1. YAZARLAR

  2. Abdulhamit Bilici

  3. Paşa'nın yüzde 15 direnişi!
Abdulhamit Bilici

Abdulhamit Bilici

Yazarın Tüm Yazıları >

Paşa'nın yüzde 15 direnişi!

27 Ağustos 2011 Cumartesi 01:43A+A-

OYAK'ın ayrıcalıklı konumundan denetlenemeyen harcamalara; MGK'nın yapısından komutanların her konuda yaptıkları konuşmalara Türk Silahlı Kuvvetleri, özellikle AB sürecinin ciddiyet kazandığı 1999'dan beri hep gündemde.

Demokratik bir gözle Türkiye'nin röntgenini çeken ve bugüne kadar Avrupa Komisyonu'nun 13 kez hazırladığı her İlerleme Raporu'nda yer alan bir konu bu.

Geçen sürede, MGK'daki sivilleşmeden YAŞ'taki son reforma birçok yenilikler yapıldığına kuşku yok. Ancak anlaşılması en güç nokta, yasalar veya oturma düzeninde yapılan şekilsel değişikliklerin bir türlü askerin ruhuna yansımaması.

AB ile müzakerelerin yolunu açan 2004 tarihli İlerleme Raporu'na bakarsanız, orada, yapılan reformlarla Türkiye'nin yarı otoriter yapıdan hızla kurtulmakta olduğu heyecanıyla yazılan şu satırları okursunuz: "Askeri otorite üzerindeki sivil denetim 1999'dan bu yana güçlendirilmiştir. Sivil otorite karşısında silahlı kuvvetlerin durumunu belirlemek için anayasal ve yasal çerçeve değiştirilmiştir. Geçen yıl boyunca, ordunun sivil denetimini güçlendirmek ve AB üyesi ülkelerdeki uygulamalarla uyumlu hale getirmek için bir dizi değişiklik yapılmıştır. MGK'nın görevleri, işleyişi ve oluşumu ile ilgili, Genel Sekreterliğin geniş yürütme yetkilerini kaldıran bir yönetmelik kabul edilmiştir..."

İzleyen yıllarda da 'şeklî' birçok reform yapılmasına rağmen aynı döneme bir de Balyoz ve Ergenekon davaları üzerinden bakınca, birbirine zıt iki fotoğraf çıkıyor karşınıza. Fotoğrafın birinde, Ecevit ve AK Parti hükümetlerinin öncülüğünde atılan önemli sivilleşme adımları; diğerinde ise karargâhlarda yapılan darbe planları, askerlikten çok siyaseti şekillendirmeyi kafaya koymuş general tipleri ve nihayet eski alışkanlıkların hiç değişmediğini gösteren 27 Nisan muhtırası.

Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in itirafları, bu muammayı ortadan kaldırdı. Öyle anlaşılıyor ki, Hilmi Özkök gibi sistem hatası bir iki istisna dışında komuta kademesi, bir yandan siyasî iktidarın ve aslında alıştıkları eski düzene şimdiye kadar ses çıkarmayan Batı'nın iteklemesiyle bazı reformları kabul ediyormuş gibi görünürken, diğer yandan eski bildiklerini okuyorlardı. Adeta reformların etkisinin boğazlarından aşağıya inmemesi için direniyorlardı.

Demek ki, şöyle düşünmüyorlardı: "Dünya değişiyor; NATO içinde sivil-asker ilişkilerinin bizimki gibi olduğu ülke yok. Türkiye tepeden tırnağa değişiyor; TSK'nın da değişmesi kaçınılmaz; A'dan Z'ye gerekli reformlara öncülük edelim; Aksi halde hem ülkeye ayak bağı olur hem de itibarımızı kaybederiz." Dolayısıyla reform çabalarını; konjonktürel, andıçlarla, psikolojik operasyonlarla üstesinden gelinebilecek bir durum gibi okuyorlardı.

Org. Koşaner'in hemen her satırında, "reforma zorlayan kötü niyetli siviller ve statükoyu korumak için direnen asker" psikolojisi önde.

Mesela Işık Paşa, "Arkadaşlar, darbecilik artık geçmişte kaldı. Artık demokratik bir ülkede yaşıyoruz." demiyor. Bunun yerine, şöyle diyor: "Koskoca 1. Ordu bir plan semineri yapıyor. Şimdi hepsi milletin elinde. Neyimiz var, neyimiz yok, çaldırmışız. Esas rezalet bu."

Yine Paşa, "Sivilleşme adına MGK'dan YAŞ'a önemli adımlar atıldı, ama tam demokrasi için şu adımlar eksik." demiyor. Peki ne diyor: "Hani diyorlar ya 35. maddeyi kaldır da bilmem ne maddeyi koy. İster koy, ister koyma. Biz TSK olarak bunun için varız. Doğal görevimiz."

Işık Paşa, "OYAK haksız rekabete yol açıyor. Bize, hiçbir memurda olmayan ayrıcalıklar tanıyor. Bu, demokrasi ve eşitliğe aykırı." demiyor da şöyle diyor: "OYAK'ı kamu kurumu kabul etme eğilimindeler. O zaman vergi vermek durumunda kalacağımız için emekliliğimizde alacağımız paralar yüzde 15 düşecek. Bunun için mücadele ediyoruz." Paşa, "Sivil yargıya paralel askerî yargının demokrasilerde örneği yok. Bu çift başlılık kalkmalı." demek yerine şunu söylüyor: "Askeri yargı sistemini değiştirmeye çalışıyorlar. Emir veremedikleri için nasıl ortadan kaldırırız, pasifleştiririz. Onun derdindeler."

Basın için "Demokrasinin vazgeçilmez unsuru. Arada yanlış yapsalar da çoğu kere gerçekleri onların aynasında görüp eleştirilerinden yararlanıyoruz." demiyor. Şöyle diyor: "Hiçbir basın mensubu bize düşman olmaz, dost da olmaz. Af edersiniz, anasını bile satar, onu oraya haber diye koyar."

Doğrusu böyle bir zihniyetle, bu kadar sivilleşme bile devrim. Bu millet, hem kendi başarısı hem ülke menfaati için reforma direnen değil, öncülük eden bir orduyu ne zaman görecek?

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT