Özsavunma Şakaydı, Oturup Konuşalım
Çözüm sürecinin ruhuna Fatiha okunması için yarış yapanların sayısı hiç de az değildi. Fakat ideolojik formasyonu ve örgütsel kadrolarıyla bu sonucun ortaya çıkması için en büyük katkıyı hiç tartışmasız PKK ve HDP yaptı. Sapkın ve tehlikeli bir inanış olarak “Tanrıyı Kıyamete Zorlamak” ne ise Çözüm süreciyle beraber “Devleti Savaşa Zorlamak” da o anlama geliyordu şüphesiz. Suriye ve Irak’taki kaotik pozisyondan maksimum düzeyde istifade fırsatçılığı bir haftadır yükselen askerî-siyasî operasyonlardan anlaşıldığı üzere epeyce büyük bir hasar alacak.
PKK askerî açıdan, HDP siyasî açıdan hem bölgede hem de Türkiye’de operasyon yürütmek isteyen tüm aktörlerin daha bir şevkle sarıldığı örgüt pozisyonuna dönüşünce kendini oyun kurucu ve belirleyici aktör pozisyonunda görmeye başladı. AB ve ABD açısından bölgenin en etkin seküler partneri olarak her geçen gün yıldızı parlıyordu.
Türkiye’de Erdoğan-Davutoğlu siyasetini terbiye etmek ve geriletmekte yetersiz kalan klasik Kemalist iktidar sınıflarının yerine tahkim edilmesinin sebebi buydu. IŞİD’le mücadele adı altında Esed rejimin bekası ve İslâmî muhalif örgütlerin tasfiye edilmesini maskelemek üzere devreye sokulan kanton ve koridor stratejisinin arka planı da bundan başkası değildi.
Her Stratejiye Uygun Partner
Suruç’ta patlayan bomba çözüm sürecine dair zaten iyiden iyiye tükenmiş olan umut ve beklentileri hepten yıkmış oldu. Kobani devrimi adı altında bütün bir ülkede “gerilla mektebine katılım seferberliği” başlatan PKK ve sol-liberal müttefikleri IŞİD=AKP propagandalarıyla hemen her türlü siyasal manipülasyonu başarıyla sonuçlandırabileceğine inandı. Ne de olsa bir tarafta bütün bir insanlık adına demokrasi ve özgürlük savaşı veren modern bir gerilla örgütü vardı. Diğer taraftaysa IŞİD gibi eşi görülmemiş bir barbarlık timsalini kullanarak seküler dünya için tehdit teşkil eden Erdoğan-Davutoğlu siyaseti vardı.
Sadece PKK medyasında değil TÜSİAD medyasında konuşlandırılan kimi liberal, sol, ulusalcı hatta açıkça Suriye ve İran istihbaratları adına misyonerler de bu kara propaganda görevini ifa ediyorlar.
“Askerî amaçlı baraj” gibi saçmalıklar da “barajlar yaparak Kürdistan’da kültürel soykırıma girişildiği” gibi ahmakça söylemler de PKK’nın silahlı saldırılarına destek vermek amacıyla ne yazık ki piyasa yapabildi. Alan hâkimiyeti denilen siyaset tarzı alenen OHAL ve Jitem pratiklerini en despotik karakterleriyle hortlatmaktan başka bir anlama gelmiyordu. Lakin PKK ve HDP’yle siyaseti sabote etmek isteyen aktörlerin ağzında da nedense hep AK Parti Hükümetini sorunun kaynağı olarak suçlamak adına “90’lı yıllara dönmek istemiyoruz” itirazı yükseliyordu. Yakılan araçlar, kaçırılan insanlar, kurulan mahkemeler, girişilen infazlar “PKK’nın mecbur kaldığı meşru müdafaa hakkı” şeklinde güya sosyolojik analizlere bol bol malzeme yapılıyordu.
Suriye’nin kuzey bölgelerinde önce Esed ve İran rejimiyle daha sonra da AB ve ABD’yle işbirliği yaparak PKK-PYD hâkimiyetinde bir devlet veya alan hâkimiyeti tesis ederek Türkiye’yi rehin tutma politikası adım adım ilerledi. Hükümetin bu kuşatma politikasını boş gözlerle seyretmesi de Çözüm sürecini yürütme adına PKK’nın derinleştirdiği alan hâkimiyetine göz yumması da her açıdan yanlıştı, zararlıydı ve kabul edilemezdi.
PKK ve HDP’yi Selâmlayan Dünya
Oysa siyaset ve toplum açısından hem ülke içinde derinleşen PKK hegemonyasına hem de Suriye üzerinden girişilen ahlaksız kuşatmaya son verilmesinden başka seçenek yoktu. PKK, ne yaparsa yapsın Hükümetin çatışmasızlık halini bozabilecek cesaretten yoksun olduğu üzerine hesap yaptı. AB ve ABD’nin baskısına, Esed ve İran’ın kaotik sabotaj timlerine Türkiye’nin başa çıkacak donanım ve cesaretten yoksun olduğuna yatırım yaptılar. Öyle ya Fransa’da Cumhurbaşkanlığı sarayında, İtalya’da parlamentoda, Avrupa ve Amerika’daki moda dergilerinde bile gerilla kıyafetleriyle ağırlanacak kadar muteber ve muazzezdiler bu dönemde.
Kobani ve diğer kantonların kurtuluşu için ABD hava kuvvetleri seferber olmuş, 2 binden fazla operasyonla PKK-PYD’ye ön açmıştı. “Bıji Obama” sloganları boşuna atılmamış, Suriye operasyonlarını yürüten Amerikan Askerî Kontrol Merkezi’nden PYD temsilcileri fasulyeden yer tutmamışlardı. Amerika’nın dostluğu, desteğini kazanan vurulacak hedeflerin koordinatlarını tayin ve tespit etme derecesine kadar terfi eden PKK-PYD’nin sırtı yere gelir miydi hiç? Kim yan bakabilirdi artık kendisine?
HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ Suruç’ta bombalar patlamadan bir gün önce malumu şöyle ilan ediyordu: "Biz sırtımızı YPG-YPJ'ye dayıyoruz. Bunu söylemekte hiçbir sakınca görmüyoruz. Bakın sırtımızı kime dayadığımızı çok net söylüyoruz ve bundan sonra da sırtımızı buraya dayamaya devam edeceğiz.".
Temel soru ve sorun şu: HDP siyasî bir mücadele değil de gerilla mücadelesi mi veriyor? HDP’nin PKK’yı siyasî mücadeleye çekecek gücü ve cesameti yoksa PKK’nın HDP’yi gerilla mücadelesinin basit bir sözcüsü kılması doğal değil midir? Kendi ülkesindeki Kürtlere âdeta nefes aldırmayan İran Cumhurbaşkanı Ruhani de resmî bir törende “Bıji Kürdistan” diye slogan attığına göre Kürt Yüzyılı’nı hayata geçirmeye ramak kaldı demektir!
PKK-HDP siyaseti çözüm sürecini önce ahlaksız gerekçelerle sabote etti. Kapsamlı askerî operasyonlarla muhatap olunca da “konuşarak, müzakere ederek çözülmeyecek sorun yok” diye feryada başladı. Hükümet yine de bu kaypak, yüzsüz ve utanmaz kan tüccarlarına değil bütün bir toplumun adalet ve özgürlük taleplerine uygun bir siyaset yürütmenin hesabını yapmalı ve icra etmelidir.
YAZIYA YORUM KAT