1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. "Özgür Suriye’de görüp hissettiklerim"
"Özgür Suriye’de görüp hissettiklerim"

"Özgür Suriye’de görüp hissettiklerim"

Hamidiye çarşısı, Emevi Camii ve Kasiyun dağı ziyaretleri esnasında güzel vakitler geçirmiş, moral bulmuş oluyordunuz. Ta ki, insan mezbahası olarak bilinen Sednaya Hapishanesine gidene kadar…

02 Ocak 2025 Perşembe 18:50A+A-

Hamza Er / Milat Gazetesi

Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları, 8 Aralık 2024 tarihinde 61 yıllık Baas diktatörlüğünün yıkılmasıyla sona erdi. Suriye artık, “hürriyet” kavramının sloganlardan gerçeğe dönüşüyor olmasının heyecanını yaşayan bir ülke…

Bu tarihi ana şahitlik etmek, halkın duygularını hissedip kendi gözlemlerimizi yapabilmek için özgür Suriye’nin özgür şehirlerinde bulunmak bizim için çok önemliydi. Yola çıktığım andan itibaren, sadece 24 gün önce azılı diktatörlükten kurtulmuş bir halkın yanlarında bulunup sevinçlerine iştirak edecek olmanın mutluluğu beni kuşattı.

Yol boyunca, Esad rejim askerlerinin, İran destekli toplama milislerin ve onların yanında yer alan Rus uçaklarının bombaladığı yerleşim yerlerini görmenin rahatsızlığını yaşadım. Özellikle medeniyetin sembol şehirlerinden olan Haleb’in yıkıntılarını görmek yüreğimde tarifsiz bir acıya sebep oldu. Ama tüm bunlara rağmen daha önceleri tedirginliğin hâkim olduğu yollardan özgürce geçebilmek çok kıymetliydi.

hamzaer-20250102-01.jpg

Özgür Haleb’in sembolü olan kaleye gidip önünde toplanan halkla buluşmak için sabırsızlanıyordum. Halep kalesi önünde yöresel şarkılar söyleniyor, yöresel oyunlar oynanıyordu. İnsanlar, halen ne olduğunu tam olarak anlayamamış gözlerle bizlere bakıyor, sevinç ve hüzün arası yüz ifadeleriyle meydanlardan da ayrılmıyordu. Kahvelerini ve çaylarını yudumluyor, gelen gidenleri gözlemliyor, coşkusunu daha fazla bastıramayanlar ise meydanda bir halayın içinde kendisini buluyordu.

Hürriyete sahip olmak nedir bilir misiniz? Bilsek de anlayabilir, hissedebilir miyiz? Yıllar sonra ilk defa özgür bir güne uyanmanın, derin bir nefes almanın ne kadar kıymetli olduğunun gerçekten farkında mıydık? Kapınızın yumruklanması ve evinizden alınıp işkencehanelere götürülme tehdidi olmadan bir bardak çayın yudumlanmasının ne demek olduğunu anlayabilir miydik?

Onlar bir kâbustan uyanmış gibiydiler. Ama şimdi de, hiç bitmesini istemedikleri bir rüyanın içinde hissediyorlardı kendilerini… Halen akılları almıyordu yaşananları. Aslında hedefleri İdlib sıkışmışlığını aşmak ve saldırganlığı caydırmaktı. Olursa eğer, Haleb’e yaklaşmak çok karlı bir durumdu… Şimdi ise, hemen hemen tüm Suriye onlara kucağını açmış hasretini gidermekteydi. 

hamzaer-20250102-02.jpg

1982 yılında baba Hafız Esad’ın 40bin insanı katlettiği Hama’yı oğlu Beşar da boş geçmemişti… Hama’yı görünce de ilk aklıma bu acı duygular geldi. 42 yıl öncesine ait yıkımın izlerini daha halen taşıyorken, acıların şehri Hama’yı, üzerine yeni acılar ve yeni derin izler eklenmiş şekilde gördük.

Hamalı olmak, yutkunmak, susmak, sessiz kalmak demekti. Korku ve çaresizlikle ama anlam yüklü gözlerle bakabilmekti… Ama anlaşılan Hama da sevinç ve umutla tanışmıştı. Asi nehri üzerindeki değirmenlere ve önündeki meydana akın eden gençler ve aileler bol bol fotoğraf çektiriyor, bugünün tadını çıkarıyorlardı. Bizleri gören ve Türkiye’den geldiğimizi anlayan Hamalı kardeşlerimiz hemen yanımıza geliyor, boynumuza sarılıyor ve evlerine davet etmek için ısrar ediyordu. Seyyar satıcıların sattıkları yemeklerden bizlere uzatmaları sık sık durmamıza sebep olmuştu. Kimyonla pişirilen baklalarla yapılan yöresel bir yemek Ful olsun, haşlanmış mısır olsun, Suriye tatlıları olsun, önünden geçtiğimiz tezgâhların sahiplerince bizlere uzatılıyor ikram ediliyordu. Hava soğuktu ama yüreklerin sıcaklığı bizlere üşümeyi de unutturmuştu.

Devrimin sembol ismi olan, kadife sesiyle söylediği ezgilerle halka moral veren Abdülbasit Sarut’un memleketi Humus’a geldiğimizde de onun resimleri bizleri karşılamıştı. Humus çarşısında, 27 yaşında şehid düşen bu gencin fotoğraflarının basılı olduğu tişörtler tezgâhlarda göze çarpıyordu.

hamzaer-20250102-03.jpg

Humus bizim için büyük İslam kumandanı Halid bin Velid demekti. Onun kabrinin bulunduğu ve isminin de verildiği cami bizlere istirahat ve namaz için bir mekân oldu. Caminin önündeki meydana bakan uzunca bir yolun sağındaki ve solundaki binalar, bu şehirdeki mücadelenin bastırabilmesi adına yerle bir edilmişti. Humus’un da, devrime giden yolda ağır hasar alan bir Suriye şehri olduğu açıkça anlaşılıyordu.

Sırada Şam vardı. 2008 yılından beridir göremediğim ve bir daha görebilmeyi beklemediğim Şam’ın kapısını ardına kadar açmış bir şekilde bizleri bekliyor olduğunu düşünmek benim için de gerçekten bir rüya gibiydi. 17 sene önce ilk gördüğümde, ruhumun oralı olduğunu anladığım bu tarihi şehirle bir kez daha buluşacaktım…

Şam hiç de uzak değildi bize

İsimlerini andığımız, ekranlardan görüp haberlerine tanık olduğumuz yerler sanki çok uzağımızdaydı. Ama gerçekte uzak değillerdi. Kudüs, Gazze ve Şam… Sürekli gündemden düşmeyen gelişmelerin yaşandığı, oralarda bir şeylerin olduğu, ama çok uzaklarda kaldığı için ‘bakılıp geçilen’ yerlerdi bu beldeler…

Uzak olmasa gidilirdi çünkü… Yaralar sarılır, uzatılan ellerle buluşabilirdi ellerimiz… Ama bir kere işlemişti zihinlere; kara dumanların tüttüğü, yerin altlarında insanların inlediği, anaların sessiz çığlıklar attığı bu yerler haritalarımızdan silinmiş, kaybolmuştu.

hamzaer-20250102-04.jpg

Oysa bir adımlık mesafedeydi Halep, Hama ve Şam… Birkaç adımlık mesafedeydi Beyrut, Gazze ve Kudüs… Bizler aynı bölgenin insanlarıydık; hem yürek, hem inanç hem de yer ve gök olarak aynı coğrafyadaydık. Yapışık ikizler olarak doğmuş bebekler gibi İstesek de birbirimizi görmezden gelemezdik. Acılar ortak acımız, sevinçler de ortak sevincimiz olmalıydı. Paylaşmalıydık sevgiyi, merhameti ve tüm insanlık değerlerini… Paylaşmalıydık ekmeğimizi, aşımızı… 

Suriye özgürleşince işgal edilmiş Filistin topraklarına da komşu olacaktık. Gazze’de soykırım uygulayan işgalci İsrail’in gözünün içine, Golan tepelerine doğru direkt bakabilecektik. Bugün sert bakışlar atacağımız siyonizme sonrasında taşlar da atabilecektik. Daha sonrası mı? Şam’a ulaşınca ‘var bir hayalimiz’ dedik… Filistin kokan şehri gezerken, Şam’dan Kudüs’e, Gazze’ye doğru bir yürüyüşü hayal edip durduk…

Suriye’nin Baas diktatörlüğünden kurtulması ve ekilen hürriyet filizlerinin yeşermesi, bu erişilmezlik zincirlerinin de kırılmasına vesile olmuştu. Artık her yere bizimle beraber gelen gökyüzünü bu sefer de Şam’ın tepelerinden seyre dalmıştık.

13 yıl boyunca ödenen bedellerin neticesi olarak Şam’ın sokakları, çarşıları ve şehre bakan tepesiyle yeniden buluşmuştum. En son 2008 yılında ziyaret etmiş olduğum kenti açıkçası bir daha görebileceğime pek ihtimal vermiyordum. Ama artık uzaklar yakınlaşmış, imkânsız görülenler de Allah’ın ