1. YAZARLAR

  2. Alper Görmüş

  3. Polisin dışardan gördüğünü askerî istihbarat içerden neden göremiyor?
Alper Görmüş

Alper Görmüş

Yazarın Tüm Yazıları >

Polisin dışardan gördüğünü askerî istihbarat içerden neden göremiyor?

13 Ocak 2009 Salı 13:51A+A-

Ergenekon davasının 10. dalgasının en ayırt edici noktası, görevdeki bazı subayları görev dışı faaliyetler peşindeyken deşifre etmesi oldu. Tutuklanan subayların tam olarak neyle suçlandığını bilmiyoruz, fakat firar eden Yarbay Mustafa Dönmez’in Sapanca’daki evinde ortaya çıkan cephaneye bakarak onun neyin peşinde olduğunu ve neyle suçlanacağını az çok kestirebiliriz. Ortaya çıkan manzaranın, “münferit”e sığınılarak silikleştirilemeyeceği anlaşılıyor.

Bu “hal”in ortaya koyduğu bazı sorular var ve bunlardan bence en önemlisi, başlıkta sorduğum soru...

Aklıma gelen iki ihtimali, Nokta dergisini kapanmaya götüren süreçte yayımladığımız iki “Genelkurmay İstihbaratı” belgesine referans vererek sizlerle tartışmak istiyorum...

Birinci ihtimal: Genelkurmay İstihbaratı, enerjisini başka alanlarda harcadığı için, kendi içinde ortaya çıkan emir-komuta zinciri dışındaki kimi faaliyetlere yeterli zamanı ayıramamaktadır. Burada vereceğim örnek, Nokta dergisinin yayımladığı “Genelkurmay İstihbaratı’nca hazırlanan gazeteci andıcı” olacak. Hatırlayacaksınız, gazetecileri “Ordu karşıtı ve Ordu yandaşı” diye ikiye ayıran belge için dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, “gerçektir, fakat uygulanmamıştır, taslak halinde kalmıştır” demişti. Belge, bir-iki istisna dışında gazeteciler tarafından şaşkınlıkla karşılanmış, en statükocu gazeteciler bile “Genelkurmay İstihbaratı’nın başka işi mi yok” tepkisini vermişlerdi.

Bu türden, yani “başka işi mi yok” tepkisini haklı çıkartacak başka örnekleri burada hatırlatmaya gerek görmüyorum. Geçtiğimiz yıllarda, mesela “sosyetik fişleme” gibi bir askerî istihbarat faaliyeti bile gördü bu topraklar. (Hürriyet’in 22 Mart 2004 tarihli manşeti: “Kara Kuvvetleri Komutanlığı, askerî birlikler ve kaymakamlıklara gönderdiği istihbarat yönergesiyle ‘bölücü ve yıkıcı’ faaliyetlerde bulunan kişi ve kurumlar hakkında bilgi toplanmasını istedi. Bunlar arasında AB ve ABD yanlısı kişiler, sanatçılar, yüksek sosyete grupları, Satanistler, Masonlar, azınlıklar, internet grupları da yer alıyor.”)

Görüldüğü gibi bu ihtimal bize herhangi bir “kasıt”ı imâ etmiyor. Bu ihtimalin imâ ettiği maksimum iddia şudur: Polisin dışardan gördüğünü Genelkurmay İstihbaratı içerden görememektedir, çünkü bu işlere ayıracak zamanını başka işlere ayırıyor.

Çünkü gönülsüz...

İkinci ihtimal: Polisin dışardan gördüğünü askerî istihbarat içerden görememektedir, çünkü bu işlerde gönülsüzdür. Benim inandığım ihtimal budur ve bu yazıda esas olarak neden böyle düşündüğümü açmaya çalışacağım.

Bunu yaparken, yukarıda da söylediğim gibi Nokta’nın 5 Nisan 2007 tarihli sayısında yer alan “Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı” belgesini esas alacağım. Önce bu belgeyle ilgili birkaç noktayı hatırlatacak, ardından konuyu başlıkta sorduğum soruya bağlayacağım...

Belgede, “Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri” çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müşterek hareket edilebileceği sivil toplum kuruluşları “değerlendiriliyor”; bu kuruluşlardaki “daha da güvenilir” yönetici ve eleman ihtiyacı dile getiriliyor; nihayet, yeni STK yönetimlerinin seçimine “TSK ile direkt ilişkisi bulunmayan” kişiler tarafından müdahale imkânları gözden geçiriliyordu.

Genelkurmay, haberi tekzip etmedi, bunun yerine dergiden bir iç soruşturma için belgenin “orijinalini” talep etti. Bu anlamda belgeyi de doğrulamış oldu. (Bundan altı gün sonra da Nokta basıldı.)

Eylül 2004 tarihini taşıyan belge, “Sarıkız” darbe girişimini örgütleyen yüksek rütbeli komutanların “klasik bir darbenin başarı şansı yok” tespitini yapıp darbeyi rafa kaldırmalarından 5 ay kadar sonrasına rastlıyordu. Bu bana o zamanlar, klasik darbeden vazgeçen askerlerin belirledikleri yeni konseptin somut belgesi olarak görünmüştü. Bu durumu Nokta’da şöyle izah etmiştim:

“Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, günlüklerinde, darbeden kendilerini asıl vazgeçiren şeyin, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın Türkiye’deki birlikleri dolaştıktan sonra ulaştığı sonuç olduğunu şu satırlarla anlatıyor: ‘Tüm orduları dolaşmış ve tüm or ile kor rütbesindeki subaylar ile görüşmüş. Aldığı intiba şöyle: Herkes durumdan rahatsız ve gidişi beğenmiyor. Ama hiç kimse bu gidişin bir darbe ile düzeltilmesini istemiyor. Sivillerin bu gerekli tepkileri göstermelerini ve bizim onlara destek vermemizi istiyorlar. Bu çok önemliydi. Zira artık oturup tekrar aynı mevzuları konuşmaya gerek yoktu. Jandarma Genel Komutanı bu habere sevinmeyecekti, ama gerçek buydu. Kara Kuvvetleri Komutanı, diğerlerine ben bu bilgiyi veririm, dedi.’ Bu cümleleri okuyup da sınırsız bir iyimserliğe kapılmak da doğru değil. Aytaç Yalman’ın bu değerlendirmesi sonucunda komutanlar ‘siyasete müdahale etmeme’ gibi bir sonuca varmıyorlar, hayır, sadece işin yöntemini değiştirmek gerektiği hususunda fikir birliğine varıyorlar...”

O yöntem, “Sivillerin bu gerekli tepkileri göstermeleri ve bizim onlara destek vermemiz” şeklindeki yeni konseptti. Ya da Özden Örnek’in Günlükler’in bir başka yerinde, “Yükü bizim üzerimizden alarak bizim yasal düzende ve demokrasi sınırları içinde kalmamızı sağlayacak” diye ifade ettiği “sivil” protestolar ve “sivil toplum örgütü” faaliyetleriydi...

Emir-komuta zinciri dışında istihbarat?

Geldik, bu belgenin başlıkta sorduğum soruyu cevaplamada bize nasıl bir yardımda bulunabileceği noktasına...

Mart 2004 tarihli “Sivil toplum örgütleriyle işbirliği” belgesinin, “Sarıkız” ve “Ayışığı” darbelerini engellediğini bildiğimiz zamanın genelkurmay başkanı Hilmi Özkök döneminde hazırlanmış olması, dikkat çekici bir nokta olarak not edilmeli.

Soru şu: Hilmi Özkök bu belgeden haberdar mıydı, değil miydi? Meşruiyet konusunda o kadar hassas olan bir genelkurmay başkanının, başında bulunduğu ordunun balıklama siyasete dalması anlamına gelecek böyle bir “işbirliği”ne cevaz vermesi pek mantıklı görünmüyor.

İkinci ihtimal, bu yeni konseptin onun bilgisinin dışında geliştirilmiş olmasıdır, ki bu bana çok daha güçlü bir ihtimal olarak görülüyor.

Nereye gelmek istediğimi anlamışsınızdır: Acaba ordu içinde emir-komuta zinciri dışında bir istihbarat mümkün müdür? Soruyu şöyle de sorabiliriz: askerî istihbaratın, Genelkurmay’ın inisiyatifi dışında bir irade ortaya koyması ve bazı görev alanlarında o kadar da “sıkı” çalışmaması mümkün müdür?

Polisin dışardan gördüğünü askeri istihbaratın içerden görmemesini ben başka türlü izah edemiyorum doğrusu.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT