“Raina” mı, “Unzurna” mı?
Bu konu, Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresinin 104. Ayetinde ele alınır.. Mealen şöyle: “Ey iman edenler, ‘Raina-Bizi güt’ demeyin. ‘Unzurna-Bizi gözet’ deyin ve dinleyin. ‘Hakkı’ inkar edenler için acı bir azab vardır.”
İşin arka planı biraz derin..
Önce bu konuyu niye ele alma gereği duydum, onu açıklayayım. Başbakan gazete sahiplerini uyardı, “yazarlarına sahip çıkmaya, onların yazdıklarından kendilerinin de mes’ul olduklarını söyledi”.
38 ulusal çapta günlük gazete var.. Radyo ve televizyonları, internet mediasını ve dergileri saymıyorum. 20 patron var. 38 gazetede 1000’e yakın yazar bulunuyor..
İslâm’da Velayet, Mülkiyet, Vekalet hakları belli..
Başbakanın bu sözü iyi niyetle söylediğini düşünsem bile, bu sözün toplumda ve yazarlar tarafından nasıl anlaşıldığını ve bu yolun denendiğinde nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalınabileceğini önceden üzerinde düşünülmesi gerekirdi.. Bu mesaj, mefhumu muhalifinden okunduğundan tehlikeli yorumlara kapı araladığı hemen görülecektir. Bu “raina” ve “unzurna” tartışması bir ayetin inmesine vesile olmuştur.. Yönetim, bizim geleneğimizle “maslahat / sulhetme, adalet ve denge aracı” olarak değerlendirilirken, mesela “siyaset” “seyislik / at eğitime” gibi bir anlamla bozulmuştu. Eğitim ve Terbiye de bozulduğunda, Rablik iddiası ve toplum mühendisliğine dönüşme riski taşır..
Medianın gücü ve gücün mediası her zaman olacak.. İşveren sendikası sermayenin gücünü, işçi sendikası emeğin gücünü mediaya yansıtacak.. Medianın gücü aslında özgürlüğündedir.. Birey, farklı disiplinlerin fikirleri arasında kendi yolunu bulacaktır. Doğru olan da bu.. Gücün mediası bu çizgiden uzaklaştığı ölçüde gücünü kaybedecektir. Bu da ancak özgürlük ortamında gerçekleşebilir.. Burada özgürlük ve dürüstlük, atbaşı koşmak zorundadır. Toplumsal önderlerin, aktörlerin temsil kabiliyeti, inanılırlık ve ciddiyetleri, kültürel derinlikleri ve dürüstlükleri ile paralel bir seviye gösterir.. O güç iktidar, muhalefet, işçi, patron ve cemaat için her zaman tartışma konusu olacak. Burada önemli olan, etik, moral, gerçeklik, ahlakilik, dürüstlük gibi kriterler esas alınmalıdır.. Elbette biri ineğe tapacak, biri kurban kesecek. Biri şeytana tapacak, ötekisi şeytanı taşlayacak, herkes kendi inancını söyleyecek.
Unutmayalım ki, birinin bana uzaklığı, benim ona uzaklığıma eşittir. Bu sorunun cevabı hiç de kolay değildir, ama çözüm, patronlar ya da siyasi otoritenin mutlak belirleyiciliği değildir..
Patron işimi iyi yapmıyorsam, yalan, kışkırtıcı, hukuken ve ahlaken suç olan bir işi yapıyorsam, bu durum müesseseye zarar veriyorsa, zaten baştan bu kişiye kapı açmazsın. Sonradan bu durum ortaya çıkmışsa, elbette birlikte çalışmak zorunda değilsiniz. Ama daha fazlası da değil..
Mesela bu “çözüm”, yazarları sermayenin “teb’a” ve “reaya”sı durumuna getirebilir. Yazarlar patronlarına kalemlerini satmış ve kiralamış duruma düşebilirler.. İktidar patronları, patronlar da toplumsal önderleri bu şekilde teslim alabilir.. Bu vahim bir durumdur.. Yazarlar, “sahibinin sesi” durumuna düşer.. “Toplumun bekçi köpekliği”nin yerini, “efendisinin fino köpekliği” alır..
Başbakanın dediği bir bakıma şuydu: “Herkes çobandır ve her çoban sürüsünden mes’uldür”. “KÜLLÜKÜM RAİN VE KÜLLÜKÜM ANRAİYETİL MES'UL” HEPİNİZ ÇOBANSINIZ HEPİNİZ GÜTTÜĞÜNÜZ KOYUNLARDAN MESULSÜNÜZ. İbn-i Ömer r.a.’den rivayet edilen hadis mana itibarı ile şöyle: “Peygamber S.A. şöyle buyurdu: Dikkat ediniz! Hepiniz yönetici ve görevlisiniz, hepiniz, idareniz altındakilerden sorumlusunuz, insanların başında bulunan devlet başkanı sosyal, siyasî ve idarî düzeni sağlamakla görevlidir. O da vatandaşlarından sorumludur. Erkek, ev halkı üzerinde yönetim, koruma, eğitim ve ihtiyaçları sağlamakla görevlidir. O da, idaresi ve himayesi altındakilerden sorumludur. Kadın, evinin, kocasının sorumluluğundaki ev halkının ve çocuklarının üzerinde, yönetim, koruma, eğitim ve ihtiyaçlarını karşılamakla görevlidir. O da elinin altındakilerden sorumludur. Bir adamın kölesi de, efendisinin malı üzerinde tedbir ile davranması gereken bir görevlidir. O da efendisinin malından sorumludur. Unutmayın, hepiniz yönetici ve görevlisiniz, hepiniz idareniz altındakilerden sorumlusunuz.” 2317 Buhârî, Müslim, “İmaret” 20; Ebû Dâvûd, “İmaret” 1, 13; Tirmizî, “Cihad” 27; Müsned-i Ahmed 2/5, 54, 55, 108, 111, 121.
Buradaki sorumluluk sadece onları yönetmek, ne yapacaklarını söylemek değil, onların temel hak ve hürriyetlerini koruyup, geliştirmek, ihtiyaçlarını karşılamak anlamı taşır..
Bu hadisteki çoban-sürü ilişkisi, Yahudilerin başını çektiği kesim tarafından, “siz sürüsünüz, sizinle ne konuşacağız, sizin iradeniz yok ki, çobanınız gelsin” diye onların dışlanmasına sebeb oluyordu.. Değişik kaynaklardan derlediğim bilgilere göre, “Ra'y ve riayet, bir kimsenin, başkasının işlerini çekip çevirmesi, yönetip tedbir etmesi, onun lehine olacak şeyleri tedarik edip, ona fayda sağlaması ve korunmasına özen göstermesi demektir ki, hayvanat hakkında gütmek, insanlar hakkında da siyaset adı verilen yönetmek anlamına gelir. Nitekim siyaset ilmine, ‘ilmü'r-riaye’ yani yönetim ilmi adı da verilir.” " ‘Unzurnâ’ bize bak, bizi gözet, deyiniz ve söze de iyi kulak veriniz, dikkatle dinleyiniz, iyi belleyip akılda tutunuz, buyuruyor ki, bunda çok ince ve mühim bir edep öğretimi vardır.” Burada gözet, hatırlat, uyar, öğüt ver, konuş istişare et gibi insani ve ahlaki bir anlam içeriyor. Kur’an-ı Kerim de buna işaret ediyor.. Yöneticilerin, patronların yapmaları gereken de bu..
Öte yandan, o zamanki Yahudiler arasında birbirlerine sövmek için kullandıkları, bu kelime ile ses benzerliği olan bir kelime vardı, "râînâ" derlerdi. Bu kelime Arapça’da "bizim çoban" demekti. Aynı zamanda İbrânî ve Süryanî dillerinde "dinle a dinlenmeyesi, dinle a sözü dinlenmez herif!" gibi hakaret ve alaya alma mânâsı ifade eden bir kelimeydi.
Aslında bu konu; STK’lar, Odalar, partiler, liderler açısından da üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. O “Tek adamcı” anlayışı çağrıştıran, kişileri emir komutası altında, amiyane anlamda, yanında çalışanları “kapı kulu” gibi görme alışkanlığını ifade ediyor..
Adaleti ile meşhur Hz. Ömer, bir Cuma günü, hutbe okurken, gençlerin evlenecekleri kişiyle olan hukukunu belirleme konusunda söylediği bir söz üzerine, cemaatten uzun boylu, yüzü çopurlu, zenci bir kadın kalkıp, Hz. Ömer’e, Allah’ın ve Resulü’nün bir sınır getirmediği bir konuda kendisinin bir hüküm koyamayacağı uyarısı üzerine, Hz Ömer, “Vallahi kadın Ömer’i susturdu” demişti.. Ve bir başka örnekte ise, Hz. Ömer şöyle demişti: “Ömer yanıldığında onu düzeltecek bir topluluğu halkeden Allah hamdolsun.”
Ne demek istediğimi İmam Hatipli Başbakan iyi anlamıştır.. Gülay Göktürk bu olayla ilgili olarak beni aradığında, içimden ‘ah şu kadın bir de Müslüman olsaydı’ diye geçirmedim değil..
Bana kalırsa Başbakan bu konuda yeni bir açıklama yaparak, sözlerine açıklama getirmesi gerek.. Söz, o şekli ile, kasıt olmasa bile riskli anlamlar içeriyor ve çok vahim anlamlara çekilebilir.. Ve bu konuda basının tepkisi, darbe tehditlerine karşı iktidarı savunan kalemlerin kurşun askerler olmadıklarını göstermesi açısından da önemli. Evet biz gerektiğinde Başbakanı da, iktidar partisini de eleştiririz.. Önemli olan haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olmak. “Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövmemek”. Ne diyordu Allah (cc) kitabında: “Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.” Darbecileri de iktidara yanaşmak için değil, suç işledikleri için eleştiriyoruz.. Başbakanın sözlerine verilen tepkinin bir yandan da bu anlama geldiğinin altını çizmek gerek..
Ha! Bu Raine ve Unzurna konusu... Yahudi geleneğinde de, Hahamların kırmızı kitabı sayılan “Hanif gelenek el kitabı”nda da aynı isimle ayrı bir başlık altında ele alındığını, o gelenekten gelen biri söyledi, bu arada. Selâm ve dua ile..
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT