Popüler kültür dişlilerine karşı şahsiyetimizi nasıl koruyacağız?
Ali Osman Aydın, modernliğin üzerine kurulduğu zihin dünyasını sosyal yansımalarından yola çıkarak analiz ediyor
'Akıntı cezbedicidir, güven ve de konfor vaat eder' diye yazan Ali Osman Aydın Yeni Akit'teki köşesinde popüler kültüre sığınan insanoğlunun kurak ve sığ dünyasını irdeliyor.
Brezilya’nın Recife kentinin güneyinde yer alan bir restoranın güvenlik kamerası tarafından kayda alınan görüntüler üzerinden insanlığın nereye gittiğini sorgulayan Aydın, özgür olduğu kabulüne dayanan bir dünyanın içine hapsolmuş esirlerin, hayatlarını idame ettiriş şekilleri ve tercihlerini yorumluyor.
...
Nerede çekildiğinin hiç önemi olmayan bir video paylaşıldı geçenlerde…
Bir grup sporcu caddede koşuyorlar. Başka bir grup insan da kaldırımlardaki sandalyelere kurulmuş bir şeyler içiyorlar. Oturanlar koşarak kendilerine doğru gelen insanları görünce, kötü bir şey olduğunu vehmettiklerinden olacak, kalkıp koşmaya başlıyorlar.
Böylelikle olacaklardan habersiz koşan sporcu grubun ardına, nereye gittiklerini, niçin gittiklerini bilmeyen ama koşan gruba katılmadan da yapamayan insanlar takılıyor.
Bana kalırsa bu videodaki “şey” oldukça manidar. İzlediklerim manidar, çünkü günlük hayatımızın en rahatsız edici, en marazi ama en gizli yanını çok yalın ve çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.
“Birileri koşuyor ve onları gören diğerleri, sırf birileri koştuğu için koşmaya başlıyor… “
Nedenini, niçinini sormadan?
Düşünmeden, nedenini sormadan toplumda baskın olan eğilime teslim olmak ve bizi nereye götürüyorsa oraya gitmek hepimizin hayatının paradokslarından biri.
Mesela, eski fotoğraflarımıza bakarken o günün giyim kuşamı bize pek komik gelir. Hatta sadece komik gelmez saçma da buluruz eski görünümümüzü. O saçın nasıl öyle kestirildiğini, o tuhaf kıyafeti utanmadan nasıl giydiğimizi düşünürüz hayretle.
Üzerimizdekiler hiç de bize yaraşır şeyler değildir. Birinin onları bize zorla giydirmediğini de biliriz. Biliriz ama yine de hayatımızın popüler kültür akıntısında yüzen bir saman çöpü kadar şuursuz atılımlarla şekillendiğini kabul etmek istemeyiz.
Akıntı cezbedicidir. Güven ve de konfor vaat eder. Çabalamanız gerekmez. Güvende sinizdir. Yol alıyorsunuzdur. Hareketliliğiniz, sizde, dişe dokunur bir şey yaptığınıza dair bir yanılmasa oluşturur. Geride bıraktığınız,kıpırdamadan sabit duran şeylere ve onların değişmez talihlerine küçümseyerek bakarsınız.
Fakat şöyle de bir gerçek vardır ki, o akıntının içinde bir ömür geçirseniz dahi büyüyemez, güçlenemez, kendi imkanlarınızı keşfedemezsiniz. Çünkü akıntı içindeyken zihniniz işlemez, uzuvlarınız çalışmaz. Gerek de yoktur. Çünkü sizin hesabınıza sizi taşıyan, yönlendiren ve nereye gideceğinize karar veren bir yapının içindesinizdir.
Çalışmayan uzuvların yavaş yavaş öldüğünü akıntı debisini yitirdiğinde anlamaya başlarsınız.
****
Fert olmanın vaat ettiği güçlükler bizi “herkesin” o büyük ve bulanık akıntısına kapılmaya iter.
Çünkü her şeyden önce, bir doğruya, hakikate ait olmanın ve o aidiyetle yaşamanın kendisi bile, başlı başına pahalı bir şeydir.
Böyle bir konuma erişmenin ve onu idame ettirmenin maliyeti ağırdır. Ancak fedakarlık, çaba, inanç ve korkusuzluk bize ferdiyetimizi muhafazanın yolunu açabilir. Fert olmanın yükünden “herkes” gibi olarak kurtulmaya çalışmak modern zamanlara özgü değildir elbette ancak çağımızın başlıca meselelerinden biridir.
Fakat gözden uzak tutulmamalıdır ki, herkes olmanın da maliyeti vardır. Herkes olmak, parmak izimizden zihnimize kadar bizi biricik kılan her şeyden sıyrılmak demek. Aynılaşmak ve bu yolla görünmez olmak demek. Yani popüler kültürün kalıplarına dolacak kadar akışkan kimliklere sahip olanlar üretim bandının ucundan diğerinin kopyası olarak çıkarlar. Herkesin birbirinin aynı olduğu yerde de aslında “kimse” yoktur Foucault’un dediği gibi…
Sevdiğim bir başka söz daha vardır. Byung- Chul Han Eros’unIstırabı’nda “başkanın ortadan kayboluşu” ndan bahseder.
Yazının girişinde videonun manidar olduğunu söylerken iyimsermişim. Han’ın işaret ettiği yerden bakınca durumun trajedi olduğunu görmek zor değil. Bu bir trajedidir! Bu, “aynının cehennemi”dir. Görünmez olmak demek, kimliksizlik demektir.
Eğer kendimiz değilsek, “herkes de değilizdir aslında, hiç kimseyizdir!
****
Doldurulmuş yanakları, kalkık kaşları, simetrik burunları, ters üçgen yüzleri ve kimyasallarla şişirilerek biçimlendirilmiş uzuvlarıyla birbirinin kopyası olan yarı mutant kadınlar çoğalıyor. Doğallık ve kendine özgülük tarih oluyor.
Artık birkaç yılda bir değişen beğeni imajına göre vücutlarını modifiye eden yapay, kurgusal, anonim, derleme kimlikler çağındayız.
Bu kimliklerin kahir ekseriyeti yalnız görünüm itibariyle değil, düşünüş ve duyuş itibariyle de birbirlerine benziyorlar.
Güya geleneksel toplumlar düşünmeyen, sorgulamayan birer biat toplumuydular! Bilgisayar, navigasyon, akıllı telefon kullanan, CERN’de meçhulü kurcalayan; aydınlanma çağını geride bırakmış “eğitimli” insanlar rasyonel düşünecek, mantıklı olanı seçecek, yararlı olanı yapacak, Yaratıcı da dahil her şeyi sorgulayarak ve hiçbir şeye itaat etmeyerek, kendi kendilerini “yaratacaklardı”.
Bunlar olmadı ama bunların tam tersi oldu. Kitle iletişim araçları, şarkılar, reklam filmleri, sinema salonları, dijital platformlar ve internetle insanlar üzerinde tek renkli, tek sesli bir totaliter baskı kuruldu. İnsanlar belli bir şekilde giyinmeye, belli bir şekilde eğlenmeye, belli bir şekilde tüketmeye sevk edildi. Byung-Chul Han,iktidarın mondern toplumda kendini “özgürlük”olarak sunduğunu söylemişti. Özgürlük adı altında bireyselliklerin yok edildiği bir tiranlık inşa edildi. İnsanlık çılgın bir histeri nöbeti içinde önüne çıkan her akıntıya kapılma yarışına girdi. Ve hatta bu yarıştan yorgun düştü. Ferdiyet bir yüke dönüştü. Popüler olana itaat etmek bir seçkinlik alameti haline geldi.
Şuna inanıyorum ki zamanımızın en büyük ödevlerinden biri bütün özgünlüğüyle ferdiyetimizi muhafaza etmektir. Dolayısıyla bu provokatif bir marjinalleşme çağrısı değildir. Biricikliğimizi öğütmeye çalışan popüler kültür dişlilerine karşı şahsiyetimizi koruma girişimidir. Bizi sürüden ayıran, kim olduğumuzu söyleyen değerlere tutunarak ancak kendimizi akıntının dışına atabiliriz. Bir “kimse” olmak için bahsedilen manada “herkese” karşı çıkmak durumundayız.
HABERE YORUM KAT