepsinin ortak temasında “toplanmak, ulaşmak, ziyaret etmek, tekrarlamak” anlamları yer alır. İslami olmayan bayramların herhangi bir bereketi, gaybi ölçüsü ve manevi üstünlüğü yoktur.

Oysa Allah’ın Son Elçisi Muhammed (s)’in örnekliğinde  İbrahim (a)’ın ikame ettiği salat ibadetinin yeniden uygulanması gibi;  Resulullah’ın bayram konusundaki  uygulamasının yani zamanı  aşkın Sünneti’nin vahiy ile bağını, nass ile işaret edilen Musa (a)’ın sünnetinde belirginleşen Îyd günü veya günleri ile irtibatlandırabiliriz.  Resulullah’ın sünnetinde yer alan zamanı aşkın iki Bayram uygulaması vardır. Birincisi oruç, rahmet, mağfiret, Kur’an, tezkiye ve sadaka/fitre ayı olan Ramazan ayının hitamı peşinden Ramazan Bayramı veya Fıtır Bayramıdır: (Îdü’l-fıtr). İkincisi Hacc ayı ve aylarında yaşadığımız --ki  Bakara sûresinde belirtildiği üzre Hac, belirli aylardadır” (2/197) o da Kutüb-ü Sittede yer aldığı şekliyle Şevval ve Zîlkâde ayları ile Zîlhicce ayının ilk 10 gününde yaşadığımız (Tirmizî, Sünen, III, 272)-- Kurban Bayramıdır: (Îdü’l-adhâ).

Artık  Ramazan hitama eriyor. Ramazan orucu ile bir ay boyunca cahili duygulara karşı korunma, tezkiye ile şahidlik ve adalet vasıflarımızı güçlendirmek, Talut’un askerleri gibi zorluk imtihanına takva içinde hazırlanmak (2/249), Kur’an ile bağımızı güçlendirmek ve mümince dayanışma ruhumuzu göğertmek ibadetlerini tamamlayabilmiş olma kazancının veya duasının sevinci içinde inşallah Pazar günü Bayrama ereceğiz. Salih amellere yönelişimizi, Kur’an talimini; fikri, sosyal ve siyasi tefekkürümüzü ve takvamızı güçlendirdiğimiz oruçlu olduğumuz Ramazan ayından on bir ay ayrı kalma zamanı geldiği için de hüzünlüyüz. Ramazan bayramı bu tür hüzünlerimizi teselli etmek için son ve toplu bir iftar sevincine ulaşmamızın da bir ifadesidir.

İnşaallah Ramazan ayı içinde yaptığımız ibadetler hem bizi geliştirmiş, fikri ve nefsi planda daha donanımlı hale getirmiştir,  hem de inşallah bu ayda nefsimize yönelik eğitimimiz, kendimizi bilgi ve tavır itibariyle ahlaklandırmaya yönelik eğitimimiz; ayrıca sadaka, infak, dayanışma ve ziyaretlerle gösterdiğimiz ibadetler Allah katında ecir ve mükafata dönüşmüştür.

Bazı kimseler, inancımızın hakim olmadığı, Müslümanların kimliksel olarak yasaklarla, ekonomik olarak yoksullukla-açlıkla kuşatıldığı, bazı yerlerde de katliamlara maruz kaldığı bir dünyada sevinçli olarak nasıl bayram yapabildiğimizi sorabilir, düşünebilir.

Kur’an ve Sünnet’e dayanan fıkhi literatürümüzde Ramazan bayramı, oruç bayramı, fitre bayramı dediğimiz, Osmanlılarda “şükür bayramı” da denilen bu bayram tabii ki maddi ve siyasi kazanımlarımızla ilgili değildir. İman, dirayet ve ferasetimizin güçlendirilmesiyle ilgilidir.

İnşaallah maddi ve siyasi kazanım olarak ümmeti yeniden ihya ve inşa edip dayanışma ve şahitlik konusunda sosyal bir güç haline geldiğimizde, bize hakim olan küresel ve ulusal tağuti güçleri başımızdan def edip İslami kimliğimizi ve Şeriat hukukumuzu hakim kıldığımızda sevineceğiz ve sevinç günlerimiz olacak. Ya da bayram günlerinde bile aç-susuz, korunaksız bir şekilde şiddete ve katliamlara maruz kalan Gazzeli, Batı Şerialı, Doğu Türkistanlı, Sudanlı ve diğer beldelerimizdeki müztezaf veya kuşatma altındaki kardeşlerimizin sesi olmaya çalıştığımızda, cahiliye ile mücadele ve İslami dayanışma gerçekleştiren bir adanmışlık ruhuna ulaştığımızda veya ihtiyaç sahibi kardeşlerimizin yardım eli olmaya koşma iradesi gösterdiğimizde tabii ki bu tür kazanımlarımıza da sevineceğiz.

İslami hayatı bütünsel olarak tanıklaştırmak konusunda yaşadığımız siyasi tutsaklık veya mahrumluk ayrıca sosyal çözülmüşlük, Müslümanların maruz kaldığı sıkıntılar  tabii ki bizlere sevinçten ve bayramdan çok acıyı, hüznü, çaresizliği hatırlatmaktadır. Ancak bizim Ramazan ayını tamamladıktan sonra yaptığımız bayram, yaşadığımız acıları, hüznü, çaresizliği aşmak konusunda bir ay boyunca nefsimizi kulluk ekseninde gereği gibi eğitime tabi tutmaya çalıştığımızdan ötürü kendimizi mükafatlandırmak  ve bu hali yakınlarımızla paylaşmak içindir. Müminlerin bayramlarda yaşadıkları sevinçler dünyevi eylenceye, haz ve keyif özgürlüğüne dalan malayani  tutumlar için değil, bir ay boyunca  kulluk ve hayat sınavına hazırlanma çabalarımızı karşılıklı kutlamak içindir.

Kur’an’da vazedilen insan gerçeğinin ihtiyaçlarını fakihler  “zarurat, haciyat ve tahsiniyyat” olarak üçe ayırmışlardır. “Zarurat”, zorunlu ve tabii ihtiyaçlarını helal dairesinde karşılayan insanların mükafata ulaşma arzu ve sevinciyle; “haciyat”, değerini bilerek dünya nimetlerinden istifade etmeyle; “tahsiniyat” sözü ve ameli en güzel şekilde gerçekleştirme bağlamıylailgilidir. İbâdî görevlerimiz akabinden bedii, sanatsal ve nezaketli  tebriklerimizi Bayram günlerinde ve merasimlerinde yerine getirmek de tahsiniyattandır.

İbadet ve taatlerle ruhumuz veya kalbimiz ve manevî varlığımız tatmin edildiği gibi, çeşitli ikram ve ziyafetlerle, belli ölçüler içinde yapılan meşru oyun ve eğlencelerle de maddî varlığımız tatmin edilmiş olur.

Meşru sınırlar içinde yapılan oyun ve eğlenceler, bayramların özünde mevcuttur. Nitekim hadis alimi Müslim’in rivayet ettiğine göre Allah’ın Elçisi Muhammed (a) bir bayram günü Habeşliler tarafından oynanan kalkan ve mızrak oyununu Âişe (r) ile birlikte izlemiş (Müslim, Îydeyn, 18-22); yine Buhari ve Müslim’in bildirdiğine göre Âişe annemizin Mina günlerinde yani Kurban Bayram’ında hâne-i saadette def çalarak kızlara bazı ezgiler söyletmesine Resulullah (s) onay vermiştir (Buhari, İydeyn, 25: Müslim, Îydeyn, 16-22).

Unutulmamalıdır ki Ramazan orucumuzu tamamladıktan sonra yapacağımız bayram, İslami mücadele ve yaşantımız için maddi ve manevi birikimimizi, yol azığımızı hazırlama sevincimizin tezahürleriyle ilgilidir. Ve bu çabayla Allah’ın yardımını ve mağfiretini arayan kardeşlerimizle buluşup birbirimizi tebrik etmek içindir.

Ramazan ayı içinde tuttuğumuz oruç bir nevi nefis ve beden terbiyemiz için de bir okul mesabesindedir. Sabahtan akşama kadar yeme, içme ve gün boyu şehvani arzular konusunda kendimizi kontrol etmeye çalışıyoruz. Orucumuz süresince tiryakiliklerden, malayani bağımlılıklardan ve fıtratı zedeleyen alışkanlıklardan uzak kalıyoruz. Oruç bize Rabbimizle beraber olduğumuzu hatırlatan en temel ibadetlerimizdendir. Bu nedenle de oruçlu haldeyken kulağımızı, dilimizi ve gözümüzü çirkin sayılan şeylerden olabildiğince uzak tutmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bu ay içinde Kur’an ahlakı açısından sanki bir terapiden geçiyoruz.

Niyazımız, bu tutum ve davranışlarımızı diğer 11 ay içinde de devam ettirebilmek ve Rabbimizi hep yakîn olarak ve yanımızda olarak hatırlayabilmektir.

Oruç ibadetimiz bizi daha itidalli daha ölçülü bir ruh haline sevkedici özelliktedir.      Bu bağlamda hatalı gördüğümüz ama kendini Müslüman kabul eden insanlara karşı da daha sabırlı ve husumetten uzak tutum içinde olmalı, yanlışlarını yapıcı yöntemlerle ve olgunluk içinde düzeltme talimini yaşamalıyız. Tabii ki yumuşaklığımız yanlışa ödün verdiğimiz için değil, fıtratın özelliklerini gözettiğimiz içindir.

İmtihanlarımız hazar halinde de, sefer halinde de, bayramlarda da devam ediyor. İçinde yaşadığımız ülkede kimliğimiz özgürleşememiş vaziyette ve vesayet altında bulunurken ve İslam âlemi Filistin’den Orta Asya’ya, , Afrika’nın bir çok beldesine kadar siyasi, kültürel ve ekonomik acılar, yoksulluklar, açlık ve katliamlar içinde yaşarken yaptığımız bayramın bir boyutu da bütün olumsuzluklara rağmen Rabbimize şükretme keyfiyeti üzerindedir. Gazzede anasını babasını bombardımanda kaybetmiş çocuğun aç, susuz, yaralı halde enkaz altından çıkarken “Hasbünallahü ve nimel vekil // Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" (3/173) nidası bayramdaki sevincimizin anlamıdır. Çünkü o çocuk, Ramazanda kendi nefislerimizi Rabbaniler kılabilmek için terbiye etmeye çalışmamızdan önce; o çocuk, o cihad meydanında bu eğitimi aldığını en halis haliyle ortaya koyuyor. O çocuk tüm çaresizliğine rağmen, bizlerin yardım konusunda tüm beceriksizliğimize rağmen ulaşmak istediğimiz bayram sevincinin Rabbani boyutunu zaten yaşıyor. Ali bin Ebu Talip (r)’dan gelen bir rivayete göre “Allah’a karşı günah işlenmeyen her gün bayramdır” sözü imtihanlara hazırlanmak konusunda Bayram sevinci meselesini daha bir aydınlığa kavuşturmaktadır.

Oruç tutarken yeme içme nimetinin farkına varıyoruz. Açlık ve nefis iradesi bize Rabbimizin verdiği bunca nimeti daha çok hatırlatıyor. Kur’an’da “Rabbinizin nimetini saymaya kalksanız sayamazsınız” (Nahl, 18) yada “Rabbinizin nimetlerinden hangisini  yalanlarsınız” (Rahman, 55/36) buyuruluyor. 

Tüm nankörlüklere, şeytani ve seküler ayartmalara rağmen bizlere görme, tatma, işitme, konuşma ve akletme nimetlerini veren Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.

Susuzken bize bir bardak su verene dahi teşekkür ediyoruz. Bunca nimeti veren Rabbimize mi şükretmeyeceğiz? Bu açıdan da Osmanlılar’da Ramazan bayramına şükür bayramı da denmiştir. Ramazandan sonra Rabbimize dil ile, beden ile, mal ile şükretmemizi artırmalıyız. Şükrün anlamı, nimetin sahibini tanımak ve hatırlamaktır. İnşaallah Rabbimizi ve emirlerini her daim hatırlayan gereğince amel eden kullarından oluruz.

Ramazan ayını yaşamanın, onun bereket ve mükafatından faydalanmanın bir şükran vesilesi de oruç açmayı, oruca son vermeyi ifade eden “fıtr” kelimesiyle türetilen  sadaka-i fıtr veya zekat-ı fıtır adlı sadaka veya infakta bulunmaktır. Bu tanımlamanın Türkçede kısaltılmış haline “fitre” denilmektedir.   

Müsned’de İbn Abbas’tan şu rivayet aktarılmıştır: “Resulullah fitreyi, oruç tutanı anlamsız ve çirkin davranışlardan temizlesin, fakirlere de yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır.” (Müsned, II, 277, V, 432)

Fitre, mahiyetinde sevinç ve neşe bulunan Ramazan Bayramını toplumdaki herkesin ortak şekilde yaşayıp kutlayabilmesi için muhtaç olan kimselere verilen veya ulaştırılan kısmen de olsa sosyal dayanışmanın güzel bir örneğidir. Bu maddi dayanışmanın en alt seviyesini değil de, imkân ölçüsünde en üst derecesini gözetmek ve yerine getirmek oruç ibadetimizle güçlendirmeye çalıştığımız takvamız için daha uygun bir tutumdur.

Fitrenin farzlığı ya da vacipliği bir de, miktarının ne olduğu ve Ramazanın son günlerinde mi yoksa Bayram namazı sonrasında mı verileceği müçtehid imamlar tarafından farklı açılardan müteala edilmiştir.  Ancak fitre zekatın nisabından farklı olarak aile efradını doyurabilen  herkesin Ramazan orucunun tamamlayıcı bir cüzü olarak vermekle  mükellef olduğu bir sadakadır.

DİB fetva heyetinin bu sene ilan ettiği fitre fiyatının alt sınırını 180 Lira olarak belirlemesine Selahaddin Eş Çakırgil ağabey haklı olarak  köşe yazısında itiraz etti. Bir kâse çorbanın 100 veya 150 Lira olduğu bugünkü enflasyonist ortamda bu rakkamın en azından bir kişinin sabah ve akşam bir günlük zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde revize edilmesini Diyanet İşleri Başkanından rica etti. Bu doğru bir eleştiri ve ricadır. Çünkü fitrenin en az bir kişinin bir günlük ihtiyacını  karşılayacak miktarda olmasına özen gösterilmelidir.

Yakini olarak inanıyoruz ki  sözlerin en güzeli her şeyi en iyi bilen Allah’ın   kelamı Kur’an-ı Kerim’dir. Ve Ramazan ayı da Kur’an ayıdır. Rabbimiz şükrümüzü artırsın. Rabbimiz vahyi ve vakıayı bilme ve bilinçlenme sevincimizi çoğaltsın. Rabbimiz, her ayımızı Rasullluh  (s)’in örnekliğinde gördüğümüz gibi Kur’an’ın rehberliğinde geçirme ve kazanma hasletini bizlere ikramda bulunsun. İnşaallah

Tuttuğumuz Ramazan orucu ve ibadetlerimiz  inşallah Allah katında makbul karşılanmış ve bizi daha olgun ve donanımlı bir mümin haline getirmiştir. Ramazan bayramınız şimdiden mübarek olsun.

 

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum