Papaz kim?
Bu fıkrayı Altan Tan'dan dinledim. Umarım bir gün kendisi çok daha güzel yazıp yayınlar. Mardin Midyat ilçesine bağlı bir köyde Süryaniler yaşıyormuş. Başlarında bir papaz var. Ama ondan memnun değiller. Yalancı, cahil, muhteris vs. Köylüler onu değiştirmek istiyorlar, Mardin'e başvuruyorlar olmuyor, Şam'a, Hatay'a müracaat ediyorlar, kimse ilgilenmiyor. İstanbul'daki padişaha seslerini duyurmaya çalışıyorlar, ses seda çıkmıyor. Kısaca kimsenin bu papaza gücü yetmiyor.
Derken bir gün kendi aralarında karar veriyorlar: "Bizim yegane kurtuluşumuz köyümüzü terk edip başka bir köye gitmek ve Müslüman olmak." Öyle de yapıyorlar. Bir gece yarısı çoluk çocuk, yaşlı kadın sessizce köyden ayrılıyorlar, dağ tepe saatlerce yol tepip bir Müslüman köyüne ulaşıyorlar, şeyhin evine gidip Müslüman olmak istediklerini söylüyorlar. Şeyh büyük bir sevinç içinde onları ağırlıyor, izzet ikram, kahvaltı vs. Ardından "Buyurun" diyor, "Köyün camiine gidelim. Kelam-ı şehadeti getirin, sabah namazına başlayın." diyor ve ekliyor: "Bugün de mübarek bir gün. Allah'ın hikmetine bakın, imamımız vefat etmişti. Sizden iki saat evvel bir papaz geldi, o da sizin gibi Müslüman olmak istedi. İyisi mi, ben onu başınıza imam tayin edeyim." Müslüman olmakla kurtulacağını düşünen Süryaniler işkilleniyor, ama anlam da veremiyorlar. Neyse Allah'a tevekkül edip camiye gidiyorlar. Bir de ne görsünler! Ahhah, kendi papazları! Onlardan önce köye gelmiş, Müslüman olmuş. Şimdi imamları olacak. Yani anlayacağınız Süryaniler Müslüman oluyor, ama eski tas eski hamam, durumlarında hiçbir değişiklik olmuyor.
Kısmi anayasa değişikliğinde ikinci tur oylamaları yapılırken, "parti kapatmayı yeniden düzenleyen 8. madde"nin 327 oyla paketten düşmesi bana bu fıkrayı hatırlattı. Yıllardır, AK Parti'de sayıları az, ama hayli etkili bu "yeni imam, eski papazlar"a dikkat çekmeye çalışıyorum. Bunlar son derece maharetli, siyasetin salt zekâ gerektiren labirentlerinde her defasında başarıyla yol alabiliyorlar, her dönemde kendilerine yer bulabiliyorlar. Bir parti miadını doldurmaya yüz tuttu mu onlar, -ilçe teşkilatından genel merkeze kadar- herkesten önce gemiyi terk edip yeni yükselmekte olan partiye kapağı atıyorlar, bir anda iyi mevzilerde yerlerini alabiliyorlar.
Merkez sağ ve merkez sol partilerin çöktüğü, Milli Görüş partilerinin sıkı bir tarassut altına alındığı 21. yüzyılın ilk yıllarında AK Parti'nin siyaset sahnesine giriş yapması Türkiye için büyük bir şanstı. Bir "Türkiye partisi" olarak toplumsal merkezi siyasi şemsiyesi altında toplayacak, bürokratik merkezle hukuk dairesi içinde mücadele edip, hem ülke özgürleştirecek hem gelir adaletini düzeltip Türkiye'yi Ortadoğu ve İslam dünyası üzerinden dünyaya, küresel sürece aktif ve irade sahibi bir özne olarak dahil edecek bir partiye ihtiyaç vardı. "Gelenekçiler"e karşı "yenilikçiler" olarak ortaya çıktıklarında hepimiz vargücümüzle bu hareketi destekledik. Ama kuruluş felsefesi tespit edilirken 1) Temel alınan "uzlaşma doktrini", 2) Seçilen siyasi kimliğin "muhafazakârlık"ın hareketin kendi asli geçmişine zıt bir hüviyete büründürülmesi, 3) Turgut Özal'ın dört eğilim stratejisinin benimsenip partinin gerek siyasi görüş gerekse yaşama tarzı ve sergilenen kişilik profilleriyle bir "kırkambar"a çevrilmesi -ki ANAP'ın sonunu getiren buydu-, 4) Herkesten önce imamlığa soyunan papazlara yeterince dikkat edilmemesi bu partinin bir iç zaafı olarak devam etti.
Parti kapatmayı zorlaştıran maddeye karşı CHP, MHP ve AK Parti içindeki "sahte imamlar" yanında her partisi kapatılan BDP'nin de aynı tutumu sergilemesi ise ibret vericidir. Bu olay 1909'dan beri politik ve idari hayatın kılcal damarlarına nüfuz etmiş olan sistemin ne kadar kavi olduğunu gösteriyor. Bence R. Tayyip Erdoğan ve samimi AK Partililer, "kahırdan lütuf doğar" deyip bundan gerekli dersleri çıkaracaklardır. Bu arada Numan Kurtulmuş'un başındaki SP de "sahte imamlar"a şimdiden dikkat etse, iyi olur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT