Özgüven Sorunundan Daha Gerçekçi Bir Sorunumuz Var
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı Av. Serdar Bülent Yılmaz, Özgün Duruş'a konuştu.
Diyarbakır Özgür-Der başkanlığını yürüten Avukat Serdar Bülent Yılmaz, geçen haftalarda Diyarbakır'da yapılan "Kürt Çalıştayı" ve "Kardeşlik İçin Adalet Adalet Platformu"nu neden kurduklarını anlattı. Yılmaz'ın bölgedeki İslami kesimin örgütlenmesi, ana dilde eğitim, yeni anayasa çalışmaları ve PKK ile ilgili değerlendirmelerini okurken, alışılagelmiş bir dil kullanmadığını gözlemlemek mümkün…
(Hasan Postacı / Özgün Duruş)
Kardeşlik İçin Adalet Platformu (KİAP) oluşum süreci hakkında bilgi verir misiniz?
Kürdistan'da kavmi (ve dini) kimliklerin inkârı, izlenen imha politikaları, yaşanan kanlı ve kirli savaş, Kürdistan'ın yapıbozuma uğrayan toplumsal yapısı ve ortaya çıkan ikincil iktidar biçiminin otoriter tavrı bölgedeki Müslümanların Kürdistan'da İslami kimlikli bir söylemi üretmelerini gerekli kılıyor. Geç kalmışlık psikolojisine kapılmadan, anın vacibini yerine getirme anlayışıyla hareket eden, sorumluluk bilinci üretmeyi, toplumsal değişim ve gelişime İslami kimlikle müdahil olmayı, iki iktidar biçimi arasında sıkışmış Kürdistan halkına yeni bir söylem ve yeni bir yol ortaya koymayı gerekli kılan söz konusu vasatın değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıktı KİAP.
Malumunuz olduğu üzere Kürdistanlı Müslümanlar geçmiş yıllara nazaran daha fazla örgütlü durumda. Ayrıca Kürt sorunu ve diğer toplumsal sorunlara karşı da daha fazla duyarlı. Dolayısıyla bu durum ortaya yeni bir dinamizm çıkarmış oluyor.
Bölgemizdeki bu dinamizmin farkında olarak, bu yılın temmuz ayında çoğunluğunu Kürdistanlı konuşmacıların oluşturduğu bir forum düzenledik. Bu forum bir anlamda bu dinamizmin söylemsel düzlemde ve topluca ilk test edilişiydi. Bu testin sonucunda vasatı daha iyi tanıma imkânı bulmuş olduk. Gördük ki Kürdistanlı Müslümanların en büyük sorunu örgütsel dağınıklık ve söylemsel savrulmuşluk. Bu iki yakıcı gerçek İslami kesimin, Kürt sorununda birçok zihinsel bariyer aşıldığı halde Kürdistan'da neden varlık gösteremediğini ortaya koyuyor.
"Örgütsel dağınıklık ve söylemsel savrulmuşluk" olgusunu biraz açar mısınız?
İslami kesim cemaatler veya dernek ve vakıflar şeklinde örgütlüler genellikle. Ayrı ayrı cemaatler şeklinde örgütlenmenin kendisi zaten bir zaaf ancak ben daha başka bir sıkıntıdan bahsediyorum; bu ayrı yapıların ortak amaçlar için ortak platformlarda bir araya gelmeyişi. Bir vahdet çalışması değil sözünü ettiğim, muayyen amaçlar için ortaklaşmalardan, mevzii veya konsept birlikteliklerden söz ediyorum. Yani bir nevi istişare ve ortak eylem birlikteliği. Geçici, konu bazlı ama nitelikli.
Söylemsel savrulmuşluk ise Müslümanların dilini yitirmiş olmasını işaret ediyor. Bize ait olmayan, kendimize ve bu topraklara, bu halka yabancı bir dil kullanıyoruz. Söylemimiz hem İslam tarafından refere edilmiyor hem de halk tarafından anlaşılmıyor. Liberal, soft milliyetçi, popüler ve ezberci bir söylem var maalesef. Bu söylem biçimi vasatımızı zayıflatmaktan başka bir işe yaramıyor.
Forumda bu iki husus rahatsız edici düzeyde göze batıyordu. Sonuçta forumla aynı dönemde başlattığımız Kürt sorunu hakkında talep, tespit ve çağrılarımızı içeren deklerasyon çalışmasını çağrıcı kurumlar olarak bir çalıştaya çevirdik.
Önemli bir etkinlikle, Kürt Çalıştayı yaparak kamuoyu karşısına çıktınız. Bu bağlamda KİAP'ın kuruluş amaçları, misyonu ile ilgili neler söylenebilir?
KİAP sözünü ettiğimiz örgütsel dağınıklık ve söylemsel savrulmuşluk sorununa bir çözüm getirerek İslami dinamizmi Kürt sorunu konusunda inisiyatif sahibi kılmak, bu amaçla İslam'ın refere ettiği yeni bir söylem kurmak, istişare mekanizması geliştirmek, Kürt sorunu konusunda İslami bir varoluş gerçekleştirmek ve de giderek sekülerleşen sosyal zeminimizi tahkim etmek amacıyla kuruldu.
Bunlar çok iddialı ve fakat bir o kadar da zor şeyler, biliyorum. Ancak bizler bunu yapabilecek güçteyiz. Her hangi bir özgüven zafiyeti içinde değiliz. Güç-takat sorunumuz olduğunu düşünmüyorum. Sorun usulî düzlemde bir vizyon ve perspektif sorunudur. Bunun da bu tarz yapılanmalarla aşılacağını düşünüyorum. KİAP'ın uzun ömürlü olabilmesi ve vakaya sahici ve diriltici müdahaleler geliştirmesi de buna bağlı.
Bizler Kürdistan'ın yabancı unsurları değiliz, düşüncelerimiz de Kürdistan'ın yabancısı olduğu dışardan ve türedi düşünceler değil. Özgüven söylemi, bu toprakların mayasıyla bizim mayamızın aynı olması gerçeğine yaslanıyor.
Özgüven sorunundan daha gerçekçi bir sorunumuz var. O da Kürdistan halkının İslami kesime karşı güvenini önemli ölçüde yitirmiş olması. Maalesef bu gerçek bir sosyaliteye sahip ve bir takım nesnel nedenlere dayanıyor. Bu nedenlerin başında Müslümanların sorun karşısında Kürt halkını sahiplenici bir söylem ve pratiği yaşamsallaştıramamış olması geliyor. KİAP bu gerçeğin farkında olarak kuruldu. Bir amacı da söylem ve pratik düzeyinde güven problemini çözmek.
KİAP Kürdistan'daki her hangi bir kesime karşı kurulmuş değil. O bir şahitlik müessesesidir. Kürdistan halkının haklarını ve özgürlüklerini savunan, zalime karşı mazlumun yanında yer alan, bunun için bedel ödemeyi göze alan bir kurum. Hatta iyiliği emir kötülükten nehiy konseptine yaslandığı söylenebilir.
Referandum sonrası süreçte özellikle PKK'nın eylemsizlik kararını uzatması ve AK parti-BDP görüşmesinin ardından açılım süreci yeni bir döneme girdi. Bu yeni dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açılım sürecinin değişmesinde temel etken referandum sonuçları. Çünkü referandum nesnel sonuçlar dışında psikolojik sonuçlar da doğurdu. Bir yandan referandumda görüldü ki Türkiye halkı genel olarak bu savaşın bitmesini istiyor ve MHP tarzı bir yaklaşımı benimsemiyor. Diğer yandan hükümet referandum sonuçlarının verdiği cesaretle dondurucuya koyduğu açılımı yeniden başlattı. Ancak şüphesiz Öcalan'la bir müddettir yürütülen görüşmeler de bu süreçte etkili oldu. Özellikle ateşkesin uzatılması Öcalan'la görüşmenin açılıma sağladığı somut bir katkıdır.
Hükümetin Öcalan dışında BDP'yi de süreçte tutması kararlı ve planlı bir iradenin olduğunu gösteriyor. Nihayet hükümet aklı, rasyonalite kazanmaya başladı. Eski alışkanlıkların arada nüksedeceğine bir örnek olarak Peyanis köyü katliamında kötü bir imtihan verse de söz konusu iradenin terk edilmeyeceği kanaatindeyim.
Ancak hükümet süreç ilerledikçe Peyanis benzeri provokatif eylemlerin artacağının bilincinde hareket etmeli. Milliyetçi söylemin ivme kazanmasına, KCK operasyonlarıyla sürecin sakatlanmak istenmesine, asker ve militan cenazelerini artıracak eylem planlarının devreye sokulmasına hazırlıklı olunmalı.
Burada ordunun ve PKK'nin çatışmasızlık konseptine uygun hareket etmesi hayati önem taşıyor. Çünkü çatışma ortamı provokasyonlar için en uygun zemindir.
Yeni anayasa'nın artık kaçınılmaz bir ihtiyaç haline geldiği görülüyor. Bu değişim büyük bir ihtimalle seçim sonrasına sarkacak. Dolayısıyla yaklaşan genel seçimlerin önemli tartışma konularından biri de yeni anayasa ile ilgili tartışma ve değerlendirmeler oluşturacak gibi görünüyor. Bu konudaki değerlendirmeleriniz nedir? Yeni anayasadan beklentileriniz nelerdir?
Türkiye 1930'larda donmuş ideolojik yapısından hızlı sayılabilecek bir şekilde kurtuluyor. Devlet aklı değişime uğruyor, hukuk, bürokratik oligarşi, tabusal teamüller değişiyor ve militarizm ve darbe düzeni geriliyor. Güzel şeyler oluyor. Şöyle bir analoji yerinde olur sanırım: İçinde yaşadığımız ulus devlet hapishanesi askeri cezaevinden sivil cezaevine belki de yarı açık cezaevine dönüşüyor. Gardiyanlarımız da aynı şekilde değişiyor. Güzel şeyler derken böyle bir güzellikten bahsediyoruz.
Ancak Müslüman olarak sistemin tağutiliğinin ve küfrîliğinin değişmediğinin bilincinde olmalıyız. Hapishane metaforu üzerinden söyleyecek olursak; bu gelişmeler bizi bu hapishaneden tümden kurtulma hedefinden saptırmamalı. İçinde daha rahat ettiğimiz hapishanelere ve bize daha insani davranan gardiyanlara "alışmak" en büyük gaflettir. Ancak maalesef yakın dönem İslami uyanış sürecinin en çıplak gerçeği de budur.
Doğrusu ben yeni anayasayı bu bağlamda yeni ve daha özgürlükçü bir ceza infaz yasası hükmünde görüyorum. Bu analojiyi önemsiyorum. Yeni anayasa üzerimizdeki ağır baskıları hafifletecek, bizlere bu hapishanede daha rahat davet çalışmaları yapma imkanı sağlayacak ve ondan kurtulmak için daha rahat çalışma sahaları açacaktır. Ben böyle inandığımdan, yeni anayasanın daha özgürlükçü olması için hükümet üzerinde baskı kurmamız gerektiğini düşünüyorum.
Başbakan BDP'nin gündeme getirdiği anadilde eğitim konusunu kesin bir dille ret etti. Ardından okulların açılışının ilk haftası boykot edildi. Boykota İslami kesimin pek destek vermemesini nasıl yorumluyorsunuz? Daha önce başlattığınız ve devam ettirdiğiniz andımızın kaldırılması ile ilgili çalışmalarınız var. Genel olarak eğitime dönük bu tür yaklaşımlarınız hakkında bir değerlendirme yapar mısınız? Bu ve benzeri konularda özellikle atılacak adımlar dolaylı ve doğrudan Kürt sorununa dönükse birçok İslami çevre olayın dışında hatta yer yer karşısında duruş sergiliyor. Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?
Anadilde eğitim temel fıtri bir hak. Sadece Kürtler için değil, her kavim için böyle. Kendi dilinde okumak, yazmak, konuşmak, meramını ifade etmekten daha doğal ne olabilir. Dil Allah'ın ayetlerinden bir ayet. Onu sınırlamaya çalışmak her ne sebeple olursa olsun şirk nitelikli bir zulümdür. Buna karşı çıkmak ise her müminin boynunun borcudur. Mesele bu kadar basit.
Başbakanın milliyetçi tepkilere karşı haklar mevzusunda kırmızıçizgiler çizme alışkanlığı anadil konusunda da maalesef nüksetmişe benziyor. Bazen başbakan Erdoğan bir ANAP, bir DYP lideri gibi konuşuyor; aynı sağcı refleksleri gösteriyor. Başbakan böylece anadil konusunda hem kendi liberal yaklaşımlarıyla hem de geleneksel İslami referanslarıyla çelişiyor. Temel/fıtri bir hakkı çeşitli "teknik" gerekçelerle reddediyor. Oysa anadilin fıtri bir ihtiyaç olduğunu başbakan da iyi biliyor. Geçtiğimiz günlerde Almanya'da Türklerin anadilde eğitim alma hakkını gayet makul gerekçelerle dile getiren başbakanın, Kürtlerin anadilde eğitim talebine set çeken tavrı tam bir yaman çelişkiden başka nedir ki?
Bugün Kürt meselesi denen olgunun gelip düğümlendiği en kritik sorun dil sorunudur. Anadil meselesinin daha işin başında müzakere masasından kaldırması çözümsüzlüğü derinleştirecektir. Son on yılda devletin yıkılmaz denen birçok tabusu yıkılırken, Öcalan, PKK ile müzakere gibi taze tabular dahi ortadan kalkarken, bu tabuları bizzat yıkmış bir başbakanın "ancien regime"e ait bazı tabuları bizzat tahkim etmesi ancak, devletçiliğin devlet adamlarına sızmasıyla veya örtük milliyetçi muhafazakarlıktan sıyrılamamışlıkla izah edilebilir.
Anadilde eğitim tabusu Kemalist eğitim sisteminin ulus inşası amacıyla ürettiği bir tabu. Ant ve milli güvenlik dersleri de aynı bağlama sahip. Eğitimin ulus inşasında nasıl bir önemi haiz olduğu herkesin malumu. Her üç konu da yani anadilde eğitim, ant ve milli güvenlik dersi bu yönüyle sistemin tekil, bağnaz, otoriter ve ifsad edici özelliğinin yansımaları.
Bizler, içinde söz konusu unsurların da yer aldığı inkarcı, asimilasyonist ideolojik eğitim sistemine bir bütün olarak itiraz ediyoruz. Bu amaçla çeşitli faaliyetler içinde olduk. Mezkur konu bir miktar zülf-i yare dokunan konulardan olduğundan elbette cesaretle sahiplenilen konular değil. Aynı zamanda Türkiye İslamcılığının henüz örtük milliyetçilik ve muhafazakarlıktan sıyrılamamış olmasının da süregelen ölümcül sessizlikte payı var.
Ancak toplum eski toplum değil. Özgürlükler ve kimlik hakları konusunda psikolojik ve ideolojik bariyerlerin giderek aşındığını görüyoruz. Kürdistan'daki İslami kesim için ise durum daha iç açıcı; destek ve sahiplenme daha güçlü.
Bu konuda esas handikap hükümet çıtasının aşılamayışı. Maalesef hala Türkiye'de önaçıcılık misyonu hükümette görülüyor. Az bir kesim dışında hükümeti aşma gayretine rastlanılmıyor. Cemaatler, kurumlar, dernekler henüz bağımsız kimlikli bir mücadele aşamasına geçemediler. Bağımlılığı kendine yakıştırabilen kurumlar maalesef hâlâ çok. Bu öyle bir bağımlılık ki birçok kurum hükümetin yerine geçerek meseleleri değerlendirmekten kendini alıkoyamıyor.
Mesela gazetenizde de ilanı yer alan Kürt sorunu çalıştayı sonuç bildirgesine vekalet yoluyla imza atan Memur-Sen ve bileşenleri genel merkezlerinin baskısıyla imzalarını inkar etmek durumunda kaldılar. Söz açılmışken bu hadisede üç temel unsurun baskın rol oynadığını söyleyeyim: Birincisi Çalıştayda İslami kimliğe vurgu; maalesef kimi "İslami" kurumlar İslami kimlikten kaçınır hale geldiler. İkincisi kitle kuruluşu olmanın handikaplarını aşamama ve bu nedenle tıpkı siyasi partiler gibi hassas toplumsal dengelere mahkûm olma. Üçüncüsü ise hükümeti aşamama; anadil konusundaki hükümetin olumsuz tavrının, hükümetin arka bahçesi kurumları bağlaması.
BDP'nin anadil boykotuna destek verilmemesi konusu ise tek başına bu kıstaslarla açıklanabilecek bir mevzu değil. Orada belirleyici olan daha çok boykot çağrıcısının ideolojik kimliği ve yer yer tebarüz ettiği niyeti. Özellikle son zamanlarda bölgedeki İslami çalışmalara yönelen açık tehdit ve baskının, kundaklama ve cinayete kadar vardığı dikkate alındığında bu konudaki ihtiyatlı ve mesafeli yaklaşım normal karşılanmalıdır.
Bence Müslümanlar hikmet kavramını biraz da adalet – siyaset dengesi bağlamında değerlendirmeliler. Talebin haklılığı talep edenin eylemine tabi olmayı gerektirmediği gibi, bu eyleme katılmamak talebin kendisinin reddedildiği anlamına gelmez. Tıpkı tersi durumun, eylemine katıldığınız kesimin kimliğine eklemlenme anlamına gelmeyeceği gibi. Dolayısıyla anadil talebiyle zorunlu bir ilişkinin kurulamayacağı anadil boykotu meselesinde, kurumların özel değerlendirmeleri belirleyici olacaktır.
Son olarak eklemek istediğiniz hususlar var mı?
Kürt meselesi hal yoluna girmiş bir meseledir. Uzun erimde değil, kısa sayılabilecek bir vadede Kürt sorunu önemli ölçüde çözülmüş olacaktır. Anadilde eğitim ve özyönetim konuları çözüldüğünde ortada "Kürt sorunu" olarak adlandırılabilecek bir sorun kalmayacaktır. Buna rağmen PKK'nin silah bırakmaması durumunda Kürt sorunu bağlamlı bir örgütten öte salt ideolojik bir örgütten bahsedilecektir. Yani Türkiye komünist partisi ne kadar emek/emekçi sorunuyla ilgiliyse PKK de Kürt sorunuyla o kadar ilgili olmuş olacaktır.
Öte yandan Kürt toplumsal yapısı bu süreç içinde durmaksızın seküler bir temelde değişmektedir. Bu değişim doğal bir değişim değil uzun ve kirli savaşların sonucunda, zorunlu göçler ve diğer travmatik hadiselerle birlikte ivme kazandırılmış cebri bir yapı bozumun sonucunda gerçekleşmektedir. Kürdistan halkı çeşitli ideolojik aktörlerin müdahaleleriyle reorganize edilmektedir.
Tüm bu durumlar yaşanırken temel sorun bizim bu süreçte nerede, ne yapıyor olduğumuzdur. Yeni aktörlerin de devreye gireceği yeni iktidar biçiminde bizim konumumuz ne olacaktır? Bizleri nasıl bir durumun beklediğini görebiliyor muyuz? Yani bu süreci ne kadar iyi okuyabiliyoruz ve sürece ne kadar hazırlıklıyız?
Bu sorular hayatidir. Yarınımızın şekilleneceği yeni bir dönem görünür gelecekte bizi bekliyor. Süreç artık determine olmuştur. Ben açıkçası Müslümanların, hazırlıklı olunduğunda önemli mevzi ve imkanlar sunacak, aksi durumda yarınlarını rehnedebilecek bu yeni süreç üzerine ciddi ciddi kafa yormaları gerektiğini düşünüyorum.
Görüş ve katılımlarınızdan dolayı teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Bu önemli konulara dikkatleri çektiğiniz için ben teşekkür ederim.
Av. Serdar Bülent Yılmaz Kimdir?
1974 Dersim / Pertek doğumlu. İlköğretim ve lise öğrenimini Pertek'te gördü. Lise son sınıfı Elazığ'da okudu. İslami uyanışı o dönemde başladı. 1996 Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Evli ve iki çocuk babası. 2003 yılında açılan Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin kurucu başkanı. Haksöz dergisi ve islahhaber.com sitesinde yazıyor. Ayrıca Tasfiye dergisinde şiirleri yayınlanıyor. Birçok konferans, seminer ve panelde Kürt sorunu gerçekliğine dikkat çektiği görüşleri aynı zamanda çeşitli gazete, dergi ve kitaplarda yer aldı.
(Özgün Duruş, Sayı: 58)
HABERE YORUM KAT