1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ‘Pegida’ ve Karşıt Gösterileri ve Paris Saldırısı’nı Nasıl Okumalı?
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Pegida’ ve Karşıt Gösterileri ve Paris Saldırısı’nı Nasıl Okumalı?

08 Ocak 2015 Perşembe 00:36A+A-

[email protected]

5 Ocak akşamı, gece karanlığında, başta Almanya’nın başkenti Berlin olmak üzere Köln, Münster gibi önemli şehirlerde, üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken büyük ve önemli gösteriler gerçekleşti.

Köln’deki gösterilere, sıfır derece soğuğa rağmen katılan onbinlerin arasında bu satırların sahibi de bulundu.

Bu gösteriler, PEGIDA isimli ve son aylarda ortaya çıkıveren bir acaib örgütün hattâ en ilgisiz yerlerde yapmaya başladığı ve toplumu giderek ve en ilgisiz olduğu sanılan yerlerde bile tahrik etmeye yönelik gösterileri protesto niteliği taşıması açısından daha bir ilginçti.

Çünkü ‘pegida’nın gösterileri Batı ülkelerinin İslamlaştırılmasına karşı vatansever avrupalılar dayanışması gibi bir isim altında, yani, hedefini ortaya çok net olarak koyan bir örgüt eliyle ve daha da önemlisi, Almanya’da müslüman toplumun hemen hiç bulunmadığı -eski Doğu -komünist Almanya’nın- Dresden gibi şehirlerinde yeşermeye başlamıştı.

Evet, özellikle de Almanya’da son iki-üç ayı içinde ortaya çıkan ve  PEGİDA (açılımı:

Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes / Batı dünyasının İslamlaşmasına karşı vatansever Avrupalılar)  diye anılan örgüt, bir sivil / yurttaş hareketi olarak değerlendiriliyor.

*

Son dönemlerde, Almanya’daki muhalefet partilerinin güçsüz kalması, ortaya AfD (Alternative für Deutschland / Almanya için alternatif çözüm) gibi siyasî yapılanmaları bir anda ortaya çıkarmış ve bu hareket, son seçimlerde yüzde 7’leri bulan bir başarı göstermiş ve bir çok sosyo-politik çevreyi şaşırtmıştı.

Bu hareketin geliştirdiği söylem, göçmenlerin Almanya’nın zenginliğine haksız olarak ortak oldukları iddiasıydı.

Halbuki önceleri, Göçmen işçiler olmasaydı ne yapardık?’ söylemi vardı.

Çünkü, iki dünya savaşında da ağır yenilgilere uğrayan ve onmilyonlarca genç (ve özellikle de erkek) insan gücünü yitirmiş olan Almanya’nın yeniden yapılması- inşaı için yabancı iş gücüne kesin bir ihtiyacı vardı. Ve çeşitli ülkelerden milyonlar Almanya’ya akmış ve onların pek çoğu ülkelerine geri döndükleri halde, özellikle Türkiye’den ve Kuzey Afrika ülkelerinden milyonlar halinde gelenler geri dönmemişler ve bu müslüman halklar, sosyal bünyede bazı sosyal gözlemci ve siyasetçilerin değerlendirmeleriyle, yabancı nesneler olarak görülmeye başlanmışlardı.

Yani,  ‘iş gücüne ihtiyacımız var dedik, insanlar geldi!.. diyen bir ünlü siyasetçinin ifadesine uygun bir tablo ortaya çıkmış ve tarihinde sömürgecilik ve dolayısiyle başka toplumlarla çok yaygın bir sosyal irtibatı olmamış olan Almanya, yabancı işçi kitlelerinin akımıyla, savaştaki ağır yenilgisinin ağır sosyo-psikolojik traumasından sonra, yeni bir trauma ile daha karşılaşmıştı.

