1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Radikal kötülüğün sıradanlaşması: Gazze
Radikal kötülüğün sıradanlaşması: Gazze

Radikal kötülüğün sıradanlaşması: Gazze

Haldun Barış, Hannah Arendt’in tezlerinden hareketle Siyonistlerin işlediği vahşetin dünyayı geri dönülmez bir biçimde değiştirdiğini ifade ediyor.

15 Aralık 2023 Cuma 14:45A+A-

Haldun Barış / Hür Fikirler

Gazze soykırımı: Radikal kötülüğün sıradanlaşması

“İstisnasız bütün Alman Yahudileri 1933’te Alman halkının üstünden geçen ve Yahudileri günden güne paryaya dönüştüren koordinasyon dalgasını lanetliyordu. Hiçbirisinin kendisine bir kere olsun, eğer izin verilseydi bizden kaç kişi aynı şeyi yapardı, diye sormamış olması nasıl açıklanabilir?” Arendt; Kötülüğün Sıradanlığı, Metis Yayınları, 2021, s.300.

Hannah Arendt’e ait bu ifadeler, Eichmann’ın Kudüs’te yargılandığı dava üzerine kaleme aldığı Kötülüğün Sıradanlığı adlı eserinde geçiyor. Ne yazık ki aradan geçen yıllara rağmen mağdur farklı, katiller farklı, yer ve zaman değişmiş ancak işlenen suç “radikal kötülüğün” “sıradanlaşması” ile benzerliğini korumaktadır.* Nitekim İsrail’in Gazze’de soykırıma başladığı tarihin üzerinden geçen 45 günde 5 bin 600 çocuk, 3 bin 550 kadın olmak üzere toplamda 13 bin 300 Gazzeli sivil hayatını kaybetti. Bu yazıyı yazdığım sırada da İsrail, Gazze’deki saldırılarını cami, kilise, hastane, okul ayırt etmeksizin sürdürmektedir. Ne yazık ki uluslararası siyaset bir kez daha -tıpkı Bosna’da yaşananlarda olduğu gibi- bu duruma ses çıkarmamakta, sorumluluk almaktan kaçınmaktadır.

Birtakım siyasilerin “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” minvalindeki beyanatları ve İsrail’i destekler nitelikteki açıklamaları ise vicdanların nasıl köreldiğini, siyasetçilerin ne kadar korkak olduğunu veya toplumların başındaki insanların vahşete ne kadar alışkın olduğunu göstermektedir. Ancak bu duruma şaşırdığımı söyleyemeyeceğim; tarihte -çok az sayıdaki politikacı hariç- politikacılar vahşetin, kaosun veya kötülüğün bekçiliğini yapmaktan kaçınmamışlar, dahası bunu ülkelerinin çıkarları için yaptıklarını söylemişlerdir. Nitekim Arendt’in adı geçen eserinde de ifade ettiği gibi Yahudi Soykırımcıları da  “Yahudi Sorununu” çözmek için başta tehcire zorlamış -tıpkı İsrail’in Gazzelilere yaptığı gibi- sonrasında ise “nihai çözüm” olarak adlandırdıkları/şifrelendirdikleri soykırımı başlatmışlar ve bunu ulusal güvenlikleri için yaptıklarını iddia etmişlerdir; tıpkı İsrail’in Gazze’ye yaptığı gibi.

“Tehcir operasyonlarının resmi açıklaması niteliğindeki bir sirküler, Yahudilerin komşularının vicdanlarını rahatlatmanın ne kadar kolay olduğunu çok iyi anlatmaktadır: “Bazı açılardan çok zor olan sorunların, halkımızın daimi güvenliği için, bazen amansız sertlikle çözülebilmesi eşyanın tabiatı icabıdır.” s. 168.

Eğer zannımda yanılmıyorsam, tarih boyunca bütün diktatörler, merhamet ve adaletten yoksun kimseler, soykırımcılar, zalimler hep aynı gerekçelerle kendilerini “aklamanın” ve yaptıklarını “meşru zemine çekmenin” gayreti içerisinde olmuşlardır. Ancak bu kimselerin bir kısmı bu dünyada yargıçların önüne çıkarılıp insanlık onurunun bir gereği olarak tüm insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmışlar ve tamamı ise tarih nezdinde mahkûm olup lanetlenmişler ve lanetlenmektedirler. Bir hukukçu olarak bugün yaşananların sorumlularının, soykırımın içerisinde bulunan kimselerin, emirleri tatbik edenlerin yargılanmaları için çalışmak ve adaletin kendilerine tecelli ettiğini görmek en büyük umudum ve gayretim olacaktır.

Diğer yandan bütün bu vahşet durdurulduğunda, İstanbul’da, Berlin’de, Londra’da, New York’ta ve daha pek çok yerde vicdan sahibi milyonlar Filistin davası için uyanmış, çabalamış olacaklar ve Filistin’in özgürleşmesi için daha da güçlü ses çıkaracaklardır. Hatta ve hatta kendi yaşadığı acıları unutmayan ve soykırım gibi alçak ve aşağılık bir suça ortak olmak istemeyen İsrail vatandaşları da Tel Aviv’de eylemler düzenleyecek ve bu soykırımı düzenleyen Siyonist zihniyeti alaşağı edecektir.

“Kendilerine gönderilen ahkâmı unutan”** diğerleri ise ebediyen lanetli şekilde kalacak ve bu dünyada da adaletin önüne er ya da geç çıkarılacaklardır. İşte o gün, biz hukukçular, onların dahi adil yargılanması ve Kudüs Duruşmalarında yapılan birtakım usulsüzlüklerin yapılmaması için elimizde Yahudi filozof Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı eseri ile tetkikler yapacak ve görüşlerimizi bildireceğiz. Öyleyse bu yazıyı, bir an evvel Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Başsavcısı’nı cesur olmaya ve göreve davet edip Eski Ahit’in şu ayetleri ile bitirelim:

“Yehova’nın nefret ettiği altı şey var ve canının tiksindiği yedi şey var: Yüksekten bakan gözler, yalancı dil, masum kanı döken eller, hainlik tasarlayan yürek, kötülüğe koşa koşa giden ayaklar, yalan soluyan yalancı şahit ve kardeşleri birbirine düşüren adam.” (Özdeyişler; 17,18,19, Yeni Dünya Çevirisi)

Av. Haldun Barış

*Arendt Yahudilerin uğradığı soykırımı önce “radikal kötülük”olarak tanımlamış, Kudüs Duruşmaları sırasında gözlemlerinde ise (Eichmann’ın normal bir insan olması, zaman zaman Yahudilere yardım etmiş olması kendisinin yalnızca emirlere itaat ettiğini söylemesi gibi) “kötülüğün sıradanlaştığını” fark etmiş ve bu kavramı kullanmıştır.

 ** Maide-13.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum