Profesör öldürmeye niyetlenen albaylar
İnsanı dehşete düşüren iddia, Prof. Dr. Erdal Yavuz'un tam 39 yıl öncesine ait bir tanıklığı; bu haftaki Radikal 2'de yayımlanan yazısında yer aldı. 1969 yılının Mayıs ayında Erdal Yavuz, Mülkiye'de talebe cemiyeti başkanıdır.
7 Mayıs'ta yargı mensupları ile öğretim üyelerinin katılacağı bir yürüyüş yapılacaktır. Yürüyüşün gerekçesi 3 Mayıs'ta Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in cenazesinde çıkan olaylardır. Yavuz, bir arkadaşı aracılığıyla 4 Mayıs akşamı üç albayın huzuruna çıkar ve şu uyarıyı alır: "Bu yürüyüşte ateş açılacak, ölenler olacak ve bunun üzerine biz duruma el koyacağız. Eğer öğrenciler yürüyüşe katılacak olursa tepkinin ciddiyeti bozulacaktır. Siz öğrencilerin yürüyüşe katılmasını engelleyin." Erdal Yavuz, bir askerî darbe gerekçesi arandığını ve bunun için yürüyüşe katılan yargıç ve profesörlerin üzerine ateş açılacağını öğrenmiştir. Hadise acemi bir kontrgerilla operasyonuna benziyor; ama sonrasında sıkça tekrarlanan örnekleri hakkında yeteri kadar ipucu veriyor. Bu teşebbüsün yer aldığı olay hakkında, o günün gazetelerinde yer alan bilgilere göz atmak, Erdal Yavuz'un iddiasına inandırıcılık kazandırıyor. Gelişmelerin kısa özeti şöyle:
Yargıtay Başkanı İmran Öktem, bir konuşmasında Voltaire'in sözünü aynen kullanarak "Tanrı'yı insanların yarattığını" söylüyor. Bu söz o tarihlerde tartışma yaratıyor. 3 Mayıs 1969'da Ankara Maltepe Camii'nde kılınan cenaze namazında olaylar çıkıyor. İnönü'yü, bir general silahını çekerek koruyor. Cenaze namazını kıldıracak imam bulunamıyor. Saldırıda bulunan 11 kişi tutuklanıyor. Seyyar kasap, marangoz ve odacı gibi bu sanıklarda örgüt bağı bulunamıyor. Olay, büyük bir infiale sebep oluyor. Cenaze olaylı bir şekilde defnediliyor. Ertesi günü üniversitelerde olaylar çıkıyor. İstanbul'da Adliye Sarayı'na yürüyen öğrenciler yolda rastladıkları bir binbaşıyı omuzlarına alıyorlar. Askerî Tıp öğrencileri İmran Öktem'in mezarına gelerek tören düzenliyorlar. Yargıtay üyeleri, bu olayı protesto etmek üzere 7 Mayıs günü Anıtkabir'e doğru yürüyüş yapmaya karar veriyorlar. Ankara Valiliği, yürüyüş güzergâhını değiştiriyor. Danıştay aynı saatlerde toplanarak, valiliğin kararını iptal ediyor. Yargıtay üyeleri yürüyüşte polislerin görev almamasını, güvenliğin Merkez Komutanlığı aracılığıyla askerler tarafından sağlanmasını istiyorlar. (Acaba bildikleri bir şey mi vardı?) Genelkurmay Başkanlığı sözlü bir talimat ile bütün birlik ve karargâhlardaki subay ve astsubayların yürüyüş boyunca sokağa çıkmasını bile yasaklıyor.
Yürüyüş büyük bir kalabalıkla gerçekleşiyor. ODTÜ'lü öğretim üyeleri başta olmak üzere, Danıştay üyeleri de cübbelerini giyerek yürüyüşe katılıyor. "Kahrolsun Amerika, Bağımsız Türkiye" sloganları atılıyor. Fikir Kulüpleri Federasyonu, Yusuf Küpeli imzasıyla bir bildiri dağıtıyor. Bu bildiride ordu göreve çağrılıyor. Yürüyüşün organizatörleri öğrencilerden kortejin sonuna geçmelerini rica ediyorlar. Aynı gün, İstanbul'da da bir yürüyüş gerçekleşiyor. Gazeteler yürüyüş güzergâhı kenarında sakallı ve yeşil takkeli bazı kişilerin göründüğünü, ama sonra ortadan kaybolduklarını yazıyorlar. Herhangi bir olay çıkmadan, yürüyüş Anıtkabir'de sona eriyor.
Erdal Yavuz'un anlattıklarına dönelim; aralarında başka türlü vahim bir ayrıntı var. O tarihte Ankara Hukuk'ta asistan olan Uğur Mumcu da dahil olmak üzere, dönemin sol gençlik liderlerinin tamamı bu senaryoya onay veriyorlar. Mahir Çayan gibi örgüt liderleri yürüyüşte bir provokasyon olacağını, bu provokasyonların askerler marifetiyle gerçekleşeceğini biliyorlar ve bu senaryoya onay veriyorlar. Milli Demokratik Devrim tezlerinin ve ordu içindeki sol cuntalaşmaların nasıl bu kadar kolay taraftar bulduğu daha iyi anlaşılıyor. Sonrasında bir tartışma başlıyor ve gençler yürüyüşe katılma kararı veriyorlar. Dileriz Erdal Yavuz'un tanıklığı bir tartışma başlatır ve başka tanıklar da gördüklerini, bildiklerini anlatmaya girişir. Geleceğimizden emin olabilmek için bu tanıklıklara çok ihtiyacımız var.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT