1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. R. Kaya: Hedef İtaatkâr Toplum Oluşturmak
R. Kaya: Hedef İtaatkâr Toplum Oluşturmak

R. Kaya: Hedef İtaatkâr Toplum Oluşturmak

Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya, ‘Özgün Duruş’un sorularını cevaplandırdı.

01 Ağustos 2011 Pazartesi 23:12A+A-

12 Eylül cuntası, Kemalist doktrin ve uygulamalara uygun olarak ülkede emir komuta hiyerarşisi içinde sıralanan, itaatkâr, homojen, sessiz ve tepkisiz bir toplum yapısı oluşturmayı hedeflemiştir.

RÖP: ASLAN DEĞİRMENCİ

12 Eylül yazı dizimizin 6. Bölümüne konuk olan Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya, “Hukuku hiçe sayan, insan hakları kavramını bizatihi bir istikrarsızlaştırma ve yıkıcı-bölücü faaliyet unsuru şeklinde algılayan 12 Eylül cuntası, Kemalist doktrin ve uygulamalara uygun olarak ülkede emir komuta hiyerarşisi içinde sıralanan, itaatkar, homojen, sessiz ve tepkisiz bir toplum yapısı oluşturmayı hedeflemiştir” dedi.

* Darbe sonrası açılan yaralar sarıldı mı?

Aradan tam 31 yıl geçmesine rağmen Türkiye hala 12 Eylül travmasının izlerini taşımaya devam ediyor. Bu uzun süre zarfında gerek siyasal-toplumsal, gerekse de yasal düzlemde pek çok düzenleme ile 12 Eylül 1980 darbesinin yol açtığı sorunlar, ihlaller, sıkıntılar aşılmaya çalışıldı ama bu kirli geçmişin izleri tam manasıyla silinemedi.

KEMALİST BİR RESTORASYON ÇABASI 12 EYLÜL

* 12 Eylül’ün amacı neydi?

12 Eylül Militarist Sistemin Kurumsallaşması ve sürekliliğinin bir tezahürüdür! Hiç şüphesiz 12 Eylül’ün başarısının sırrı Türkiye’nin resmi ideolojik bağnazlık ve ikiyüzlülüğünde gizlidir. 12 Eylül özü itibariyle Kemalist bir restorasyon çabasıdır. Toplumsal-siyasal yapıdaki devasa çeşitlenmeler ve yükselen talepler karşısında tehdit edildiği düşünülen, aynı zamanda mevcut siyasal kadroların zaafları yüzünden ihmal edildiği, geriletildiği, mütehakkim pozisyonunu kaybetme riski ile muhatap olduğundan endişe edilen Kemalist ideolojinin takviye edilmesine ve siyasal-toplumsal yapının da bu doğrultuda yeniden biçimlendirilmesine yönelik bir girişimdir. Bu yönüyle 1980’de gerçekleşen 12 Eylül darbesi nevzuhur bir durum, isitisnai bir vaka olarak görülemez. Kemalizm ya da Atatürkçülük adıyla maruf Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi ideolojik kurumsallaşmasının bir sonucu, tezahürüdür.

BU BENZERLİĞE DİKKAT!

12 Eylül öncelikle ilhamını 1. Meclis’te gerçekleştirilen darbeden almaktadır. Muhalefetin belirginlik kazanması üzerine Meclis’in tatil edilip gidilen kurgulanmış seçimlerden sonra ortaya çıkan “arındırılmış Meclis” manzarası ile 12 Eylül cuntasının tayin edilmiş üyelerden oluşturduğu Danışma Meclisi benzerliği çarpıcıdır. Aynı şekilde 12 Eylül cuntasının şefi Org. Kenan Evren’in fiilen yönetime el koyup, ardından göstermelik seçimler sonucu devlet başkanlığı rolünü üstlenmesi ve tek belirleyici konumuna oturması, Türkiye tarihinde övünçle dillendirilen “Ebedi Şef” pratiğinin meydana getirdiği otoriter-buyurgan iklimden bağımsız görülemez. Benzerlik ve taklit olgusunun izleriyle her alanda karşılaşmak mümkündür. Sadece Şef’in tren penceresinden elindeki kasketini sallayarak perondaki topluluğu selamlama görüntüsünden ibaret değildir.

RAKAMLARIN DİLİYLE 12 EYLÜL

* Rakamların diliyle 12 Eylül darbesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rakamlar korkunçtur: 650 bin kişinin gözaltına alındığı; 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği; açılan 210 bin davada 98.400’ü örgüt üyesi olmak üzere toplam 230 bin kişinin yargılandığı; 300 kişinin kuşkulu şekilde öldüğü; 171 kişinin işkenceden öldüğünün belgelerle kanıtlandığı; 14 kişinin cezaevlerindeki baskı ve şiddeti protesto etmek için yaptıkları açlık grevleri sonucunda hayatlarını yitirdiği tam bir alaca karanlık sürecidir bu!

Cuntanın ülkede “huzur ve güven ortamının tesisi için” meydana getirdiği bu tabloya eklenmesi gereken başka rakamlar da var: Bu dönemde 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 30 binden fazla kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına kaçtı. 23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu. Yine basına yönelik kısıtlamaları, gazeteciler hakkında açılan davalarda binlerce yıla varan hapis cezalarını, 1402 sayılı yasa ile sakıncalı görülen binlerce kamu görevlisinin ve üniversitelerde görevli öğretim üyelerinin meslekten uzaklaştırılmalarını da bu listeye eklemek mümkün.

CAMİLER DENETİM ALTINA ALINDI

* Nasıl bir toplum ve politika hedeflenmiştir?

Hukuku hiçe sayan, insan hakları kavramını bizatihi bir istikrarsızlaştırma ve yıkıcı-bölücü faaliyet unsuru şeklinde algılayan 12 Eylül cuntası, Kemalist doktrin ve uygulamalara uygun olarak ülkede emir komuta hiyerarşisi içinde sıralanan, itaatkâr, homojen, sessiz ve tepkisiz bir toplum yapısı oluşturmayı hedeflemiştir. “Depolitizasyon siyaseti” bu hedefe ulaşmak için yaygın biçimde uygulamaya konulan kapsamlı bir proje olmuştur. Bu amaçla başta siyasi partiler olmak üzere, mesleki kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve resmi ideoloji taşıyıcılığı ile görevli olanlar haricindeki hemen her türlü örgütlenme yasaklanmış, mensuplarının faaliyetleri baskı altına alınıp engellenmiştir. Meclisin kapatılıp, siyasi partilerin kapılarına kilit vurulduğu, sokağın bizatihi her türlü şer’in kaynağı olarak empoze edildiği, basının susturulduğu, üniversitelerin bastırıldığı, camilerin mutlak bir denetim altına alındığı, sendikaların kapatılıp grev hakkının gasp edildiği, her türlü sivil örgütlenmenin engellendiği bu ortamı tam tekmil bir “kışla düzeni” şeklinde tanımlamak yanlış olmaz.

Siyaset karşıtlığı ülke genelinde silah tehdidiyle inşa edilen bu ortamın bir tür ortak paydasını teşkil etmiştir. Kahvehanelere asılan ”siyaset konuşmak yasaktır!” levhaları, dönemi belki de en özlü biçimde tasvir eden görüntülerden birini sunmaktadır. Halka yönelik siyaset karşıtlığının, siyasetten arındırma çabalarının darbeciler nezdindeki karşılığı ise resmi ideolojik yönlendirme ve dayatmaların hâkim siyaset kılınması demektir.

GENÇLİK HEDEF ALINDI

Şüphesiz 12 Eylül’ün başta muhalif kesimler olmak üzere halkın tümüne yönelik uyguladığı depolitizasyon siyaseti Kemalist gelenekle gayet uyumludur. TC sisteminin kuruluşundan itibaren, Kemalizm’in yarışan, mücadele eden siyasi görüş ve örgütlerden biri şeklinde yapılanmak yerine, ülkede siyaset yapan herkesin mecburen biat etmek, zorunlu olarak referans almak ve kendini uygun bir formülasyonla ona dayandırmak zorunda olduğu bir üst kimlik, bir ana çerçeve olma konumunun sürdürülmeye çalışılması olgusu bu gerçeği teyid etmektedir.

Depolitizasyon siyasetinin en yoğun hedef aldığı kesim kuşkusuz gençliktir. Cuntanın liderinin sıkça kullandığı bir ifadeyle gençleri “sapık ideolojiler”in elinden kurtarmak ve Atatürkçü ideolojiyi yaygınlaştırmak için bir yandan sistematik bir biçimde Kemalizm haricinde her türlü fikri, itikadi, siyasi yöneliş karalanmış, tüm bunlar tehdit ve tehlike unsurları şeklinde resmedilmiştir. Bir yandan da zaten devlet eliyle eğitimden medyaya kadar her yerde sistematik biçimde uygulanmakta olan Kemalist kimlik inşasına yönelik çabalar daha da yoğunlaştırılarak adeta tapınma düzeyine vardırılmıştır. Aynı süreçte gençliğin depolitizasyonuna yönelik çabalar bağlamında müzik, spor ve benzeri alanlardan da yönlendirme anlamında istifade edilmeye çalışıldığı görülmüştür. 12 Eylül sürecini takip eden Özallı yıllarda da etkili biçimde sürdürülen bu politika neticesinde gençlik kesiminde belli ölçüde bir dönüşüm başarılmış ve toplumsal taleplerle ilgilenmeyen, bireyciliği esas alan, hayatta başarı ölçüsü olarak kişisel kariyeri öne çıkartan, hazcı bir gençlik profili üretilmiştir.

12 Eylül politikalarının siyasal yapıdan eğitime, yargıdan medyaya, farklı toplumsal kesimlerin gündelik hayatlarına dek geniş bir yelpazede çeşitli düzeylerde etkili sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Farklı siyasi anlayışların Meclis’te temsil edilmelerinin sınırlanmasından, ilköğretim öğrencilerine her sabah avaz avaz söylettirilen ırkçı anda daha da kesif bir dini ritüel mahiyeti kazandırılmasına kadar birbirinden farklı pek çok alanda halen sürdürülmekte olan kimi uygulamalar bu dönemin açık izlerini taşıyor.

BAŞÖRTÜ YASAĞI, KÜRT SORUNU VE DARBE

Bununla birlikte Türkiye’nin gündeminde on yıllardır yakıcı bir biçimde yer alan iki sorunun, başörtüsü yasağı ve Kürt sorununun 12 Eylül’ü siyasal-toplumsal yapıda en belirgin biçimde özetleyen iki temel gündem maddesi olduğunu söylemek mümkün. Elbette gerek başörtüsü yasağı, gerekse de Kürt sorunu 12 Eylül ile ortaya çıkmış sorunlar olmayıp, bizatihi Kemalist sistemin inşa sürecine uzanan problemlerdir. Kemalist resmi ideolojinin her zaman gururla, coşkuyla altını çizdiği meşhur sloganında ifade edildiği üzere “Ümmetten bir ulus yaratma” idealinin, projesinin, dayatmasının ürettiği kaçınılmaz sonuçlardır.

SORUNLARI KEMALİST RESTORASYON DERİNLEŞTİRDİ

Bu yönüyle başörtüsü yasağı kimilerinin zannettiği gibi Kemalist seçkinlerin basit düzeyde bir kıyafet takıntısından ibaret değildir. İslami kimliğin tümüyle hayattan dışlanması, hatta görünürlüğünün dahi engellenmesi şeklinde karşımıza çıkan laik despotizmin hedeflediği toplum projesinin bir yansıması, bir özetidir. Aynı şekilde Kürt sorunu da uluslararası ya da bölgesel çekişme ve mücadelelerden önce ulusal kimliğin inşası adına Ümmet bağının tahrip edilmesinin ortaya çıkardığı bunalıma tekabül etmektedir. Hiç kuşkusuz her iki konu da 12 Eylül’e özgü olmayıp Kemalist resmi ideolojik bağnazlığın süreklilik arzeden yapısının tezahürleridir. Bununla birlikte 12 Eylül cuntasının tutkulu bir biçimde giriştiği Kemalist restorasyon sürecinin her iki sorunu da alabildiğine derinleştirdiği açıktır.

ÖZGÜN DURUŞ 

HABERE YORUM KAT