Popüler Sinema İle Tarihi Sorumluluk Arasında: Fetih 1453
Epik sinema, tarihin belli bir dönemini içine alması, süresi, konu genişliği ve yüksek beklentileri ile gerçekleştirilmesi hayli zahmetli olan bir tür. Bu nedenle olsa gerek sinemamızda bu alana uygun bugüne kadar çok ciddi örnekler verilemedi. Şimdiye kadar yapılmış filmlerin, bu türün etrafında dolanan, izlenimler barındıran, kişisel karizmalarla öne çıkmış, iyi niyetli ama zayıf yapımlar olduğunu belirtmekte fayda var.
İslam dünyasının en etkileyici epik sinema konularından biri de elbette İstanbul’un fethedilmesidir. Halkımız, destanlaştırdığı, hafızasına kazıdığı bu büyük tarihi olayı, yıllardan beri hemen her kentinde canlandırarak adeta “özlem” gidermektedir. İstanbul, Anadolu’da her 29 Mayıs’ta zayıf da olsa, sinematografik olarak fethedilmektedir.
Şimdilerde ünlü yapımcı ve yönetmen Faruk Aksoy, yaklaşık 17 milyon $’lık Türkiye’nin sinema tarihinin en büyük bütçesi ve 160 dakikalık süresiyle de en uzun metraj filmi olan “Fetih 1453” (Conquest 1453, Завоевание 1453) ile yıllardan beri beklenen prodüksiyon sonunda beyaz perdede. Gösterimden önce kısa görüntüleri bile milyonlarca kişi tarafından izlenen filmin, gişede de birinci olarak çıkması kimseyi şaşırtmayacak.
Binlerce metrekarelik platolar, bir ilçedeki insan sayısından fazla figüran ordusu, eğitimler, teknik donanımlarla oluşturulan film, bir gövde gösterisi niteliğinde. Fethin gerçekleşmesinde büyük payı olan devasa büyüklükteki Şahi Topu’nun birebir yapılması ve sağlanan gerçekçi ortam oldukça iyi. Karşılıklı dövüş sahnelerinde koreografi yabana atılır cinsten değil, oldukça kaliteli. 20 saniye gösterilecek bir flashback sahnesi için koca bir köyün inşa edilmesi, gösterilen titizliğin de büyüklüğünü ifade etmeye yetiyor. Buna karşın, abartılan dijital sahnelerin göze battığını, doğallığın zorlandığını söyleyebiliriz.
Fatih Sultan Mehmet’i canlandıran kişinin tanıdık bir sima olmaması yerinde bir tercih olmuş. Devrim Evin, bu rolün hakkını vermeye çalışsa da biraz sırıtmış, bir beden büyük gelmiş sanki. Belki de izleyicinin beklentisinin yüksekliğinden kaynaklanıyor bu algı. Ulubatlı Hasan (İbrahim Çelikkol) ise tam kıvamında. Ulubatlı’nın en büyük rakibi olan Şovalye Guistiniani’yi oynayan Cengiz Coşkun da hiç fena değil. Ama iki karakterlerin imaj olarak birbirlerine çok benzemeleri dezavantaja dönüşmüş; kılıçla dövüş sahnelerinde birbirlerine karışıyor karakterler. Yine Hasan’ın kale burcuna bayrağı dikme sahnesi fevkalade hazırlanmış. Lağımcıların dünyası, çabaları ve fedakârlıkları çok güzel işlenmiş, izleyicinin içine işleyebiliyor.
Fetih 1453’ün senaryosunda gereksiz yüklerin atılmaya çalışıldığı göze çarpıyor. Medine sahnesi ve Sultan Mehmet’in çocukluk dönemi hızla geçiliyor. Küçük yaşta Haçlı saldırılarının başlaması nedeniyle Çandarlı Halil Paşa tarafından tahtan indirilip babası çağrılan Mehmed’in daha sonra tekrar tahta çıkması da hızla kotarılan sahnelerden. Padişahın aldığı mühendislik ilimleri ve bildiği diller ifade edilerek geçiştirilmiş ama özellikle top imal edilirken Hünkârın hiç devreye girmemesi bir eksiklik olarak belirmekte. Ayrıca karadan kadırgaların yürütülmesi fikrinin nereden ortaya çıktığı anlaşılmıyor, her ne kadar bu sahneler güzel çekilse de bu olayın İstanbul’un alınmasındaki önemi filmde atlanmış; önemsiz bir detay gibi görünüyor. Aynı zamanda Sultan Mehmed’in yıllar boyunca bu fethe hazırlandığı halde melankolik duruşu, günlerce çaresiz kıvranması filmin zaaf noktalarını oluşturuyor.
YAPIMCI FARUK AKSOY’UN POPÜLİZMLE İMTİHANI
Bu coğrafya üzerinde yaşayan insanların genel ahlak kurallarını zorlayan filmleriyle tanınan bir insan Faruk Aksoy. Recep İvedik, Avanak Kuzenler, Karışık Pizza, Ayakta Kal ve Çılgın Dersane gibi popüler kültür namına halka dayatılan yapımlarla elde ettiği parayı İstanbul’un fethini anlatan bir sinemaya yatıran yapımcının samimiyetine inanmamız bekleniyor. Yönetmen, son elli yıldan beri yapılmamış bir sinema konusuna yönelirken bunun ekonomik, teknik güçlüğünün altından kalkmaya çalışırken tarihi sorumluluk tarafında gereken dikkati göstermiyor, geçmişin yanlışlarına bir kez daha düşüyor. Örneğin, “Kara Murat” serisinde görünen “çapkın Türk” imajı devam ediyor. Ulubatlı Hasan figürü gerçeği tartışmalı olsa da bu durum o dönem savaşan insanların “mücahit” olma hissiyatlarını değiştirmez. İstanbul “cihad” ruhuyla alınmış bir şehir. Bu kuşatmaya dâhil olanların, peygamberimizin isteğini yerine getirme arzusu taşıdıkları da düşünülünce Ulubatlı Hasan’a reva görülen uygunsuz ilişkinin, gayrı meşru çocuğun korkunç yanlışlığı daha bir ortaya çıkmakta. Bunun dışında gereksiz çıplaklıkların, karikatür tipteki Bizanslıların, çirkin rahiplerin bulunduğu film, uzun yıllar izlenebilecek bir yapım olmak yerine günü kurtarmaya çalışan, tüketim kültürüne yeni bir veri olma tuzağına düşmekte.
GÜÇLÜ PRODÜKSİYON ZAYIF SENARYO
Müslümanların ürettiği en büyük epik sinema örneğinin “Çağrı” (The Message/ Mohammad: Messenger of God) olması sürpriz değildir. Çağrı’nın bu denli başarı kazanmasında Mustafa Akkad’ın halisane girişimleri ve üstün yönetmenlik yeteneklerinin yanında, hafızalarda kalıcı senaryosunun da bir o kadar önemi vardır. Tevfik el-Hekim, H. A. L. Craig, Jawdat Al-Sahhar, Muhammed Ali Maher ve Abdurrahman Şarkavi gibi kıymetli insanların ortak emeği ile hazırlanan metinde çetrefilli pek çok konunun zorlu yükü taşınmıştır. Elde edilen gelirin büyük kısmının hayır amaçlı kullanıldığı Çağrı, 35 yıl sonra bile hâlâ aşılamadığı gibi diriliğini de muhafaza etmektedir.
İstanbul’un fethi gibi mitler, efsaneler, yanılgılar, yanlışlar ve bol ayrıntılarla dolu bir alanda senaryo çalışması yapılırken konuya duygusal olarak yaklaşabilecek kişilerin de işin içine dâhil olması gerekirdi. Lise düzeyi tarih kitaplarında yer alan kronolojik bilginin ötesine gidemeyen ve tarihi ayrıntıları o dönemin pazarlarındaki sebze ve meyvelerin ötesine geçemeyen yapımda izleyici kendini filmle özdeşleştirememektedir.
Filme dönük eleştirilerde bir yandan ansiklopedik tarihi verilerle ilgili hatalar olduğu ya da köşeli gerçeklerin olmadığına dair eleştiriler de yer alabilir. Yönetmen birebir gerçeğe yaslanmak zorunda değildir ama oluşturduğu kurgu var olanla çatışacak veriler taşımamalıdır. Üç yılı bulan çekim sürecinden dolayı kurgu kopuklukları taşıyan Fetih 1453’ün yıllar boyu izlenmesini sağlayacak orijinal bir senaryosu ne yazık ki yoktur. Varolan metni canlandıran oyuncuların samimiyeti de perdeden izleyiciye akmamaktadır.
TÜRKİYE’DE SİNEMA İÇİN MAZERET DÖNEMİ SONA ERMİŞTİR!
Yıllardır söylenir, parasızlıktan, teknik imkânsızlıklardan eli yüzü düzgün film yapamıyoruz diye. Tüm bu mazeretler artık sona ermiştir/ermelidir. New York’ta Beş Minare, Labirent ve Fetih 1453 gibi yapımlarla uluslararası standartlarda filimler ülkemizde üretilmeye başlanmıştır. On milyonlarca dolarlık Hollywood yapımları düzeyinde teknik işler çıkarmak artık imkânsız değildir. Kalan tek sorun, kendi halkına, kitlelerin inanç değerlerine ve sembollerine saygı duymayan, bir avuç “soluk benizli” yönetmenden kurtulmakla alakalıdır.
Dini duygulara sahip kitlelerin, milliyetçi kesimin, aksiyon meraklısı gençlerin ağzına bir parça bal süren yönetmen Aksoy, salona gelen izleyici kitlesini bir şekilde memnun etmeyi başarıyor. Fetih 1453, eksikleriyle ve zaaflarıyla bütün bunlara karşın eli yüzü düzgün, kaliteli, dünya standartlarında bir yapım olarak sinemamızdaki yerini alıyor.
YAZIYA YORUM KAT
Tarihi sorumluluğu önemsiyoruz. Tarihi sorumluluk açısından güzel bir film olmak zorundaydı. Bu konuda çok başarısız bir film olduğunu düşünüyorum.
Yanıtla (0) (0)Tarihi sorumluk konusunda başarısız olan bir film için popüler sinema açısından bir başarı var mıydı? diye soracak olursak bence o da yoktu. Fetih 1453'ü izlemek için sinemaya gidiyorusunuz, Ulubatlı Hasan'ı izlettiriyorlar size...
Filmi seyretmedim şu ana kadar olumlu-olumsuz bir çok kanaat dinledim.
Yanıtla (0) (0)Sinema filimlerinin senaryosunun yaşanılan dönemin siyasi ve toplumsal dokusuyla sıkı ilişkisi var gibi...
Üklemizde bir çok alanda İslami (!) değerlerlerin tavan yaptığı zamanlara şahitlik ediyoruz her alanda "yeşil'e" bürünüyoruz ama bence bu yeşil "küf" yeşili. Toplumun, sözüm ona İslami hassasiyetleri yüksek tutulmaya çalışılırken bu durumdan vazife çıkarmak isteyen ve toplumu kendisine "pazar" gibi gören zihniyet hemen Fatih ve İstanbul kutsalını ranta çevirdiler.
Filmi yapanlar açısından olayın sadece seyirci kitlesinin sayısına odaklı olması,daha önce çevirdikleri filimlerinde /Recep ivedik/ amaç ne olursa olsun para kazanmak olunca şahsım adına çokta beklenti içinde olmadım.
Konjöktörün filmi diyorum.Bir gün İslami duyarlılığı ve vasatı olan Müslüman'lar bu işlere el atarlarsa ki atmalılar o vakit doyasıya seyredeceğimiz yapıtlar olur umarım.
Selametle...
Doğru ya da yanlış, mahallelerimizde, kasabalarımızda insanlar akın akın bu filme gidiyorlar. Tv’lerdeki versiyonu ‘Muhteşem Süleyman’da reyting yapıyor. Bunlar toplumsal bir olaydır ve biz bu toplumda yaşıyoruz. Dolayısı ile konunun ele alınması yaşadığımız çevre ile ilgilidir. Süleyman kardeşimiz de konuyu ele almış ve de güzel işlemiş. Buradan yanlışları, zaafları savunmadığını da görüyoruz, ama boş verin bu konuyu ele almayın ilgisizliği doğru değil.
Yanıtla (0) (0)Konuya bize ne diye bakarsak, bizi hiç ilgilendirmeyen birçok meseleye de aynı gözle bakarız, bu da bizi toplum dışına iter.
Ayrıca izlenimim olarak: Türk sineması, prodüksiyon ve aksiyonel sahnelerde oldukça gelişti ama içerik fakirliği, yüzeyselliği, şatafatlı, aşırı nesnel ve basit cengaverlikler zaaflı görünüyor. Karşılaştırma için İran sinemasına bakalım; güçlü bir senaryo, edebi üslup buna karşı aşırı mistisizm, derunilik, gizem, yani tam anlamı ile hermetizm. Şimdi şöyle düşünüyor insan; İsa’nın son günlerinin anlatan mistik Batı sinemasında, insan iradesini tamamen devre bırakıp, “vay be! her şey bizim kontrolümüz dışında” anlayışının İslami versiyonu. Ben burada Türk sinemasının insanları hamasetli bir tabiiyete sürüklemesinin aynısını İran sinemasında sufi bir tabiiyete sürüklemesi arasında sonuçsal benzerlik görüyorum. Hatta Türk sinemasının yoz etkisinden kurtulmak daha bile kolay, buyurun.
Haksözhaber sitesinin okuru böyle değil, kesinlikle değil. "bu ne biçim değerlendirme" demez çünkü o insanlar. Biraz saygı. Eleştirdiğimiz insanları çok yönlü düşünmemiz, diğer yazılarına bakarak tartmamız gerekmez mi? Merhametle yaklaşmak lazım. Bence yerinde ve dozajında bir eleştiri. Filme de gitmeyeceğim, ben yazıdan bunu çıkardım çünkü.
Yanıtla (0) (0)Konstantiniyye'nin fethi ile alakalı hadisin gerçekliği bir kenara peygamberimizin arkadaşlarının kuşatmalara katılması bile başlı başına önemlidir. Müslümanların Kudüs'ten sonraki en büyük kazanımları İstanbul değil midir? Böylesine önemli olayı bağlamı içinde değerlendirip incelemek gerekir.
Yanıtla (0) (0)Filmle ilgili yoğun bir eleştiri yaptığım yazı baştan sona okununca görülecektir. Yeni Akit'te yayınlanan bir yazının gereği olacak derinlikteki çalışma daha genişletilebilir, eleştiriler teolojik alanda yoğunlaştırılabilirdi, ama gerek görmedim.
İçinde sıkıntılı taraflar olsa bile sinematografik açıdan iyi bir iş çıkarılmış demek, herkese topluca Allah rızası için bu filmi destekleyin anlamı çıkarmaz. Popülist bir film olan "Fetih 1453" piyasa filmidir, o kadar.
Bundan da daha fazla kıymetli değildir.
Doğrusu bu film hakkında bu siteden böyle bir yorumun yayımlanması çok düşündürücü! Ne amaçlara hizmet edeceği açık olan bu filmin bu sitede makaleleri yayınlanan bir yazarca bu derece sahiplenici bir üslupla değerlendirilmesi gerçekten bir zaaf... Pes doğrusu..
Yanıtla (0) (0)Arif isimli kişi yanlış anlamadımsa müslüman olmadığını da belirterek bence yerinde bir tespit yapmış..Hakikaten de öyle bir sözün, söylendiği iddia edilen bağlam da dikkat alınınca (ki Hendek savaşında rasülün hendek kazarken bir kayayı parçaladığı sırada söylediği rivayet edilir) aslında Peygamberimize nisbeti oldukça zor görünmektedir...
Bu değerlendirme tutmamış...
peygamberin böyle bir hadisi olduğu da tartışmalı bir konudur ayrıca. Ben müslüman değilim konuya islamın yayılması açısından bakmam. Sen o günkü işgali meşrulaştırırsan Amerika'da gelir senin halkını işgal eder o zaman ses çıkarma hakkın kalmaz.
Yanıtla (0) (0)Ortaççağ şartlarında 100000 kişi ile değil, 1000000 kişi ile dahi feth edilemeyecek bir kaledir İstanbul.
Yanıtla (0) (0)Arif, peygamber'in (sav) müjdelediği bu fethi nasıl böyle aşağılayabilirsin? Fatih dönemine kadar yapılan onlarca kuşatma neden başarısız oldu hiç düşündün mü?
Akıl, fikir!
Kalbinde, beyninde ve dilinde yalnız ALLAH olan, Hazreti İbrahim den bu yana tevhid üzere yürüyen ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed in işaret ettiği rivayetler doğrultusunda Konstantini almak için çaba gösteren bir milletin zaferi. Milleti İslamiyeye mensub mücahidlerin yazdığı bir destandır Konstantinin Fethi.
Yanıtla (0) (0)Tarih araştırıldığında görülür ki Osmanlının son yüz senesine kadar Türk kelimesi yok aşamasındadır. Müslüman ve gayri müslim iki teba vardır. Tarih her zaman ters yüz edilir güçlülerce. Filmde bunu yapmış Türk propagandası yaparak.
Yine de kim ne derse desin Malazgirtte Alparslanla, Kudüste Selahaddinle övüneceğiz küffara karşı kazandıkları zaferlerden dolayı.
Bugün de ABDİsrail-AB-Rus-Çin-Hindistan-Tayland vb ülkelerde nerde küffara diz çöktüren bir ordu varsa onlara dua etmekteyiz. Zaferleriyle övünmekteyiz.
Bir gün o mücahidlerden olmak arzusuyla.
"İslam dünyasının en etkileyici epik sinema konularından biri de elbette İstanbul’un fethedilmesidir. Halkımız, destanlaştırdığı, "
Yanıtla (0) (0)100000 kişi ile 6000 kişilik bizans ordusunu aylarca yenememek destandır ama ülkesini savunanların destanıdır olsa olsa. Irkçı duyguları kabardıkça kabartan bir ifade...
1. Fatih imajı: Kaprisli, istişareden yoksun ve adeta bir inat uğruna şehir fethetmiş adam.
Yanıtla (0) (0)2. Filmin hedef kitlesi, liseli gençler. Zira lise tarih kitabı gibi gereksiz bir belgesel boyut da var. Kamera bir Roma’ya, bir Cenova’ya gidiyor.
3. Efektler mutlaka lazımdır ama burada, abartılmış. Örneğin baştaki o şahin. Kamera gözüne giriyor falan..
4. Kel,iri yarı, pala bıyıklı, pehlivan tipli bir ulubatlı hasan tiplemesi daha isabetli olabilirdi. Bu manken gibi bir şey olmuş. İnandırıcılıktan uzak.
5. Filmdeki aşk hikayesi son derece zorlama ve komik. Ayrıca S. Ceran’ın da dediği gibi, çapkın Türk işbaşında..
6. Osmanlı orduları disiplinden yoksun resmedilmiş. Sanki olay tamamen iman gücü ve Fatihin inadıyla gidiyor.
7. Ak Şemsettin güldürüyor. Nasrettin hoca gibi resmedilmiş, karizmadan uzak.
8. Senaryo her anekdota yer vermek istemiş ve nihayetinde dağılmış. Bütünlükten uzak.
9. Birde kahpe Bizans olayı var tabii. Halbuki, şehrini savunan fedakar unsurlar da işlenebilirdi.(Cennetin Krallığı)
10. Kostüm, karakter ve replikler kesinlikle Tv dizilerinin (muhteşem yüzyıl) gerisinde. Örneğin Kanuni ve Malkoçoğlu ikilisi ile Fatih ve Ulubatlı ikilemesi kıyaslayabiliriz.
Nihayetinde, Truva, Cesur Yürek, Cennetin Krallığı, Gladyatör, 300 Spartalı ya da Çağrı filmi arayanlar için hezimet ama Recep İvedik yönetmeni için başarı denebilir.
süleyman abi geçenlerde bir film izledim onun hakkında bir yazı yazdın mı bilmiyorum ama bence kesin ilgini çekecek belki de izlemişsindir filmin adı ''Benim Adım Khan'' hint yapımı bir film 11 eylül öncesi ve sonrasının amerikadaki sosyal yapı üzerinde nasıl bir dönüm noktası olduğunu gösteriyor...çok insani ve anlamlı buldum..bununla ilgilenirsen çok memnun olurum.saygılar
Yanıtla (0) (0)İsyanbulu'un fethi gibi çağ açıp çağ kapayan bir malzeme bu kadar heçedilirdi...halkın milli duygularına da güvenilerek masraftan kaçınılmamış buna dayanılarak daha film gösterime girmeden bu film çok satar rekor kırar diyorlardı...herkesin yapmaya cesaret edemeyeceği kadar zorlu bir konu olduğunu ifade edelim...bu yüzden daha fazla titizlik istiyordu... bu çapta bir bütçeyle istanbulun fethini holywood hatta bolywood yapımıyla izleseydik eminim daha adaletli hakkı daha iyi teslim edilmiş bir yapıt seyredebilirdik...
Yanıtla (0) (0)Bu film hakkında herkes bir şey söylüyor.
Yanıtla (0) (0)Birbirini tutmayan onlarca yorum okuyoruz her gün.
Olumsuz görüşler ağırlıktaydı benim şimdiye kadar okuduklarım arasında.
Fakat Süleyman Bey her şeye rağmen başarılı olduğunu söylemiş sanki.