Paralel Evren’e Karşı Sanat
Sanat’ın çerçevesi, işlevi ve maksadı hemen her zaman tartışma konusu oldu ve bundan sonra da olacak. Ancak İslami camiada geleneksel sanatların modern dönemlerde iyice belirginleşen ifade sorunları ve yetersizlikleri başlı başına bir tartışmanın konusudur.
Her ne kadar üzerinde yeterince durmasak hatta yaşadığımız dünyanın ve dönemin beklenti ve ihtiyaçlarına kulaklarımızı tıkasak da bu “zaman ve mekân dışılık” geleneksel sanatımızı da sanatçılarımızı da adeta başka bir evrene hitap edenler kategorisine doğru sürüklüyor.
Modern sanat dallarına olan ilgi ve alakamızda da bizi farklı bazı sorunlar bekliyor maalesef. Çünkü modern literatür, araç ve hedeflerin anaforuna kapılma ve başlangıçtaki niyetlerden uzaklaşıp iğreti bir alana savrulup ‘araf’ta kalmak hiç de az bir ihtimal değil. Araf’ta kalmak sanki matah bir işmiş gibi post modern bir takım tezlere geçmişin mistik hikâyelerinden bir takım atıflar yaparak idealize edilince meşruiyet sağlanmış oluyor sanki.
Derdimiz Çok, Sanat(ç)ımız Kısır
İslam coğrafyasının derdi sıkıntısı çok. Üstelik hemen her dönem işgal, işkence, tehcir, tecavüz, sistematik katliam, mahrumiyet vs. şeklinde acılar üzerimize karabasan misali çöküyor. Fakat istisnalar dışında İslami camiaya hitap eden sanat ve sanatçının ‘siyasal’ ve ‘toplumsal’ sıkıntılardan kaçmak, onları adeta yok saymak gibi kronik hastalıkları var.
Bu sadece Filistin, Irak, Mısır, Bosna veya diğer coğrafyalarımızdaki acılarımız karşısında ortaya çıkan kronik bir hastalık değil üstelik. Türkiye’de maruz kaldığımız ve çoğunun merkezinde devlet ve devlet sınıflarının başrolü oynadığı dayatma ve zulümler karşısında da bu kronik hastalık rahatsız edecek kadar gözümüzün içine sokuyor kendisini.
Başörtüsü yasağı zulmü, Kürtçe’nin yasaklanması, Kur’an eğitim ve öğretiminin iyiden iyiye daraltılması, askeri vesayetin halkın hayatını karartması, yolsuzluk ve çetelerin yol açtığı toplumsal tahribatlar, magazin kültüründen futbolizm hastalığına değin tutkuya dönüştürülen toplumsal hastalılara veya resmi ideolojinin bayrak, büst, heykel, tören ve andlar şeklinde tepeden tırnağa bir toplumsal mühendislik aracı olarak sürüp gitmesi karşısında da çok bariz bir “yok hükmünde duruş” olarak tecelli etmektedir maalesef.
Zulmün envai çeşidi kimi zorbaca kimi sinsice hayatlar karartıyor. Lakin zulme karşı sanatsal bir direniş, estetik bir karşı duruş bekleyenler beyhude bir beklentiye girmiş gibi mahcup oluyorlar her seferinde. Ne zamana kadar bu hastalıklı estetik/sanatsal duruşa mecbur ve mahkûm kalabiliriz ki? Bireysel tatminleri, aşk-meşk muhabbetlerini, soyutlama hastalıklarını, çözümlenemez-keşfedilemez şaheserler yaratma takıntılarını, oyun ve eğlenceye dönüşmüş amaçsızlıkları aşma, geride bırakma zamanı hala gelmedi mi?
İşgal altındaki topraklarımızın acıları hangi roman ve öykülerin konusu olacak? İşkence ve tecavüzlerle iffet ve onurları çiğnenen kardeşlerimiz için şiir ve denemelerde yer bulunamıyor mu? Kimyasal ölümler, askeri darbeler, kirli tuzaklar, İslam’a ve Müslümanlara karşı zulmü alışkanlık haline getiren cuntalar, resmi ideolojiye endekslenmiş ve toplumları sinir krizlerine sokan ideolojik dayatmalar sinema ve tiyatronun, şiir ve öykünün ya da bu işlerde ‘üstad’ olmuş sanatçıların gündemine giremeyecek mi hiç?
Sanatın ve sanatçının ideolojisi olmaz, olamaz ve sanatçının hiçbir aktüel siyasi-sosyal gelişmeye göre hareket etmesi beklenemez masalı en kibirli haliyle okunmaya devam ediyor maalesef. Ama sanatı bir ‘oyun’ olarak görüp “oynadığımız kadar insanız” diyen bu şaşkın ve sapkın, sorumsuz ama sorunlu mantığın dışında seyreden hakikat sevdalıları da var çok şükür ki.
Sözü Grup Yürüyüş’e getirmek istiyorum bu vesileyle. Çünkü onlar Ergenekon, Susurluk, Balyoz davalarına da Suriye, Mısır, Filistin vd. coğrafyamızda yaşanan sorunlara da hep ilgili oldular. Şarkılarını, ezgilerini, şiir ve müziklerini mümin kardeşleriyle dayanışmanın bir vesilesi kıldılar. Şarkılarını büyük bir maharetle Türkçe, Arapça, Kürtçe söylüyorlar ve kimi zaman hüznümüzü kimi zaman sevincimizi şiir ve müziğin en vurucu haliyle yükseltiyorlar semaya.
Gezi eylemleri sürecinde “Ağaç Kurdu” eserleriyle gündeme damgasını vuran Grup Yürüyüş şimdi de 17 Aralık süreciyle beraber ortaya çıkan “paralel yapı”nın dinleme-izleme eksenindeki şantaj siyasetlerine gayet estetik bir şekilde el atmışlar. Şarkını sözlerini aşağıya alıyorum ama siz bu şarkıyı kendi hazırladıkları klip üzerinden seyrederseniz çok da memnun kalırsınız. İşte şarkının sözleri şöyle:
Paralel Şarkı
Dinledim dinledim hepinizi dinledim
Kulağım çok derindir budur size hizmetim
Dinledim dinledim hepinizi dinledim
Kulağım çok derindir herkesi fişledim
Ananas rafineri dershaneler her şeyim
Ümmet dediğin ne ki, ben kendimi bilirim
Otorite dediysem bunu kastetmedim ki
Mahremiyet çiğnemek “hizmet” ise nedir ki
Dinledim dinledim hepinizi dinledim
Kulağım çok derindir ama hiçbir şey öğrenemedim
Beddua döndü bana TIR’lar ezdi geçti
Suriyelinin ahı aklımı aldı gitti
Çürüdüm ben eridim otoritem neredesin
Peygamber de gelmiyor hasedimden tükendim
Çürüdüm ben eridim otoritem neredesin
Paralel bir vasiydim hasedimden tükendim
Çürüdüm ben eridim otoritem neredesin
Değer miydi bunlara hasedimden tükendim
Söz-Müzik: Grup Yürüyüş
YAZIYA YORUM KAT