“Pişman değiliz” başlıkları ve “taş atan” gazetecilik
Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları’nın (ÇİAÇ) Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocuklar konusunda yürüttükleri mücadele, ilgili yasanın Meclis’ten geçmesi ve tahliyelerin başlamasıyla amacına önemli ölçüde ulaştı.
Birçok açıdan incelenmeye değer bu organizasyonun, ülkemizin sivil mücadele geleneğinde bir sıçramaya tekabül ettiği muhakkak. Ben de buradan, bu mücadeleye omuz veren herkesi kutluyorum.
Gelelim tahliye haberlerine...
27 Temmuz tarihli gazeteler, bir gün önce tahliye edilen ilk beş “taş atan çocuk”la ilgili gelişmeleri haberleştirdiler.
Burada zaman zaman “5N”si de, “1K”sı da yerli yerinde olan, üstelik de yazılan her şeyin doğru olduğu kimi haberlerin ciddi sorunlarla malûl olabileceğini anlatmaya çalışıyorum.
Bu çerçevede şimdiye kadar yazdıklarımı şöyle bir gözden geçirdim, derdimi çok iyi anlatan nispeten kısa bir örneği burada bir kez daha dikkatinize sunacağım. Ardından da, “Taş atan çocukların tahliyesi”ne ilişkin kimi haberleri neden bu çerçevede mütalaa ettiğimi anlatacağım.
“Eski düşman Ermeni’den dost olmaz!”
Sözünü ettiğim eski örnek, Türkiye-Ermenistan ortak protokollerinin imzalanmasından ve iki ülke arasındaki sınırın açılması ihtimalinin belirmesinden hemen sonra Anadolu Ajansı tarafından abonelerine geçilen bir haberdi. Başlığı da “Katliamın canlı tanıkları: Ermeni sınırı açılmasın...” diye tasarlanmıştı. “Iğdır’da, Ermeni mezaliminin canlı tanıklarından olan iki kardeş, bölgede 1919 yılında yaşanan olaylarda Ermenilerin büyük katliamlar yaptıklarını söylediler” denen haber, 98 ve 102 yaşlarındaki iki kardeşin şu sözleriyle devam ediyordu: “Ermeniler herkesi öldürdü. Eski düşman Ermeni’den dost olmaz. Sınır kapılarının açılmasından yana değilim.”
Bu habere yazdığım eleştiri de şöyleydi:
“O yaşa gelmiş, acı hatıralarıyla yaşayan insanların başka türlü konuşması beklenebilir mi? Buyurun: 5N’si de, 1K’sı da tastamam bir haber. Uydurma değil, gerçekten de iki insan var ve onlar gerçekten de böyle konuşuyorlar. Gazeteciye sorsanız, haberini böyle savunacak. (Gerçekte ise) gazeteci, mikrofonunu, muhtemelen kendi yorumu olan ‘Eski düşman Ermeni’den dost olmaz’ı tekrarlaması neredeyse garanti olan bir ‘haber kaynağı’na tutuyor ve böylece kendi yorumunu haber formatında sunma imkânını elde ediyor. Gazeteci, bir yorumu haber kılığında sunmanın inceliklerini öğrenmiş ama, husumet körükleyecek bilinçli tercihlerde bulunmaması gerektiğini öğrenememiş.”
“Pişman değiliz” başlıkları da aynı fasıldan...
Çocukların tahliye haberini “Pişman değiliz” başlığıyla sunan meslektaşlarımızın da aynen önceki örnekte olduğu gibi “husumet körükleyecek” bir tercihte bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Vurguyu iyice abartan Milliyet’in haberinde, çocukların “pişman olmadığı” tam dört kez tekrar ediliyordu: Birinci sayfa spotunda, içerdeki haber başlığında, o haberin spotunda ve nihayet aynı haberin girişinde...
Sabah ve Star ise tam tersine, “pişman değiliz”den hiç söz etmemiş.
Sabah’ın “Eve dönüş” başlığından da, Star’ın “Annemin koynunda uyudum” başlığından da onların habere “çocukların ve ailelerinin mutluluğu”na odaklanmış bir tercihle yaklaştığını gösteriyor. İki yaklaşım arasındaki amaç farkını izaha çalışmak, sanırım gereksiz.
Yine de, bütün iyi niyetlerine rağmen, Sabah ve Star’ın tercihlerinin de yanlış olduğunu söylemeliyim. Bazı çocukların “pişman olmadığı” bilgisi, öne çıkarmadan, vurgulamadan (belki küçük bir analizin eşliğinde) okurların dikkatine sunulabilirdi, sunulmalıydı.
Böyle yapılsa, yani okurlar Milliyet’in tarzında olduğu gibi kışkırtılıp bilenmese, o zaman okurların da daha sakin bir yorum yapmaları, ne bileyim, belki bu çocukların içerden çıkmadan önce “ağabeyler” tarafından öyle yönlendirilmiş olabileceklerini düşünmeleri mümkün olabilirdi.
Böyle bir yorumu “geçiniz efendim” deyip elinin tersiyle itecek bir kısım okur da belki, “Bu çocuklar nasıl bir hayat yaşıyor ki, ‘cezaevi güzeldi’ diyebiliyorlar”
üzerinden bir şeyler kurabilirdi zihinlerinde...
Hem onlar çocuk değil miydi? Birçok Milliyet yazarı da onlar çocuk olduğu için yaptıklarının da söylediklerinin de daha farklı bir değerlendirmeye tâbi tutulmaları gerektiğini savunmamışlar mıydı?
Fakat siz bunların hiçbirini dikkate almaz ve o haberi öyle kurarsanız, sonuç şimdi okuyacaklarınız gibi olur...
Gelin, Milliyet’teki bu haberin altına girilen 17 okur yorumundan birkaçına birlikte bakalım:
* Artık gurur duymaya başladılar taş atmaktan, cezaevine girmekten. Ülkemizi bu hale getirenler utansın.
* Tek çare! Osman Pamukoğlu.
* Bu çocukları savunan aydınlar oturup bir daha düşünsünler.
* Ben demiştim zaten. Boşuna meclise mesai yaptırdınız diye. Bunlardan bir cacık olmaz.
* Demokrasi anlayışınızın neler yaptığı ortada işte. Pişman değilim diyecek kadar pişkinler bir de.
* Şaka gibi... Cezaevi güzelmiş, pişman değilmiş. Bunların son istediklerini öğrenmek gerekir. Ayrı devlet ise, TC. sınırı içinde yaşamaya hakları yoktur.
* Senden bu memlekete ne fayda gelir?
Yerim yetseydi, 17 yorumun tamamını alacaktım buraya. Fakat bilin ki, 17’nin tamamı işte bu türdendi. Tek bir istisnası bile yoktu. (Bana inanmayan, 27 Temmuz tarihli Milliyet’in internet sayfasına girip tümünü okuyabilir.)
Bu 17 yorum bize, bir haberin “gerçek” olmasının, yalan içermemesinin her zaman “iyi gazetecilik”, her zaman “sorumlu gazetecilik” anlamına gelmeyeceğini açık bir biçimde gösteriyor.
Bazen 5N de, 1K da hiçbir şeydir. Bazen, editörlerin seçimi her şeydir!
‘Rum çatlatan açılış’
Bizim basınımızda kuvvetli bir ırkçı damarın olduğu muhakkak. Bu eğilim bazen çok kaba bir tarzda da tezahür edebiliyor, fakat ırkçılık giderek çok ayıp bir davranış sayılmaya başladığı için, çoğunlukla bunun “incelikli” biçimleri tercih ediliyor. Bu tarz ırkçılığın yöntemlerinden biri de, “gıcık” kaptığımız milletlerden söz ederken çoğul yerine tekil isim kullanmak... Bu ince ırkçılığı en ustalıklı biçimde kullanan gazetemizin Hürriyet olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu kullanımda, mesela “Araplar” sözcüğüyle “Arap” sözcüğü arasında dağlar kadar büyük bir anlam farkı vardır. “Araplar” nötr bir vurguya işaret ederken, “Arap”, bu ırka yönelik sevgisizlik-nefret vurgusunun en kestirme ifadesine bürünür.
Geçenlerde, Arapların Türklerle ilgili algısındaki olumlu değişimleri gösteren bir araştırma yayımlandı. Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi, bu araştırmayı ele aldığı yazısına “Arap’ın gözüyle” başlığını uygun görmüştü.
Yazıyı okuduğunuzda, başlığın neden “Araplar’ın gözüyle” değil de “Arap’ın gözüyle” olduğunu daha iyi anlıyordunuz.
Aynı pratiğin “Rum” ve “Ermeni” versiyonlarının daha da yaygın bir kullanım alanı var. Girin Google’a, tırnak içinde “Rum’un” yazın, karşınıza yüzlerce şu tarzda cümleler çıkacak: “Rum’un yeni mülk oyunu”, “Rum’un barıştan anladığı bu”, “Rum’un kırk yılda yapamadığını Talat ve ekibi altı ayda yaptı”, “Rum’un esiri olmamak için çalışıyoruz...”
Başlıktaki “Rum çatlatan açılış”ı da yine Hürriyet’ten aldım. Bu gazetemiz, Kıbrıs Türk kesimindeki bir otelin açılışını bu başlıkla vermeyi uygun görmüştü. Neden “Rum çatlatan?” Çünkü şarkıcı Jennifer Lopez, Rumların protestosundan ürkerek, yaptığı anlaşmaya rağmen bu otelin açılışına gitmemiş, açılış o’nsuz yapılmıştı.
Bu cümlelerdeki “Rum” yerine “Rumlar” koyun ve cümleleri bir daha okuyun. Göreceksiniz ki “Rumlar”a yönelik eleştiri yine bâkidir, fakat nefret dozu hayli azalmıştır.
Hürriyet, bu türden incelikleri çok iyi biliyor.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT