Özgürlüğün Yolu Sadece Allah'a Kul Olmaktan Geçiyor
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, özgürlük kavramını mercek altına aldığı yazısında gerçek anlamda özgürlüğün anahtarının sadece Allah’a kul olmak olduğunu söylüyor.
Mustafa Çağrıcı’nın konuyla ilgili bugünkü Karar’da (04.06.17) yayınlanan yazısı şöyle:
Özgürlüğün Anahtarı Kullukta
Günümüz dünyasında en sık kullanılan kavramlardan biri ‘özgürlük’tür. Birçok benzeri gibi özgürlük de kültürden kültüre anlamı ve içeriği değişen bir kavramdır. Özgürlüğün İslâmî literatürdeki karşılığı olan el-hürriyye eski ahlâk kitaplarımızda çoğunlukla “mal tutsağı olmama”, dolayısıyla “cömertlik” manasında geçer. İrade ve eylem özgürlüğü ise daha çok kelâm kültüründe “insanın kendi eylemlerini seçip yapma yeteneği” anlamını içeren el-ihtiyar (hayrı, iyi olanı seçme yeteneği) kavramıyla ifade edilir.
Kur’ân-ı Kerîm açısından konunun esası şudur:
Rabbimiz bizlere, iyi insan ve iyi Müslüman olup olmama hususunda bir tercih yapma imkânı vermiş, buna göre de sorumluluklar yüklemiştir. Bu imtihan dünyasında hep iki yoldan birini tercih etmekle karşı karşıya bulunuruz. Bu iki yolun çeşitli adları vardır: İman-inkâr, hak-bâtıl, hayır-şer, iyilik-kötülük gibi…
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
“Biz o insana iki yol gösterdik” (Beled 90/10).
“Şüphesiz biz insana (doğru) yolu gösterdik. Artık o isterse şükreder, isterse nankörlük… (Sorumluluk kendisinindir)” (İnsân 76/3).
“Yemin olsun … nefse ve onu biçimlendirene; ona iyi olma ve de kötü olma (hususlarında tercih) yeteneğini verene. Nefsini temiz tutan kesinlikle kurtulmuştur; onu kirleten ise zarar etmiştir” (Şems 91/7-10).
Bu yol ayırımında Rabbimiz bizi güçsüz, bilgisiz ve yalnız da bırakmamıştır. Aksine, bize düşünen akıllar verdiği gibi, peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla bu iki yolun doğrusunu - yanlışını açık açık anlatmıştır.
“Bu (din), senin Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir topluluk için âyetleri geniş olarak açıkladık” (En‘âm 6/126).
Âlimlerimiz, nefsin saptırıcı isteklerine teslim olanları esir ya da köle saymışlar; kötü eğilimlerini alt ederek inkâra karşı imanı, zulme karşı adaleti, bencilliğe karşı özveriyi, cimriliğe karşı cömertliği tercih edebilenleri de özgür kabul etmişlerdir. Kur’an-ı Kerîm’de “hevâ” denilen nefsin saptırıcı isteklerine boyun eğen insan, “hevâsını tanrılaştıran” diye nitelenir” (Furkan 25/43).
Bu esaretten kurtulabilirsek, bu manada hür olabilirsek, o zaman benciliğimizi, gurur ve kibrimizi de yenebiliriz; kendimizi haksızlık ve adaletsizliğe sapmaktan koruyabiliriz. Bencilliğimizi yendiğimiz ölçüde insanların dertlerini ve acılarını kendi derdimiz bilir; yüreğimizi ve imkânlarımızı onlarla paylaşabiliriz. İşte bugünlerde tuttuğumuz orucun bir hikmeti de bizi böylesine yüksek bir ahlâk alanına taşımaktır.
MODERN İNSANIN SÖZDE ÖZGÜRLÜĞÜ
Dünyamızın hatırı sayılır siyaset, ilim ve fikir adamları, din adamları çağımızda insanlığın ağır küresel sorunlar yaşadığını, bu sorunlar karşısında küresel bir ahlâka ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. Ancak, bireycilik ve –sözde- özgürlük adına dinî ve ahlâkî bağlardan sıyrılıp nefsanî tutkularının kölesi olan modern insan için bu zor görünüyor. Çünkü bu insanın tek derdi ve amacı, daha iyi beslenmek, daha iyi giyinmek, cinsel arzularını daha çok tatmin etmek, kısaca daha baş döndürücü bir hayat yaşamaktır. Böyle bir dünya görüşünden küresel ahlâk kurallarına saygı beklenebilir mi? Dünyanın en aziz varlığı olan insanın, zamanımızda dünyanın en ucuz varlığı haline gelmesinin arkasında küresel ahlâksızlık diyebileceğimiz bir sorun yok mu?
Son sözümüz İstiklal şairimizin mısraları olsun:
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farzedin havfı Yezdân’ın
Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın.”
HABERE YORUM KAT