1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. "PKK Siyasi Tahayyüllerini Suriye’ye Göre Yeniden Oluşturdu"
"PKK Siyasi Tahayyüllerini Suriye’ye Göre Yeniden Oluşturdu"

"PKK Siyasi Tahayyüllerini Suriye’ye Göre Yeniden Oluşturdu"

Hendekler ve sokağa çıkma yasakları ile Güneydoğu'da başlayan gerilimi değerlendiren Orhan Miroğlu’na göre yaşananların nedeni, "PKK’nin bütün siyasi tahayyüllerini Suriye’ye göre yeniden oluşturması". Miroğlu, "Her şey Esed’in PYD ile kurduğu işbirliğiyl

18 Aralık 2015 Cuma 03:11A+A-

Gonca Şenay / Al Jazeera

Kürt siyasetinin ve önemli figürlerinden biri Orhan Miroğlu. PKK çizgisindeki partilerde girdiği siyasi hayatına AK Parti Mardin milletvekili olarak devam ediyor. PKK’nın hendek siyaseti ile bölgede tırmanan gerilimi, sokağa çıkma yasaklarını, operasyonları ve sokaklarda gezen tankları Al Jazeera’ye değerlendiren Miroğlu’na göre sorunun temelinde “PKK’nin Türkiye’deki bütün siyasi tahayyüllerini Suriye’ye göre yeniden oluşturması” yatıyor. Bölgede gerilim sürerken Türkiye’nin bir an önce en önemli damarı çözüm sürecine açılan bir yeni anayasa yapması gerektiğini belirten Orhan Miroğlu, bölge halkının yaşananların faturasını HDP’ye keseceğini savundu.

Şu anda Türkiye’de hendekler, sokağa çıkma yasakları tartışılıyor… Bölgede büyük bir gerilim var. Ne oluyor tam olarak?

Türkiye iyi kötü bir demokratik zemin içerisinde meselelerini çözmeye çalışıyor. Tabii, bu anlamda HDP ile temsil edilen Kürt siyasetinin Meclis’teki temsili çok önemliydi. Haziran seçimlerinde 80 milletvekili elde ettiler, baraj aşıldı. Bu bir geçiş dönemine işaret ediyordu. Bu Abdullah Öcalan’ın 2013’ten beri söylediği silahların ömrünün dolduğu gerçeğine işaret ediyordu. Bu süreç içerisinde PKK şöyle bir taktik izledi: Abdullah Öcalan’ın siyasi nüfuzunu kırma. Bu tabii PKK’nin haddine değil. PKK bunu denemedi aslında ama periferisindeki insanlar Abdullah Öcalan’ı itibarsızlaştırma çabası gösterdiler. Özellikle HDP’nin periferisinde diyebileceğimiz insanlardan, “Abdullah Öcalan’a devlet bir sivil toplum lideri muamelesi yapıyor” gibi yazılar okuduk biz. Biraz Abdullah Öcalan’a dokundurma çabalarıydı bunlar. Çünkü Abdullah Öcalan’ın duruşu netti, yüzü Türkiye’ye dönük bir strateji öngörüyordu. Bu stratejiyi öngörürken aslında PKK’nin Ortadoğu’daki macerasının bittiğine dair bir kanaati vardı. Bu Suriye problemi Abdullah Öcalan’ın kanaatini sarsmış olabilir. Sonra o da net bir tavır koyamadı olup bitenle ilgili.

Bir süredir Öcalan’ın yaşananlarla ilgili ne düşündüğünü duymadık…

Duymadık doğru. Ama bu Abdullah Öcalan’a yönelik bir tecrit politikası nedeniyle değil. Çünkü bu hükümet Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit politikalarını gündeme bile almadı. Abdullah Öcalan ile bir muhataplık geliştirdi, o muhataplığın gereği bir takım yasal düzenlemeleri Meclis’ten geçirdi. HDP’den heyetler görüşüyorlardı. Bu resmi bir tanınmaydı aslında. Bu resmi tanınmadan geriye dönmek için hiçbir sebep yoktu. Ama bu sebepleri zaman içerisinde maalesef PKK yaptıklarıyla oluşturdu. Şu anda üç önemli aktöre sahibiz: PKK, Abdullah Öcalan ve HDP. Bu üç aktörün birisinin yüzü Türkiye’ye dönük, Öcalan. Birisi ortada bir durumda, HDP. Çünkü HDP PKK’nin yaptığı gibi teoride Öcalan’a evet deyip sahada reddediyor. Bu PKK’nin Öcalan’a yönelik izlediği politikanın temelidir, evet diyerek reddetmek. HDP’nin burada yüzü Kandil’e dönük. Son iki seçim sırasında HDP’nin izlediği politikalarda Öcalan’ı hissettiren bir şey olmadı. Öyle olsaydı 2013 manifestosu temel bir program oluşturmaya çok müsaitti. Ama o manifestodan kendi tabanında bir tartışma yaratmak gibi bir tercih içinde olmadı. Zımnen Kandil’in Öcalan’a yönelik politikalarını destekledi. Dolayısıyla bugünkü problem şu: Abdullah Öcalan öngörüleri ve geleceğe dönük tezleri bakımından yüzü Türkiye’ye dönük bir aktör mü, değil mi? Bu sorunun cevabını herkesin araması lazım. Bu şu an için cevabı bulunabilmiş bir soru değil. Yani 2013’e göre Abdullah Öcalan’da ne gibi değişimler oldu? Öcalan acaba örgütünün Kuzey Irak’ta ya da Suriye’de siyasi mevzii kazandığını mı düşünüyor? Yoksa bunun çok geçici bir konjonktür olduğu görüşünde mi? Tüm bunları bilmiyoruz ama 2013 yılındaki hâliyle düşünüyoruz ve yüzü Türkiye’ye dönük olma ihtimali en yüksek aktör olarak kodlayabiliyoruz. Fakat HDP için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çünkü HDP’nin yüzü Türkiye’ye dönük değil. Yüzü Suriye’ye, Ortadoğu’daki meselelere, konjonktüre dönük.

Hendekle amaç ne, bu durumda?

Abdullah Öcalan söylese de söylemese de silahlı mücadelenin tarihi doldu. Kürt siyasi dinamiği, etno kültürel dinamiği yeni bir şiddet üretemez. Ya bunun farkında olacak ve yüzünü Türkiye’nin demokratik zeminine ve güçlü partisi olan HDP’ye dönecek, ya da bu silahlı mücadele geleneğini sürdürmek adına kendisine yeni yeni imkânlar yaratacak. Bu imkânların ilkini Kobani’de yarattı ve başarılı oldu. Bence her şey Esed’in PYD ile kurduğu işbirliğiyle başladı. Esed ile PYD arasındaki işbirliği PKK’nin Türkiye’deki bütün siyasi tahayyüllerini, programlarını Suriye’ye göre yeniden oluşturması gibi bir sonuç yarattı.

Bu durumda hükümet Türkiye içinde hangi adım atarsa atsın biz Türkiye’de eski koşullarla çözüm sürecini konuşabilecek durumda mıyız?

Bence değiliz. Bugün hendek siyaseti nedeniyle hükümetin, Türkiye’nin gündeminde sadece güvenlik siyaseti varmış gibi bir algının oluşması bence çok tehlikeli. Bir an önce buradan çıkmamız lazım. Güvenlik ile ilgili tedbirlerini Türkiye alır. Kürtlerin önemli bir kısmı bugün AK Parti’yi destekliyor. Desteklemeyen HDP’ye oy veren kesim de silahlı mücadelenin miadının dolduğunu düşünüyor. Onlar da PKK’nin silah bırakmasını istiyor.

Neden tehlikeli dediniz?

Türkiye bunu hak etmiyor. Çözüm süreci sona ermiş bir süreç değil. Bir kere muazzam bir geçmiş dönem var. Bunun yarattığı psikolojik haller, mânevi ve maddi anlamlarda insan onurunun kırılması var. Çözüm sürecinin en önemli kısmı bütün bir iç savaştan çıkma haliydi aslında. En önemli kısmı, biz yurttaşlar olarak nasıl bir arada yaşayacağız? Bu durumda da 12 Eylül Anayasası akla geliyor, bizim yeni bir anayasa yapmaya ihtiyacımız var. Çözüm sürecini düşündüğümüz zaman, hem PKK’nin kendi örgütsel talepleri, hem de kendisini Kürt halkına mükellef kılarak bize gösterdiği, “Bunun sorumlusu benim. Kürt meselesinde siyasi normalleşme olacaksa bu da benden geçiyor. Talepler karşılanacaksa benimle pazarlık yapmanız lazım” hallerinin normalleşmesi için yeni bir anayasa gerekiyor. Yeni anayasa dediğiniz zaman bunun önemli bir damarının çözüm sürecine açıldığını görüyoruz. Biz bu yeni anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıyla yeniden bir hukuk kuracağız.

Önce güvenlik sorununun çözülmesi gerekiyor mu bu çalışmalara başlamadan önce?

Hükümet hiçbir zaman hendekleri halledeyim önce demez. Geçmişte bunu çok duyduk, “terör bitmeden adım atılmaz”. AK Parti’nin 12 ya da 13 yıllık iktidarında atılan adımların çoğu şu ya da bu şekilde PKK’nin şiddet politikaları sürerken atıldı. Dolayısıyla biz yeni bir anayasa için PKK’nin dağdan inmesini filan bekleyemeyiz. Kürt meselesinin demokratik çözümünü mümkün kılacak toplumsal bir kanaat yaratmaya ihtiyacımız var. Şu noktaya geldik, 2.5 yıllık çözüm süreci Türkiye’nin aslında bir PKK ve terör sorunu olduğunu ortaya koydu. Oysa biz çözüm sürecinde hükümet olarak PKK ve terör sorunu ile Kürt meselesinin yarattığı talepler arasında sanki bir özdeşlik kurmuş gibiydik. Bu özdeşliğin siyasi olarak faturasını en çok AK Parti ödedi. Seçmen bizi cezalandırdı Haziran seçimlerinde. Hem bize oy veren MHP’li seçmen hem de HDP’ye olan yakınlığına rağmen zaman zaman AK Parti’yi tercih etmiş olan seçmen çözüm sürecindeki politikalarımızdan dolayı bizi cezalandırdı.

Peki bu hendekler, sokağa çıkma yasakları ne olacak? Bazı ilçelerde sokaklarda tanklar görüyoruz…

Süreç çok hızlı gelişiyor. Sokaklarda tanklar var, insanlar göç ediyor. Evet tüm bunları konuşalım. Bu muazzam insan hakları ihlalleri de yaratıyor, bunu da kabul etmek lazım. Şimdi Fransa’da 3 aydır sıkı yönetim uygulama kararı alındı. Bu Fransız halkının istediği bir şey değildi ama gerekçesi Fransa’da yaşanan katliamdır.

Burada durum biraz daha farklı değil mi sizce?

 Daha farklı tabii. Hiç kıyaslanamaz. Ama orada sıkıyönetim ilan edilirken biz burada demokratik zeminde kalma iddiamız nedeniyle hiçbir zaman ne olağanüstü hal ne de sıkıyönetim düşünmedik.

Sokakta tank gezerken demokratik bir zemin olabilir mi?

Sokakta tank gezerken tabii ki demokratik bir zemin olamaz. Ama sokakta tankın neden gezdiğini bu ülkede iyi anlatabilirsek bizi bu temel haklardan uzaklaştıran şeyin ne olduğunu da teşhis etmiş oluruz. Şu an 3 ay sıkıyönetim ilan edildi diye Fransız demokrasisi yakılıp yıkılmadı herhalde, biraz da böyle bakmak lazım. Tahir Elçi gibi bir aktörün öldürüldüğü yerde evet demokrasi de sorgulanır, temel haklar da sorgulanır. Ama bu temel kazanımları da bir anda hayatımızdan silmemizi gerektirmiyor.

Neden bu aşamaya kadar devlet bunu kontrol edemedi?

Biz bu meseleyi mülki amirlerle, yetkililerle konuşuyoruz. Bizim sahada da tecrübemiz var. Meselâ, şöyle bir örnek vereyim. Dargeçit 20-25 bin nüfuslu bir ilçemizdir. Seçim çalışması yaptık biz orada, durum normal görünüyordu. Ama buraya roketatarlar, ağır silahlar getirildi. Küçük bir ilçenin mülki mekanizmaları da çok küçüktür. Oysa dışarıdaki riskler çok büyük. Bir gece buraya dağdan silahlı insanlar getirildi, hendekler kazıldı. Bir hafta içerisinde birkaç mahalle hendeklerle kuşatıldı. Güvenlik güçleri oraya girmeye çalışıyor ama her sokakta yüzlerce tuzak var. Bir de tabii halka zarar verme riski çok fazla. Yani eğer sokağa çıkma yasakları uzuyorsa bunun en önemli sebebi güvenlik güçlerinin müdahaleler konusunda son derece titiz davranmasıdır. Ama olmuyor mu ihlaller? Evet, maalesef oluyor. Önemli olan bu ihlalleri çok asgari bir düzeyde tutabilmek. Siz bir mahalleye gidiyorsunuz, 100-150 militan silahlı olarak mevzilenmiş durumda. Taziye evlerine, camilere girilmiş. Bu ağır giden bir süreç. Burada PKK’nin bu şekilde bir zemini kontrol etmesi, burada tutunması mümkün değil. Bölgede ciddi bir göçle karşılaştılar. Bu göçü devlet de istemedi, hükümet de istemedi. Aslında HDP de PKK de istemiyor. Ama insanlar gidiyor. Giden insanlar bir gün bu işi destekleme ihtimali olan insanlar. En azından PKK’nin beklentisi bu. İnsanlar ne hendekleri destekliyor ne bu politikaları onaylıyor. Tek çareye başvuruyor, göç ediyor.

Faturası kime çıkacak bu yaşananların?

O bölgede insanların HDP içinde de bir rahatsızlık var. Bu HDP’yi ikiye bölmüş durumda. Duyuyoruz, belediye başkanlarının ifadesi alınıyormuş, “Neden siz hendek politikalarını yeteri kadar desteklemiyorsunuz?” diye. Kızıltepe’de başarısız oldular mesela. Kimse bu çağrılara uyup sokağa çıkmadı. Dolayısıyla bunun faturası HDP ve PKK’ye çıkacak. Çünkü bu hendek politikasının bu şekilde hayata geçmesinde bizim hükümet olarak hiçbir sorumluluğumuz yok. Bizim buradaki sorumluluğumuz şudur; çözüm sürecinde galiba selameti açısından şehirlere yapılan bu tahkimatı göremedik veya görmezden geldik. Bu bir hataydı. Bunu da zaman zaman zaten işin başındaki siyasi aktörlerimiz dile getiriyorlar. Bir istismar yaşandı.

Toplumsal olarak bir kopuş yaşanıyor mu? HDP cephesinde kalan insanları keskinleştiriyor mu?

Hayır, öyle bir şey olsa Pervin Buldan, “Gidiyorsunuz ama bir gün buralara dönemeyebilirsiniz” diye tweet atmazdı. Demek ki bir kopuş varsa burada yıllardır, HDP’yi ve PKK’yi de bazı siyasi konularda desteklemiş bir kitleden bahsediyoruz.

Pervin Buldan’ın orada öğretmenleri kastettiği söylenmişti…

Hayır, öyle değil. O göçe yönelik. Zaten neyi kastettiğini anlamak için bölgeyi terk eden insanlara nelerin söylendiğini, nasıl müeyyideler getirildiğini bilmek lâzım. Medya bunu çok konuşmuyor. Bir takım müeyyideler var, eviniz varsa mesela evinize el konuluyor. Pervin hanımın kastettiği bu. Öğretmenlerle ilgili değil, ne diyor yani? Öğretmenler dönünce infaz mı edilecek? Doğru anlayalım. Pervin hanım oradan göç eden Kürt halkını kast ediyor. Geri dönemediklerini Kobani’den biliyoruz. O insanlar Kobani’den dönemedi. Çünkü Kobani’yi terk ederken geride bıraktığı arazisi ona yeniden satılmak istendi. Bir arkadaşım Cizre’de yaşıyordu, evi kiraydı. Mardin’e taşındı, 30 bin lira ceza kestiler. Bu toprakları KCK yasasına göre biz yönetiyoruz, eviniz barkınız bizim mülkümüzdür. Bir daha buraya dönemeyebilirsiniz. 90’lı yıllarda bile duymadım ben bunu.

Ne kadar sürer sizce bu ortam?

Bilemeyiz. Kürt aktörler arasındaki geçiş sürecini tetikleyecek bir şey bu. Bu üç aktör arasındaki geçiş süreci muhtemelen derinleşecektir. Zaten görüyoruz. Son haftada Selahattin beyin söylediği ile Figen hanımın söyledikleri çok farklı. Halk buna bir fatura kesecektir. Şu an seçim olsa HDP’nin yüzde 5-6 bile oy alamayacağını söylüyorlar. Şunu çok iyi biliyorum, HDP’nin periferisinde olan Kürt burjuvazisinin en önemli isimleri bugün mallarının mülklerinin uğradığı değer kaybı nedeniyle ateş püskürüyorlar. Kızıltepe’de insanlar hendek kazmıyorsa bu orada toprak mülkiyetinin güçlü olmasındandır. Nusaybin’de, Silopi’de, Sur’da bu yok.

Türkiye’nin PYD’ye ilişkin yaklaşımı bu duruma ilişkin bir değişiklik yaratır mı?

Hiçbir değişiklik, PYD kendini Ortadoğu’da Kürt-Şii ittifakı üzerine konumlandırdığı sürece işe yaramaz. Daha önce yarayabilirdi. PYD, Suriye’deki devrimci ayaklanmadan çekilip Rojava bölgesini Esed ile birlikte yönetme stratejisini uyguladı. Türkiye Kuzey Irak’a ya da KDP’ye yaklaştığı gibi PYD’ye yaklaşmak istedi, bunun tanıklarından biri benim. PYD’ye önce böyle bir muamele yapıldı. Ama sonradan PYD’nin Esed ile olan bu işbirliği nedeniyle Türkiye’nin eli kolu bağlandı. Ama Türkiye, Suriye Kürtlerini de sadece PYD’den ibaret okumuyor. Orada 14-15 muhalif Kürt partisi var ve bunların silahlı güçleri de var. Ama Kürtler arasında silahlı çatışma çıkmasın diye Irak Kürdistan’ında tutuluyor.

1 yıl sonra mesela nasıl bir Türkiye öngörüyorsunuz?

Hiç kuşkum yok, 1 yıl sonra çok daha iyi bir Türkiye olacak. Uluslararası bu ittifak politikalarına saplanıp kalmış PKK’nin bu stratejileri her geçen gün biraz daha zayıflayacak. Çünkü PKK’nin düşündüğü gibi Türkiye 90’lı yıllara dönmeyecek. Türkiye PKK ile olan mücadelesini sürdürürken demokratik ve siyasi zeminini koruyacak. Bunu Kürt halkı çok iyi görebiliyor.

Kaynak: Al Jazeera

Etiketler : , , , ,

HABERE YORUM KAT

2 Yorum