Bu travmayı hisseden bir grup, AfD ismi altında bir araya gelmiş ve, artık, kitlevî göçleri değil, tek bir yabancının bulunmasını bile kendi toplumlarının huzuru için tehlike olarak görmeye başlamıştı. Nitekim, AfD’nin iki numaralı ismi Konrad Adam, 16 Aralık 2014 tarihli medyaya da yansıyan konuşmasında 'İnsanları tehlikeye atmak için kitlevî göçe gerek yok. Bir kişi bile fazladır!'  diyordu. Bunu söylerken de, bir kaç şiddet eylemcisinin İslam adına yaptıklarını iddia ettikleri bazı saldırıları gerekçe olarak gösteriyordu.

Ama, hepsinden de önemlisi,  ekonomik refah pastasının,  onun meydana getirilebilmesi için kendilerine kesinlikle ihtiyaç duyulan kitlelerce de bölüşülmesi sözkonusu olunca.. ‘Ben yiyeyim, sen yeme..’ dünyasının ilkel gerçeği ortaya çıkmıştı.

İşte bu duruma karşı çıkılmaya başlanmış ve AfD bu rahatsızlığın çok etkili ve canlı bir semeresi olarak siyaset sahnesinde  gözükmüştü.

Ama, yine de bir PEGIDA hareketinin ortaya çıkabileceği birkaç ay öncesine kadar beklenmiyordu, herhalde..

Gerçi, Almanya’da bir Neo-Nazi hareketi vardı, bir dazlaklar hareketi vardı, aşırı sağcı ve ırkçı denilen gruplar vardı, ama, hem de müslümanların hemen hemen hiç bulunmadığı Dresden gibi bir şehirde, onbinlerin PEGIDA hareketinin çağrısı üzerine caddelere onbinler halinde doluşması, herkes için şaşırtıcıydı. Çünkü, bu hareket, Batı dünyasının İslamlaşma tehlikesine karşı Avrupa halkları dayanışması iddia ve çağrısıyla ortaya çıkıyordu. Ve bu gösterilere katılan kitlelerin müslüman kitlelerle bir tanışıklığı neredeyse yüzde sıfır derecesindeydi.

*

AfD’nin kısa zamanda, çok etkin ve sadece Almanya kamuoyunu değil, bütün dünya kamuoyunun da dikkatini üzerine çeken eylemleri PEGIDA eylemleri adı altında, İslam ve müslümanları hedef gösteren bir harekete dönüşmesi, Almanya siyasetçilerini şaşırtmış ve bu durumun  'Almanya için utanç olduğu'  gibi açıklamalar yapılmıştır, ama, şimdi nasıl bir tavır takınılacağı konusunda çoğu çevreler ne yapacağını bilemiyor.

Sadece hatırlanan,  Birinci Dünya Savaşı’nın ağır yenilgisi sonrasında Adolf Hitler’in nasyonal sosyalist (NAZİ) hareketinin de önce önemsenmemişken, sonra büyük kitleleri, milyonları kendisine cezbettiği- çektiği konusu idi.

O zaman Hitler, Almanya’nın o ağır yenilgisinin sorumlusu olarak, sosyal dokuyu bozan unsurlar diye yahudileri ve çingeneleri gösterdiğinde başka izah bulamayan geniş kitleler tarafından kabullenilmişti. 

Sözün burasında, Hitler döneminden kalma bir kardinalin sözünü hatırlamak yerinde olur:

-Hitler ve naziler, önce yahudileri yok ettiler, ‘Bize ne?’ dedik..

-Sonra komünistleri yok ettiler, yine  ‘Bize ne?’ dedik..

-Sonra kapitalistleri ezdiler, yine ‘Bize ne?’ dedik.. Sıra kiliseye, bize geldi..O zaman, ‘Ey halk neredesiniz, yardım edin..’ dedik, ama, baktık ki, kimse kalmamış..’

Denilebilir ki, alman orta sınıfı kitlelerinin PEGIDA’ya karşı onbinler halinde ve sivil toplum kuruluşlarının daveti ile protesto gösterileri yapmaya başlamaları benzer korkulardan kaynaklanıyor. Yani, şimdi de tehlike olarak İslam ve müslümanlar gösteriliyor, ama, bu karşıtlık orada kalmayacak ve sıra, kendileri gibi düşünmeyen bütün sosyal kesimlere de gelecektir, korkusu..

Bu yüzden, ‘Pegida’ karşıtı ve yoğun katılımlı gösterilerde liberaller, demokratlar, sosyalistler, işçi sendikaları, ateistler, cinsî sapık gruplar, bir ellerinde bira şişeleri, diğerinde sopa ile meydanlara doluşan onbinler.. Ve bir kısım müslümanlar.. Ancak denilebilir ki, müslümanlar o büyük kalabalığın onda birinden fazla değildi. (İktidar partisi CDU / Hristiyan Demokrat Parti teşkilatlarının flamaları ise, pek gözükmüyordu.)

Yeni bir diktatörlüğün, yeni bir faşist dalganın pençesini topluma geçireceğinin korkusu..

Yoksa, bu kitleler İslamlaşma tehlikesini önemsemediklerinden gelmiyordu. Belki onlar da böyle bir tehlikeyi önemsiyorlardı. Ama, şimdi daha büyük tehlike, bir sosyal karabasan, bir heyula yaklaşıyordu âdeta, üzerlerine..

Burada da aynı durum sözkonusu.. PEGIDA hareketinin uyandırdığı korku yüzünden, o ırkçı, fanatik ve tek tip bir toplum ve kurşun asker oluşturma çabalarının uyandırdığı korku yüzünden, gerçekte bir araya gelemiyecek olanlar bir araya gelmişlerdi.

Müslümanlarla diğer grupların ve diğerlerinin de birbiriyle ilişkileri ve birbirlerine bakış açısı genelde çok farklıdır ve gerektiğinde birbirlerine düşman olabilecek gruplardır. Ama, burada PEGIDA’ya karşı ve düşman olmakta birleşmiş grup ve kitleler bir arada bulunuyordu.

Yoksa, İslam karşıtlığını en net şekilde bayrak edinen bir örgüte karşı olanların, İslam’a sıcak bakmaları gibi bir durum sözkonusu değil ve de değildi.

Yine de, bu birliktelik bile alkışlanacak bir durumdu.

Çünkü, böyle bir sosyal tehlike karşısında, o gösterilere katılan grupların herbirisi, en azından diğerlerini sindirmek isteyenlere karşı bir dayanışma gerekliliğinin kavrandığını gösteriyorlar ve tek tip toplumlar oluşturma düşüncesine karşı zımnen bir itiraz geliştirmiş oluyorlardı.

Nitekim bu dayanışmanın neticesidir ki, Köln’de ‘Pegida’ tarafdarlarının çağrısına uyarak bir araya gelen ve sayıları bin civarında olduğu söylenen grup, herhalde 20 bini aşkın büyük kitlelerin itirazlarıyla, hışmıyla mıhlanmış ve âdetâ kuşatılmışlar; polisin iki tarafı birbirine yaklaştırmamak için aldığı tedbir ve ikna çabalarının de etkisiyle, o geceye mahsus olmak üzere hareketlerini sonlandırdıklarını açıklamak zorunda kalmışlardı.

‘Almanya İslamlaşıyor, Avrupa İslamlaşıyor!..’ diye yükseltilmek istenen korkulara gelince.. Bu hususta ne boş ümidlere kapılmalı;  ne de korkulara..

Müslümanlar toplumun başka kesimlerinin imrenmesini kazanabiliyorlarsa, -ki genelde bu yönde çok fazla bir iddiada bulunmak da yanlış olur- bu imrenmeye ve eğilime kimse engel olabilir?

Bunu Avrupalılar hristiyanlığın tarihinden bile öğrenebilirler.

Çünkü, Hz. İsa Rûhullah aleyhisselam’ın mesajına inanan ilk müminler, en ağır baskılara mâruz kalmalarına, mağaralarda yaşamak zorunda bırakılmalarına rağmen, dağların bağrında kayaları oyup mâbedler yaparak varlıklarını sürdürmüşlerdi. Çünkü, o inanç, kitleleri cezbediyordu. İnancın gücü böyledir. 

Müslümanlar da inançlarını hristiyan Batı toplumlarının beğeni ve imrenmesini celbedecek şekilde ortaya koyabilirlerse, aynı şekilde, bütün bu baskılara rağmen, onun tarih içindeki ilerlemesi engellenemiyecektir.

*

‘Paris Saldırısı’ ve ‘peşin hükümlülük’ belâsı..

Bu satırların yazıldığı saatlerde, Paris’te meydana gelen bir silahlı saldırıda, bir mizah dergisine yapılan saldırılarda 12 kişinin öldüğü anlaşılıyor.

İlk yapılan açıklamalarla, tabiatiyle, barbarlık, vahşet, terörizm vs,. gibi nitelemeler sökün ediyor. Ve hele de Türkiye medyasında bu saldırının hemen İslam ve müslümanlarla irtibatlı imiş gibi olduğu bir takım yorumlar daha ilk andan itibaren sökün ediyor.

Hele de ‘müslüman’  kimliğiyle öne çıkan bir takım ‘müslüman’  yazar-çizer bile, daha elde hiç bir delil Fransa tarafından bile gösterilmemişken, İslam’ı ve müslümanları savunmak adına, bu saldırının ardında İslam’ın bulunmadığı üzerinde bir yoğun değerlendirmelere giriştiler; sanki, suçlamanın altından müslümanlar çıkacakmış gibi zımnî bir kabul ile..

Üzüntü verici bir hâlet-i ruhiye..

Halbuki, bu saldırının altından herkes çıkabilir.

Bilinmeyen bir konuda hemen görüş açıklamak ne işe yarar?

Kim bilir hangi odak, ne gibi hedefleri güdüyordur.

Belki de Almanya’da başlayan ‘Pegida gösterilerinin bir versiyonu da Paris’de daha başka şekilde sergilenmek isteniyor..

Batı dünyası nasıl bir tepki verecek, onu beklemeden böyle değerlendirmelere girmenin aceleciliğini anlamak, izah etmek zor..

Saldırıya uğrayan mizah dergisinin geçmişte Hz. Peygamber ve Hz. İsâ ve Hz. Meryem (as) aleyhinde de çirkin karikatürler çizdikleri biliniyor. Kezâ, IŞİD lideri hakkında da..

Kitlelerin kutsal bildikleri veya saygı gösterdikleri isimleri en çirkin şekilde karikatürize ederek san’at silahlarını diledikleri gibi ve özgürlük adına kullanmaları normal karşılanırsa, o zaman, başkalarının da başka silahları kullanmalarını normal karşılamak gerekir mantığı devreye girer.

Öldürülen saldırganlardan birinin kanında ileri derecede alkol bulunduğu açıklandı, Fransa resmî makamlarınca Bu arada, önemli bir konu da, resmî olmayan medya çevrelerinin, tıpkı bizdeki kemalist-laiklerin ‘uyanıklığı’ gibi, saldırganların ‘Allah’u Ekber!’ diye saldırdıklarını açıklamaları..

Alkollü kişilerin İslamî bir niyetle yapılan bir eylemde yeri ne ve nasıl olabilir?

Hatırlayalım, Danıytay Saldırısı gerçekleştiğinde, Çölaşan soyadlı bir kadın Danıştay üyesi, (ki, daha sonra Atatürkçü Düşünce Derneği isimli mâlum kuruluşun da genel başkanı oldu) bizzat şahidi olmadığı o saldırıda, saldırganın ‘Allah’u Ekber!’diye ateş açtığını iddia etmiş ve amma, asıl saldırıya uğrayanlardan kimse öyle bir ses işitmediklerini mahkemede açıklamışlardı.

Hatırlayalım, 11 Eylûl 2001 Saldırıları’na katıldıkları söylenen müslüman isimli bazı kişilerin de o saldırıdan önce, bir gece kulübünde eğlendiklerine dair mübtezel video görüntüleri (!) yayınlanmıştı. Eğer o kişiler hakkındaki görüntüler doğru ve o eylemde de payları var idi ise, o görüntülerin İslam’la ve müslümanların inançlarıyla ne ilgisi olabilirdi?

Acelecilik ve peşin hükümlülük tuzağına düşmemek için, kesin olarak bilinmeyen konularda kesin imişcesine biliyor gibi görüşler açıklamaktan kaçınmanın zarureti ortada..

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum