Özgürlüğün Antinomisi
Kentleşme dersini seçen öğrenciler, Teknik ve Sosyal bölümlerden gelen, mesleki yönden heterojen bir öğrenci topluluğu oluşturuyorlar.
Dönemin son dersinde serbest tartışma düşünüyorum. İnsanların öncelikle kendi tanımlamalarında ve bununla başlayan süreçlerindeki ilk yasaları kendilerinin koyacağından hareketle, özgür iradelerine bağlı koyduklarını zannettikleri bu yasaları çatıştırmak amacındayım. Kentleşmenin bir dizi insan ilişkisi ve süreci içerisinde oluştuğundan hareketle, özgürlük kavramının da insan ilişkilerinde önemli bir kavram olduğunu düşündüğümden, öğrencilere bir soru yönelterek konuyu açıyorum;
“İnsan, şehirde mi daha özgürdür, yoksa kırsalda mı?”
Sınıfın aktif öğrencileri iki kutba ayrılıyorlar ve her biri kendi delillerini, örneklerini ortaya koyuyorlar. Birkaç öğrenci özgürlük anlayışının değişkenlik göstereceğini söylüyor. İlk hedefim -sınıfın kutuplaşması ve delillere bağlı tartışma ortamının sağlanması- kolay oluyor. Belirli bir süre sonra, ortak sayılabilecek sonuçları derliyorum: Kırsal kesimde seçeneklerin azlığı, homojen toplumsal kesimler ve ilişkiler nedeni ile fazla seçim olanaklarının olmaması, öğrencilerin birçoğunda özgürlüğü kısıtlayıcı ortam oluşturduğu düşüncesi doğuruyor. Buna karşılık, şehirlerde hiyerarşinin kompleksleşmesi, toplumsal ilişkilerin fazlalığı nedeni ile kuralların belirginleşmesi, yazılı yasaların fazlalaşması nedeni ile yine özgürlüğü kısıtlayan başka etmenler ortaya çıktığını düşünüyorlar. Nihayetinde büyük çoğunluk için; özgürlüğün farklı şartlarda, farklı beklentilerle oluştuğunu, bakılan açıdan ve ihtiyaç duyulan noktalardan farklı değerlendirilebileceği kabul görüyor.
İkinci sorum, özgürlüğün farklı boyutunu açmak amacı ile geliyor;
“Kırsal’ da, göçerler mi daha özgür, yoksa yerleşikler mi?”
Çoğunluk göçerden yana tavır koyarken, yerleşiklerin daha özgür olduğunu söyleyen yok. Antinomi’nin gerçekleşmesi için müdahale ihtiyacı duyuyorum;
“Değerlendirmede zemine koyduğunuz davranış biçimleri ve tepeye yerleştirdiğiniz özgürlük beklentisinin piramidini ters çevirelim. Göçerler toprağa doğrudan değil, hayvancılık nedeni ile dolaylı bağlılar. Bağımsızlığı bu bağımlılıktan kurtulmak olarak düşünüyorsanız, mevsim şartlarına ve kaynakların yetersizliğine bağlı göçerlerin yer değiştirmesi zorunluluğa dönüşüyor. Hâlbuki toprağı ekip biçen, sulama ve toprak ıslahı yapan yerleşikler toprağa hükmettiklerinden dolayı bağımlılığı da kontrol etmiş olmuyorlar mı?”
Bazı öğrencilerin hemen fark ettiği bağımlılık ilişkisi üzerinden özgürlük yaklaşımı, kısa bir tartışmadan sonra genel kabul görüyor.
Bazı öğrencilerin dile getirmekte zorlandıkları itirazlarını kenara not ederek, konuyu açmam gerekiyor.
Kısa bazı bilgiler aktarıyorum. Farsçadaki “serbest” kelimesinin içerisindeki, başıboşlukla, şarta bağlı olmayan davranış özgürlüğü ile ve bunun sağlanması anlamına gelen “Azadi” kelimesine dikkat çekiyorum. Öğrenciler, bağımlılıktan kurtulma ile bunu yaşayan kişi arasındaki ilişkiye odaklanıyorlar. Arapçadaki “Hür” kelimesindeki, benzer noktalarla içermekle birlikte, ortak kökten gelen “hararet” kelimesindeki aksiyona dikkat çekiyorum. Nihayetinde Batı dillerindeki “Liberty”, “Freedom” ve “Emansipasyon” kelime karşılıklarına, siyasal, aksiyon ve eşitlik kavgaları üzerinden kısa açıklamalara değiniyorum. Nihayetindeki Türkçeye de geçen bütün bu kelimelerin ardından, Bağımsızlık, Özgürlük, Eşitlik kavramlarını cümleler içerisinde kullanmalarını öneriyorum.
Etimolojik kavramsal köklerden, fiili kullanımlara kısa seyahatin ardından, kavrama yüklenen anlamların iç ve dış mahiyetlerine, etimolojiden insan ilişkilerine, sosyolojiye ve nihayet ontolojiye geçmem gerek. Sorulara devam ediyorum.
“İnsan Özgür müdür? Doğa, toplum, zaman ve kendi yetenekleri içerisinde sınırları nedir?”
Bazı zeki öğrenciler kader mevzuuna dalıyorlar, tabi yine iki kanat halinde. Muktediriyetin sınırları üzerindeki sonu gelmez tartışmalara dönüşmeden yine müdahale etmek gerekiyor;
“İnsan nedir?”
Soruyu sorup, cevaplarını ötelemelerini söylüyorum ve konuyu sosyo-siyasal kavramlara çekiyorum;
“Özgürlüğün bireysel boyutu ile toplumsal boyutu arasındaki ilişki, denge ya da çatışmalar nelerdir?”
Evet, yönlendirici bir soru oldu. Ama açıklamalara ve itirazlara izin vererek bunu dengelemem lazım. Bireye önem veren Liberalizm ve topluma önem veren Sosyalizm kavramlarını ortaya attığımda kısa bir kaos oluşuyor. Üzerlerine vardığımda, kendilerini sosyalist nitelendiren bazı kişilerin, tartışma sürecinde bireysel irade üzerinden daha baskın iddia sahibi olmalarına dikkat çekiyorum. Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanları anlayabiliriz ama Liberal ekonomiyi savunanların da toplumsallık üzerinden daha baskın iddia sahibi olanlarına dikkat çekiyorum.
“Pekâlâ, fikir, ideoloji üzerinden kabul ettiklerinizle, ontolojik, hayata bakışlarındaki çelişkiniz nereden kaynaklanıyor?”
Bazıları sathi itirazlarını devam ettirseler de çelişkiyi fark ediyorlar. Evet, seçtikleri siyasal görüş kendilerinin değil, bulundukları toplumsal ve kültürel çevrelerinin seçimi. Tabi istisnalar da yok değil! Çelişki bahsini kendi değerlendirmelerine bırakarak devam ediyorum;
“İnsan nedir?”
Soruyu tam bu noktada ortaya atmamla, farklılaşan, bazen karmaşıklaşan, bazen sentezlere dalan fikirler ortaya dökülüyor. Tabi bu arada çoğunluğun konudan düşmesi üzerine ara veriyorum;
“10 dakika çay ve ihtiyaç molası, dersin temel gövdesi bitmiştir. İkinci ders yoklama almayacağım, ilgililerin serbest çalışma olarak münazarasını zamana bağlı olmadan açık tutuyorum”
İkinci derse katılanlar hararetli (hürriyete düşkün), haraketli (aktif) ve cedelci (siyasal) 7-8 kişi yanında, meraklı ya da arkadaşlarını terk etmeyen bir o kadar daha kişi yeterli diye düşünüyorum. 15 dakikalık tartışmaların yavaşça kemikleşmeye başlaması üzerine, bir öğrenci benim kanaatimi soruyor.
Teknik verilere dayalı, kabul edip etmemekte serbest olacakları altı kademelik insan tanımı yapıyorum:
1-İnsan, çevresinin farkına varan, ilişkiye geçerek diğer hemcinsleri ile ünsiyet oluşturan varlık. Beşer (hayvan, sürü) olmaktan çıkması ilk adımı.
2-İsimlendiren, tanımlamalar yapan ve bunları kavramsallaştıran varlık. Kelime, hareket, işaret ya da mimikler gibi sembolik, ama arkasında iletişim, süreç ve içerik barındıran isimlerle çevresini tanımlaması ikinci adım.
3-Kategorize eden varlık. Nesneleri, olayları, zamanı, mekânı hatta hemcinsi diğer insanları sınıflandırması, sınıflamanın sınırlarını da kendisi; kendi ihtiyaç ve iradesine göre belirlemesi üçüncü adım.
4-Kıyaslayan, ölçülendiren varlık. Sınıfladığı ya da isimlendirerek tanımladığı bütün kavramları ölçülendirmesi, büyük-küçük, iyi-kötü, güzel-çirkin, uyumlu-uyumsuz ya da yararlı-yararsız olarak belirlemesi dördüncü adım
5-Müdahale eden, değiştiren varlık. Ölçülendirdiği, kıyasladığı bütün kavramları kesen, biçen, birleştiren, düzenleyen ve değiştiren adımda beşincisi olsun.
6-Üreten/yaratıcı varlık. Yoktan var etme anlamında değil, ama düzenlemenin ötesinde katkıda bulunan, kavramları üreten, bir anlamı ile doğaya hükmeden yönü. Bazıları bunu beşinci maddenin içine ekleyebilir. Ucunun sınırlarını çizmesek te, gidebileceğimiz son nokta olarak, bunu son vasfımız olarak ele alalım. Zira bundan sonrası mutlak güç sahasına girer ki, buna ne zamanımız, ne bilgimiz, ne de gücümüz yeter.
Bu altı kademelik insan olma vasıflarını varoluş tanımlamasına, amaçlarına ve yaşam biçimine bağlı tanımlayan insan; özgürlük anlayışını da, insan ilişkilerinde belirleyeceği toplumsal yapısını da bu vasıflara göre belirleyecektir.
Sınıftaki ekoller kendiliğinden oluşuyor, doğal liderlikler oluşuyor ve bu lider vasfına sahip 3-4 öğrenci, kendi inisiyatifleri içinde, sıraladığı adımları genel hatları ile kabul ediyorlar. Konu Özgürlük bahsi üzerinden olduğundan, birbirlerine doğrudan ya da baskı unsuru oluşturacak söylemlerden kaçınıyorlar.
Birisi benim kanaatimi hala söylemediğimi vurguluyor. Tanımlama, sınıflama ve diğer vasıflarda kendi kanaatimi söylediğimi iddia ederek, anahtar soruyu yöneltiyorum;
“İnsan, iradesinde tam olarak bağımsız mıdır? Yoksa bu irade ve bağımsızlık toplumsal ve doğal çevresine bağlı etkiler altında mı şekillendirir? Bu sorunun cevabı ile özgür hareket edip edemediğimize karar vereceğiz.”
Tartışmanın hararetlenmesi ile ilginç bir şekilde bir noktaya gelen, çevresel faktörlerin baskın olduğunu savunan, sosyalist ve muhafazakâr öğrenciler itiraz ediyor. Kendilerini tuzak sorularla, yönlendirmelerle determinist bir noktaya getirerek, irade karşıtı olarak lanse ettiğimi, özgürlüğü bağımlılığa mahkum ettiğimi, konuyu liberal bir çerçeveye çektiğimi söylüyorlar.
Cevabım net;
“Birincisi; ben söylemedim, siz söylediniz. İkincisi; benim çıkarsamam zannınızdan farklı”
Uzun dersin sonunda, dikkatini tekrar yükselten topluluğu; belki yaşın, belki, tecrübenin, belki de facto otorite olmamın eşitsizliği ile baskıya aldığım düşüncesi beni de rahatsız ediyor. Yine de, yukarıda belirttiğim adımlarda, müstakil olmayan, ama başından itibaren içkin olan insani vasıf “merak” onları soruya yöneltiyor;
“Nedir, o zaman?”
“İnsan için; dış Dünya’daki nesnelerde, olaylarda ve müşahede sahasındaki şeylerin varlık sebebi olarak içerdiği ve ilişkiye geçtiği işaretler ile iç dünyasındaki, irade anlamına gelen ve varlık sebebi ile uyumlu işaretler arasında bir karşılık, birliktelik mümkündür. Bu, filozofların asırlardır tartıştıkları irade ile determinizm, sanatçıların tartıştıkları sentimentalist, yaratıcı insan sanatı ile klasist, gelenek ve çevresel faktörlere bağlı insan sanatı, siyasetçilerin ve toplumbilimcilerin tartıştıkları Liberal-bireyci, Sosyalist-toplumcu suni ayrımlarda; karşılıklı, uyumlu ve dengeli bir tanımlama mümkündür. Bu, ne belirsizliğin hüküm sürdüğü kaotik düşünce tarzına, ne de deterministik/zorlamacı ortak yargılara dayalı olmayan tanımlama tarzdır. Nihayetinde evrensel kabul edilebilecek kriter de oluşturulabilir. Bunu yapmadan ortaya koyacağımız özgürlük tanımlaması ya da mücadelesi, hatta buna bağlı toplumsal ilişkiler kısır kalır. Kesin bir tanım istiyorsanız, daha yeni başlamışız demektir.”
Bazı öğrenciler tartışmaya devam ettiler. Bazıları benim hala ortaya net bir şey koymadığım fikrindeler. Bazıları basit etki-tepki içerisinde reel hayatta bunu bulabileceklerini, bu tip tartışmaların anlamsız olduğunu söylediler. Bazıları kabul ettikleri dini ya da ideolojik formlarının temel kriter olarak bütün bu sorunları halledeceğini söylediler. Bazıları, aslında kendi düşüncelerini onayladığım ve farklı biçimde dillendirdiğimi düşündüler.
Ve bazıları; aslında hiç düşünmediler, bir şey de yapmadılar, hatta yaşamadılar.
YAZIYA YORUM KAT