Provokatif mahyalar câmileri bir bölen yapamaz
İstanbul'un kurtuluşunun 86. yıldönümü sebebiyle câmilere asılan 'ideolojik mahyalar’ bir boyutuyla câmilerin bütün etnik kimlikleri kucaklayan ve birleştiren mâneviyatına, bir diğer boyutuyla da hükümetin “demokrasi açılımı”na karşı bir kışkırtma girişimdir.
Olayı hatırlayalım önce.
İstanbul'un 6 Ekim'deki kurtuluş etkinlikleri çerçevesinde Sultanahmet, Süleymaniye, Eminönü, Üsküdar ve Eyüp camilerine 'Ne mutlu Türküm diyene', 'Önce vatan' gibi mahyalar asılmıştı. Mahyalar, cumhuriyet sonrası farklı ırkları inkârcı politikaları sembolize ettiğinden, tepki topladı.
Câmi; toplayan, kuşatan anlamına gelmektedir. Yani bir birleştirendir, bir bölen değil. Câmiyi bile tek ulusun merkezi gören bölücü zihniyet, dünyanın değiştiğini görmeye direnmektedir.
İşin en mânidar tarafı ise bu mahyaları belirleyen komitede lions, rotary ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) gibi ulusalcı derneklerin rol oynamasıdır. Kökü dışarıda derneklerin, Türklüğü kullanarak milleti birbirine karşı nasıl konuşlandırdığına az tanık olmadık biz. Bölmeden yönetemezler zaten.
İş burada bitmemiş. Bunca tepkiye rağmen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım Atatürk'ü Anma Gününde de camilere benzer mahyalar asılacak. Basında çıkan haberler böyle.
Aslında bugün İslâm medeniyetinin tarihte varettiği çok dilli zengin toplum yapısına değinmek istiyordum. Ama bu medeniyet tecrübesini dinamitleyen aynı ideolojik aklın hâlâ iş başında olduğunu görünce ve provokasyonların devam edeceğini okuyunca, zihnimde kurguladığım yazının formatı değişti.
Bu tür provokasyonlara verilecek en iyi yanıt, daha çok “demokrasi açılımı”nı desteklemek ve tarih boyunca kader birliği etmiş olduğumuz kardeşlerimizin kültürüne ve diline saygı duyduğumuzu, bunun ilâhi bir hak olduğunu ortaya koymaktan geçer.
Bazı basit adımlar atmak bile önemlidir. Kürtçe “Nasılsın” gibi bazı cümleler öğrenerek pratize etmek, inkârcı politikalara prim vermemek gibi.
Bu basit teklif bile birilerini ürkütecektir, biliyorum. Dindar da olsa devletin inkârcı ulus devlet projesinden nasibine düşeni almış insanımız buna anlam vermekte zorlanacaktır.
Hâlbuki “ulus devlet”in sınırlarını aşsa biraz, bunun ne kadar normal olduğunu görecektir.
Birkaç örnek zikredeyim.
İran’a defaatle gittim. Bir ucundan diğer ucuna geçtim. Bütün İran Azeri Türkleri Farsça konuşur. Farsça resmi dil olduğundan bunda şaşılacak bir durum yok elbette. Bizde de bütün Kürtler Türkçe konuşur zaten. Ama beni şaşırtan azımsanamayacak kadar Farslının da Azerice konuşabilmesini görmekti.
Tahran’da birkaç gün geçiren bunu rahatlıkla görebilir. Devlet dairelerinde bile durum böyledir. İran’ın Pakistan ve Afganistan sınırında yaşayan Belucilerin bazıları bile Azeri Türkçesi konuşabiliyor. Bu, gâyet tabiî toplumsal bir olgudur orada.
Afganistan’da Peştun ve Tacikler birbirlerinin dillerinden anlarlar. Pakistan’da da beraber yaşayan toplumlar çok dilli bir kültüre sahipler.
Iraklı Arap dostlarım, hocalarım vardır. Onlar arasında da Kürtçe konuşan yahut Kürtçe, “Nasılsın, iyi misin” gibi basit cümleleri kurabilen Araplar az değildir.
Birlikte yaşayan dili farklı toplumların birbirlerinin dilinden karşılıklı iltifat edecek kadar anlayabilmeleri, en azından Osmanlı kültürel mirası perspektifinden baktığımızda, medeniyetimizin güzelliğini ve birleştiren gücünü temsil eder.
Bunun güzel bir örneğini de bugün Malezya’da görüyoruz. Sınıflarda küçük bir deney yapmıştım. Farklı sınıflardaki Malay öğrencilerime; “Çinli komşusuna Çince ‘Günaydın’, ‘Nasılsın’, ‘Teşekkür ederim’ gibi cümlelerle hitap edebilenler ellerini kaldırsın” demiştim.
Neredeyse öğrencilerin tümü ellerini kaldırmıştı. Beraber yaşamanın doğal sonucu bunlar. Ama bizde ulus devletin inkârcı politikaları Kürt sorununu doğurdu. Kürt sorununun başat sebebi ise, yasaklanan Kürtçe’dir. Tarih tecrübemize, din algımıza aykırı olmasına rağmen yasaklanmıştır.
Bugün biraz mürekkep yalamış her Türkiyeli İngilizce bazı iltifat cümleleri kurabilir. Bunu yadırgayan kimse de çıkmaz. Lâkin, kader birliği ettiğimiz ve aynı dünyaya açılan Kürtlerin dilinden onlara bir iltifat cümlesi kuramıyorsak, ortada yanlış bir durum vardır. Ancak Türkiye normalleştikçe, kültürel köklerimizle bağ kurdukça bu durum aşılacaktır.
Provokatif mahyalar da câmileri bir bölen yapamayacaktır.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT