Rahmet Limanına Varan Dostlar
Bir gemi yola çıktı. Yükü rahmet, onur, erdem ve sıcak yürekler.
Can dostlarımız ve kardeşlerimiz zulmün ablukasını yarmaya, hakikati örten perdeleri kaldırmaya, insanlığın gözü ve kulağı olmaya karar vermiş ve tek yürek mavi yolculuğa başlamışlardı. Onlar mavi yolculardı. Özgürlüğün yolcularıydı. Cehennemi ateş ve kan kırmızısı yerine su ve gökyüzü maviliğinde özgür bir dünyanın müjdecisiydiler.
Kimi Rahmanin emri kimi de yaratılış fıtratını koruyarak “çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için koruyucu ve destek olmak” görevi ile binmişti insanlık gemisine.
Gazzelerin, Aksaların, Mekke ve Medinelerin özgürlüğü, insanlığın kurtuluşu için,
Adalet ve tevhidin şahitliği için yola çıkmışlardı.
Firavunları, Nemrutları ve onların çağdaş kopyalarını biliyor ve tanıyorlardı. Neler yapabileceklerini de göze almışlardı.
Onlar, Firavunun ölüm tehditleri karşısında, "Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı Müslüman olarak al." teslimiyeti ile yola çıkan adalet gönüllüleri idiler.
Yeryüzünde zülüm estiren çağdaş egemenlere, son model silahlara ve donanımlı ordulara karşı iman ve cesur yürekleri ile zalimlerin karanlığını yok etmek için yola çıktılar.
Onlar dünyalıydılar. Ümmetin ve hatta insanlığın mozaiği idiler.
Dünya hayatinin çekiciliği, ben merkezli egoizmin rehaveti, nemelazımlık, korkaklık hastalıklarından hicret ederek denize açıldılar.
Azıkları; onur, erdem, adalet ve merhamet olan küçük ama seçkin bir topluluktu.
Ve kuşattı onları Siyonist çeteler.
Uluslararası sularda yol almakta olan yürek gemisi korsanlarca sarılmıştı. Somali, Yemen açıklarındaki korsanlıkla kıyası imkansız çete, uluslararası hukuku yazanların destekleri ile saldırıya geçmişti. Gemiye denizden çıkamayınca havadan indirme yaparak kan dökmeye başlamıştı.
Yürek gemisinin yolcuları onurluca direnmişti. Ama mertlikten nasipsiz katiller çetesi kurşun yağmuruna tutmuştu onları. Ve yine kan döküldü. Mavi Marmaradan akan kan Akdenizi kızıla boyamıştı. Siyonist çete kan deryasında yüzüyordu yine.
Yeni bir Deir Yasin, Sabra ve Şatilla, Cenin, El-Halil ve Gazze katliamı yaşanıyordu..
Henüz Şeyh İzzettin Kassam, Şeyh Ahmed Yasin, Rantisi, Şikaki’nin kanları kurumamıştı ki, İbrahim, Ali Haydar, Çetin, Necdet, Furkan, Fahri, iki Cengiz ve Cevdet’imizin şehadet haberleri ile söz boğazımızda düğümlendi. Yaralılarımız, kayıplarımız vardı. Bilgi karartması vardı. Doğru bilgi için zamana ihtiyaç vardı. Ama bütün dünya olup-biteni görmüştü.
Sessiz ama yüreklice, hayatini inancının şahitliğine adayan Cevdet Kılıçlar da şehitlerimiz arasında idi.
Yola çıkarken bir burukluk yaşıyordu. O burukluğunu bir dua ile bitiriyordu mavi sularda kameralar karşısında:
"İnşallah Afganistan'da düşen uçakta şehit olan Faruk Aktaş kardeşimizle Bahattin Yıldız abimizin gıyabi cenaze namazını kıldık. Fatih'te arkadaşlarımız gıyabi cenaze namazlarını kılarken biz yanında değildik. Ne yazık ki gemiyle Gazze'ye doğru yola çıkmıştık. Biz de o görevimizi buradaki kardeşlerimizle yerine getirdik. Allah rahmet etsin. İnşallah Allah bize de onlar gibi bir son nasib etsin."
Allah, duasını kabul etmiş ve onu katına almıştı onu.
Bu gün de Fatih camisinde onun ve diğer şehitlerimizin cenaze namazları vardı. Ne çabuk yetiştin dostlarına. Yürekten duanın kabulü bu. Gelemedim ama çok uzaklarda canlı yayında izledim cenaze namazını ve törenini. Derin bir burukluk yaşadım. Devlet töreni ile kılınan cenaze namazını istemezdi Cevdet kardeşimiz ve belki de diğer kardeşlerimiz de. İnşallah onun arzusuna uygun bir cenaze namazı kılınır Cuma günü. Hem de onun arzuladığı Beyazıt meydanında ve Cuma namazı sonrasında. Dostlarımızın ona borcudur bu.
YAZIYA YORUM KAT