Post-Ladin Dönemi: Adalet ve Barış Dünyası
Üsame bin Ladin’in ABD saldırısı ile öldürülmesi üzerinde yapılan tartışmalarda anlaşılan o ki kafa karışıklıkları daha bir artacak. Ancak kimilerinin adalet duygusu, akli melekeleri, siyasal kimliği, dünyayı okuma biçimi, geleceği kurma biçimi ABD ve yörüngesindeki propaganda merkezlerinden öylesine yoğun etkilenmiş ki hayret etmemek mümkün değil.
İşgal ve katliamlara karşı örgütlenen direniş hareketlerinin kimi yanlışları üzerinden neredeyse ABD ve batı sömürgeciliği meşruiyet kazanacak. Afganistan ve Irak’ta, Pakistan ve Filistin’de, Lübnan ve Çeçenistan’da akan kan ve gözyaşlarının faturasını direnen İslamcı örgütler midir, işgalci emperyalistler midir? Hangisi sebep, hangisi sonuçtur bakmadan, kim saldırıyor kim savunuyor ayrımı yapmadan mı yaşadığımız dünyayı tartışacağız?
El Kaide’nin mücadele stratejisi ve araçları öteden beri Müslümanlar arasında da ciddi bir tartışma konusudur. Fakat hiçbir inancın ve örgütün işgalci emperyalizme direnme, misilleme yapma hakları tartışma konusu değildir. Kendilerine atfedilen eylemlerin ne kadarını yaptılar, ne kadarını yapmadılar tam olarak bilemiyoruz. Buna rağmen bize düşen ne her işlerini temize çıkarmak, ne de onları günah keçisi ilan etmektir.
Eğer tecrübeli diplomatların, siyaset bilimcilerin, aydınların konuşup yazdıklarına bakacak olursak son otuz yılımız Ladin’den Önce ve Ladin’den Sonra (LÖ ve LS) diye tasnif edilecek. ABD emperyalizminin İslam ve Müslümanlarla ilişkisi güllük gülistanlık iken beliren El Kaide ve Ladin faktörü ile kâbusa dönüşmüştür. 11 Eylül saldırılarından önce bitimsiz sömürgecilik iştihası taşıyan ABD ve Batı nezdinde süper medeni, harika modern imajları olan Müslümanlar bir anda itibar kaybettiler sanki.
CIA ve diğer istihbarat örgütlerinin medya üzerinden inşa edilen el Kaide ve Üsame bin Ladin portreleri ile Afgan cihadını, 11 Eylül saldırılarını, Irak ve Pakistan tecrübesini okuyup “analiz” etmesi ile karşımıza ne çıkıyor? ABD’nin yarattığı, büyüttüğü, kullandığı ve sonunda işi bitince de kenara attığı bir İslamcı terör heyulası. Her şey bu kadar basit ve baştan sona bir kurgu mu acaba? Tarih ve toplusal-siyasal çatışmalar bu kadar mı basit imajlar üzerinden inşa ediliyor?
Her gelişmeyi ve çatışmayı tereddüt etmeden kurgusallaştıran söylemin gerçeklik değeri yoktur. Buraya fazla takılmamak gerekir. Amerikan emperyalizminin ardına takılan gerek Batılı gerekse batı dışı toplumların işbirlikçi rejimleri tarafından girişilen işgal ve cinayetlerin sonu gelmeden direnişin biteceğini beklemek büyük bir aldanıştır.
Afganistan ve Pakistan’dan Filistin ve Irak’a bütün İslam coğrafyasında ABD-NATO eliyle işlenen sistematik katliamların birine olsun atıf yapmadan el Kaide’yi “kanlı bir terör örgütü” olarak takdim eden liberal, sosyalist, Kemalist veya muhafazakar aydın ve akademisyenlerin söylemi “Beyaz Saray’ın ne kadar da çok sözcüsü varmış!” dedirtiyor insana.
Obama’nın “adalet şimdi yerini buldu” sözü ile coşanlar mı dersiniz, “ABD, hiç bir zaman İslam’a karşı savaşta olmadı” sözünden hareketle yeni yüzyılda medeniyetlerin çatışmaya değil barışmaya doğru yol alacağı umudunu büyütenler mi dersiniz! Bol miktarda hayal ve aldanış az miktarda gerçek ve feraset. Ne kadar yazık!
El Kaide’nin bombalı saldırıları ile ABD ve NATO’nun bombalı saldırılarını sebep sonuç bağlamı açısından mukayese bile edilemez. ABD-NATO ve işbirlikçi despot rejimlerin devlet terörüne karşı gözlerini körleştirip, kulaklarını sağırlaştırıp 11 Eylül saldırılarından başka bir eylem görmemiş gibi siyasal analize kalkışanların ne aklen ne de ahlaken hiç bir meşruiyeti yoktur.
Küresel propaganda mekanizması her ne kadar direnişin tüm unsurlarını karalayıp küçük düşürmeye çalışıyorsa da İslam coğrafyasında yaşadıklarımız karşısında tesir gücü yetersizdir. Propaganda edilen Amerikan rüyası, fiilen yaşadıklarımız ise Amerikan kabusudur. Mısır’ın “Mübarek Rüyası”, Suriye’nin “Baas Rüyası”, Libya’nın “Yeşil Kitap Rüyası” vd ne kadar propaganda edildiyse de halkın mutluluğu ve refah düzeyi ortadadır. Sözün büyülü gücü, acının gerçeğini nereye kadar bastırabilir ki?
Dünyayı adalet temelinde analiz etme zaafı yaşayan Müslümanlar karşısında ezildikleri, komplekse kapıldıkları Batı emperyalizminin önce kelime ve kavramlarını sonra kıyas ve çıkarımlarını metod olarak benimsediler. Kavram ve kıyasların koşulsuz kullanımının ardından da doğal olarak Batı emperyalizminin sosyal-siyasal analiz perspektifini içselleştirdiler.
Guantanamo’da devam eden vahşi işkenceli sorgularda elde edilen istihbarata atıf yapılması da, Pakistan devletinin başkentinde Pakistan devletinin haberi olmadan yapılan askeri operasyonlar da, elinde silahı olmadığı halde öldürülen Ladin’in yaşama hakkı da hepsi birer ayrıntı olarak yansıyor haberlere. Kimse tartışmak, irdelemek istemiyor bu gibi problemleri.
Eğer doğruysa bin Ladin’i canlı yakalamak için değil bizzat öldürmek üzere gerçekleştirilen operasyon “Gerenimo vuruldu” parolasıyla Beyaz Saray’a bildirilmiş. Vahşi Kızılderililer ve Gerenimo ne kadar suçlu ve ölümü hak etmişse terörist el Kaide ve bin Ladin de o kadar suçlu ve ölümü hak etmiştir. Kızılderili, zenci, barbar, İslamcı, yamyam vd. karakterin Amerikalıların zihninde hep aynı yerde duruyor: en iyisi ölü olanıdır.
Bu tür askeri operasyonların ardından sorulan klişe bazı sorular var. “Neden şimdi, şimdiye kadar kaç defa öldürüldü?” vs şeklindeki sorular bizi gerçeği anlamaya değil anlamsızlaştırmaya götüren vesveseler olarak iş görüyor aslında. Bu yaklaşımların temelinde “ABD ne zaman, nerede vurmak isterse kesinlikle vurur” ön kabulü yatmaktadır.
Bu türden ön kabuller ile üretilecek siyasal analizlerin varacağı nihai nokta evreni ABD merkezli okumaktır. Niye şimdiye kadar yakalamadı, vurmadı, yok etmedi vs diye devam eden sorularda bir dava uğruna direnen insanların iradesi, becerisi, direnişi hiç yoktur. Ana kaide şudur: zulüm varsa direniş de olacaktır. İşgal ve zulüm bitti mi ki direniş iradesi ve özlemi bitsin? Bu türden ağır saldırı ve darbelerden sonra direnişin şekil ve mevzi değiştirmesi, yeni araç ve imkanlara yönelmesi mümkündür. Mısır, Tunus, Suriye’de olduğu gibi.
Usame bin Ladin de her canlı gibi ölümü tatmıştır. İnandığı ve özlediği gibi işgalci kafirlerle savaşırken Rabbine kavuşmuştur. Allah-u Teâlâ hata ve günahlarını bağışlasın, kendisine mağfiret etsin.
YAZIYA YORUM KAT