Peygamber'e hakaret!
Üç dinin "peygamber/nübüvvet" anlayışı hayli farklıdır. Yahudi ve Hıristiyanların, ama özellikle laiklerin ve deistlerin bir Müslüman'ın ruh ve zihin dünyasında Hz. Peygamber'in nasıl bir makama sahip olduğunu algılamaları çok zor. Bu onlardan beklenemez de; beklenen, saygı göstermeleridir. Ahzab Suresi'nde (33/6) şöyle buyrulur: "Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evlâdır."
Mekke ve Medine'de mü'minler Hz. Peygamber'i (sas) her türlü tehlikeye karşı canlarını ve mallarını ortaya koyarak korumuşlardır. Bu sadece güvenlikle sınırlı bir koruma değil, tebliğin esaslarını, İslami hükümlerin ana çerçevesini, kısaca akideyi ve dini pratikleri de koruma azmini göstermişlerdir ki, ancak bu sayede din (Kur'an, Sünnet, dini tatbikat formları olan gelenek) günümüze kadar gelebilmiştir. Hz. Peygamber'e bir zarar gelseydi, İslam bize bu sağlam yapıda intikal etmezdi. O halde vahyin ilk muhatapları Hz. Peygamber'in can güvenliğini kendi güvenliklerine tercih edip gerektiğinde canlarını feda ettiklerinde, sadece Hz. Peygamber'i ve kendi dönemlerini korumakla kalmamış, ilahi tebliğin, kısaca İslam'ın kıyamete kadar korunup nesilden nesle intikal etmesini de sağlamışlardır.
Hz. Peygamber, mü'minlere göre önceliklidir, tabir caizse bir tehlike vukuunda "yangında ilk kurtarılacak" değerdir: "Ben mü'minlere canlarından daha öndeyim." (Buhari, Nefakat, 10). Bu bizim için de geçerlidir. Kurtubi'nin yer verdiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Benim ve ümmetimin durumu ateş yakmış adamın durumuna benzer. Ateş böcekleri ateşe düşmek isterler; ben ise sizi ateşe düşmemeniz için kemerlerinizden tutmaya çalışırken siz ateş böcekleri gibi oraya atılmaya çalışırsınız."
Hz. Peygamber, çıkabilecek her ihtilafı hükme bağlama makamıdır. Mü'minler "içlerinde en ufak bir kuşku veya sıkıntı duymaksızın onun verdiği hükme razı olurlar" (Nisa, 65). Bu demektir ki, hem kendi aralarında hem kendi nefisleri itibarıyla Hz. Peygamber'i öncelikli bir konumda tutarlar. Kendi aralarında öncelikli tutmak demek, ihtilaf vukuunda konuyla ilgili açık sünnet varsa sünnetin hükmüne uymak; kendi değer yargılarıyla Hz. Peygamber'in bize sahih yollardan intikal etmiş değer yargıları, hükümleri arasında bir çatışma vukuu durumunda sünnetteki hükümleri esas almak demektir. Çünkü onun gösterdiği yol kurtarıcıdır, kişinin kendi heva ve hevesinden kaynaklanan yargılar ise insanı farkında olmaksızın yanıltabilir.
Bir başka sebep, eğer insan hayatını İslam'ın ana dairesi dışına çıkmadan geçirip tamamlamışsa, Allah'ın izin vermesi ve dilemesi durumunda kıyamet gününde bazı kusur ve günahları dolayısıyla Hz. Peygamber'in şefaatine mazhar olabilir. Bu da Hz. Peygamber'i öncelikli konumda tutmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu noktalar Yahudilerin peygamberlerine karşı tutumları ile İslam'ın emrettiği tutum arasında açık bir farka işaret etmektedir. İsrailoğulları zaman zaman peygamberlerini öldürmüş, bu yüzden "peygamber katili" sıfatını almışlardır.
Konuyla ilgili ayet ve hadislere bakıldığında fizyolojik varlığı ötesinde Hz. Peygamber'e bir şahs-ı manevi anlam yüklendiğini de söyleyebiliriz. Bir Müslüman'ın zihin ve ruh dünyasında Hz. Peygamber'in sahip olduğu yer ve makam, sıradan insanlarınkine benzemez. Müslümanlar, ona hakaret edildiği zaman infial gösterirler, çünkü onu kendi nefislerinden, canlarından ve çocuklarından, en sevdikleri kimselerden, en çok değer verdikleri şeylerden daha üstün tutarlar. Bu makam "Abdullah'tan ve Amina'dan doğma Mekkeli Muhammed"in değil; son vahyi alan, nübüvvetin mührü olan ve "âlemlere rahmet olarak gönderilen" Rasul ve Nebi Muhammed aleyhissalat-ü vesselamın makamıdır. "Mekkeli Muhammed" de, öncelikle "Rasul ve Nebi Muhammed"e, "kendisine indirilenler"e iman etmekle yükümlüdür (Bakara, 285.) O, önce kendine, yani peygamber olma vasfına inanmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber'e hakaret ve saldırı vahye, Kur'an'a ve Allah'a hakaret ve saldırıdır.
İnanmayanlar; İslam dinini, Müslümanları eleştirebilirler, Müslümanlar da hikmetle, edep ve zikirle, bilgi ve marifetle kendilerini savunurlar. Ama hakaret ve tezyif kimsenin hakkı değildir. Bize göre böyle bir hak olamaz, özgürlüğün istismarı ve suistimali olur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT