Paniğe ve öfkeye gerek yok hukukî süreç işliyor
Her şeyden önce bir hakikati beyan etmenin faydalı olduğunu düşünüyorum: Hiç kimseyi bir çırpıda suçlu ilan etmek doğru olmadığı gibi; hiç kimseyi aynı şekilde suçsuz ilan etmek de doğru değildir...
Hafta içinde yapılan operasyonlarla bazı gazeteciler gözaltına alınınca, medyanın önemli bir bölümü kıyameti kopardı. Basın özgürlüğü kavramını bayraklaştırarak, gazetecilere baskı yapıldığını, Ergenekon soruşturmasında ölçünün kaçtığını, Türkiye'nin polis devleti olmaya doğru gittiğini vs. söyleyenler oldu. Bu kadar ağır eleştiri yapanların elinde somut bir bilgi, belge, bulgu var mı? Hayır. Gözaltına alınan kişilerin gazeteci olması, o kişilerle diğer gazeteler arasındaki arkadaşlık bağları, onlara karşı beslenen itimat... Bunlar hukukî bir dayanak mıdır? Hayır. Bir generalin, "Tanırım, iyi çocuktur..." lafı nasıl bir komutana yakışmıyorsa, elinde hiçbir bilgi olmaksızın "Biz biliriz, iyi çocukturlar..." nevinden duygusal yaklaşımlar da gazetecilere yakışmıyor.
Deniyor ki: "Savcılar ellerindeki bilgileri bizimle paylaşsın." Çok doğru. Ancak bu ülkenin yasaları, soruşturma safhasında savcıların bilgi ve belge paylaşımına müsaade etmiyor. Buna rağmen bazı bilgiler basına yansıyor. O zaman da sanık avukatları savcıları bilgi sızdırmakla suçluyor. Yani, elinde bilgi olan savcı ve hâkimler susmak zorunda kalırken, elinde hiçbir bilgi olmayan kişiler duygusal kanaatlerini sanki hukukî bir hüccetmiş gibi anlatıp duruyor ve kamuoyu oluşturuyor. Keşke bizdeki hukuk sistemi iddianame tamamlanıncaya kadar savcı ve hâkimleri susmak zorunda bırakmasaydı da alelacele konuşan birileri, meseleyi başka mecralara çekmeseydi...
Bilmeyenler ya da bilmezden gelenler için süreci kısaca özetleyelim: Bir zanlı hakkında savcılık bazı bilgi ve belgelere ulaştığını düşündüğünde hâkimlere başvuruyor. Bu başvuru esnasında elindeki somut delilleri ibraz ediyor. Hâkimler, savcılardan gelen talebi doğru ve yerinde bulursa o kişiler hakkında süreci başlatıyor. Zanlı kişiler iki gün karakolda kalıp ifade veriyor. Susma hakkına sahip. Savcılar en fazla iki gün daha ek süre isteyebiliyor. Daha sonra zanlılar hâkim huzuruna çıkarılıyor. Sanıkları mahkeme dinliyor ve karar veriyor. Bu karar tutuklama da olabiliyor, serbest bırakma da. Tutuklanan kişilerin mahkemeye itiraz hakkı da bulunmakta.
Yukarıda özetlediğim süreç sanki yokmuş gibi, sanki insanların ev ve işyerlerinde aramalar keyfî yapılıyormuş gibi davranmanın âlemi yok. Hukukî süreç işliyor ve biz bu süreç içinde yargının elindeki bilgi ve belgelere vâkıf değiliz. Birilerinin hedef şaşırtarak olayı siyasî bir boyuta çekmesi ya da konuyla ilgisi olmayan kişileri suçlamaya yeltenmesi bambaşka bir hukuksuzluktur. Nitekim Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz dün, sürecin başından beri ilk kez yazılı bir açıklama yaptı. Medyada tartışılan iddiaların yersiz olduğunu, Ergenekon'la ilgili şu aşamada açıklanamayacak bilgilerin ellerinde olduğunu söyledi.
Silivri'de devam eden dava nedeniyle Ergenekon örgütünün yapısı hakkında bir hayli bilgimiz var artık. Oradaki bilgi ve belgelerden anlaşılıyor ki hiçbir cunta ve darbe çalışması sadece askerin cesaret ettiği bir organizasyon değil. Zaten bütün ihtilaller öyleydi. Tek suçlunun ihtiras yüklü cuntacı subaylar olduğunu söylemek haksızlık. O cuntaların iş dünyasında, siyaset âleminde, üniversite camiasında şakşakçıları ve yoldaşları vardı. En büyük desteği medyadan aldıklarında şüphe yok. Hatta şu ana kadar Türkiye'nin başına gelen darbelerin tamamına bakarak şu hükme rahatlıkla varabiliriz: Darbeye stratejik destek veren bir medya olmasaydı bu ülkede asla darbe yapılamazdı. '60 darbesi, '71 muhtırası, '80 darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi, 27 Nisan e-muhtırası... Hepsinin psikolojik hazırlığı medya aracılığıyla yapılmıştı ve o destek kayboldukça bu ülkede darbe yapmak zorlaştı.
Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık... Bunlar darbeci miydi, derin yapılarla gizli bağlantıları var mıydı, psikolojik harbin birer parçası mıydı, bazı odakların yönlendirmesiyle kara propaganda yapmışlar mıydı, ülkede kaos oluşturacak bir atmosfere zemin hazırlamışlar mıydı? Bu soruların cevabına bir nefeste 'evet' ya da 'hayır' demek bu aşamada mümkün değil. Zanlılar hakkında somut bilgilere ulaşıldığında manzara daha da netleşecek.
Ancak bu aşamada bazı prensiplerin hatırlanmasında fayda var: Gazetelerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle soruşturma geçirmesine herkes (sadece gazeteciler değil) karşı çıkmalı; lakin gazetecilik faaliyeti sayılmayacak eylemler söz konusuysa gazeteciliğin bir zırh haline dönüşmesine de müsaade edilmemeli. Türkiye, uzun bir zamandan beri yoğun bir psikolojik harekâtla karşı karşıya. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bazı insanlar etki ajanlarının hedef tahtasında. Şu ana kadar bu insanlar hakkında yalan, iftira, tezvirat, dedikodu nevinden onlarca kitap yazıldı, binlerce yazı yazıldı, onlarca web sitesi kuruldu. Bu amansız kara propagandanın tesadüf olmadığı, derin bir ittifakın emriyle yapıldığı pek çok hadisede açığa çıktı. Ergün Poyraz isimli kişinin bu tarz kitapları kimlerden emir alarak yaptığını ve kimlerin nerede neler ürettiğini Ergenekon soruşturması sayesinde öğrenmiş olduk. Bazı gazetecilerin cuntacı generallerle nasıl bir araya gelip darbe planlarına stratejik destek verdiğini, bu desteği manşetlere nasıl taşıdığını yine bu davalardan öğrendik.
Demem o ki bu ülkede her gazeteci, gazeteci değil; her gazeteci haber peşinde koşmuyor. Bazıları ihbarcılıkla habercilik arasındaki farkı bir kalemde çizip atıyor. O yüzden acele etmeye gerek yok. Paniğe, hiç gerek yok. Dava dosyası teşekkül edecek ve nasıl olsa şeffaf toplum olmanın gereği, her şeyi ayan beyan göreceğiz. Bugün üst perdeden atıp tutan ve duruşundan taviz vererek sağa sola savrulan kişilerin mahcup duruma düşmesi de söz konusu. Başbakan, doğru söylüyor: "Bırakın yargı işini yapsın." Nasıl olsa kısa bir zaman sonra herkes yargının elindeki belge ve bilgilerine vâkıf olacak. Ya o vukufiyet alelacele konuşanları mahcup ederse? Şu suçludur, şu suçsuzdur demek biz gazetecilerin görevi değil. Bizim bildiğimiz somut bir şey var: Cunta ve darbeciliğin bir ayağı medyadır. O ayak üzerine "hiçbir çalışma yapılmasın" demek, o çerçevede yapılan her soruşturmayı meslekî alınganlıkla göğüslemek, gerçekle yüz yüze gelmekten korkmaktır. "Bırakın..." ki, belgeler, bilgiler, bulgular konuşsun...
Gülen'e dokunan yansaydı...
Şöyle bir propaganda pompalanıyor: Fethullah Gülen ile ilgili kitap yazanlar hakkında soruşturma açılıyor, o kitapları yazanlar derdest ediliyor, hapse atılıyor. Doğru mu? Yanlış! Çünkü bir ömür boyu Gülen düşmanlığı yapıp kitap yazanlar var; onların başına hiçbir şey gelmedi, gelmiyor. Mesela Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya. Hikmet Bey yüzlerce yazı, onlarca kitap yazdı. Gülen'in avukatları dava açtı, o kadar. Mesela Saygı Öztürk. Gülen aleyhine son kitabı daha yeni çıktı; STV'de program yaptı. Herhangi bir kitapçıya gidin, onlarca Gülen aleyhine kitap göreceksiniz.
Asıl önemli olan şu: Gülen (ya da herhangi tanınmış bir kişi) hakkında kitap yazarken örgütlerin, etki ajanlarının buyruğu doğrultusunda kara propaganda yapılıp yapılmadığı. Karanlık odalarda pazarlanan bazı kitap çalışmaları sadece yalan ve iftira bakımından suç kapsamına girmiyor; aynı zamanda emir-komuta zinciri içinde bir örgüt çalışması yapılıyor. O örgüt psikolojik harp taktikleriyle hem insanları karalıyor hem de yalan ve iftiralar eşliğinde yasal süreçler başlatmayı hedefliyor. Karanlık odakların, belli bir amaca yönelik dikte ettirdiği kitaplar tabii ki örgütlü bir suç. Çünkü içinde insan itibarını sarsmak olduğu gibi bazı insanları suçlu gösterip oluşturulan psikolojik hava içinde dava etmek, insanları kara propaganda sayesinde örgütlü suç kapsamına alarak mahkûm etmek gibi hedefler güdülüyor. Bu suç değilse, hiçbir şey suç değil. Bu suça ortak olmak gazetecilikse, yerin dibine girsin böyle gazetecilik anlayışı!
Erbakan'ın cenazesi bir mesajdır
Hayatını Milli Görüş idealine adamış Saadet Partisi lideri Necmettin Erbakan vefat etti. Onu mahşerî bir kalabalık uğurladı. Milyonu aşkın bir topluluk, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna giderken, Erbakan'ı yalnız bırakmadı. Milyonlarca insan oradaydı. 28 Şubat döneminde kameralar karşısında Başbakan Erbakan'a hakaret edenler, zorla 28 Şubat belgelerine imza attırmak isteyenler, partisine vampirler, kan emiciler diye hezeyan dolu sözler sarf edenler, partisini kapatanlar; onlar neredeydi? Onların cenazesinde kaç kişi olur, kaç kişi tekbir sesleri eşliğinde onları son yolculuğuna uğurlar? Erbakan'ın cenazesi, bu milletin vefasına güzel bir örnektir. Umarım yasakçılara ve darbecilere de yeterince mesaj vermiştir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT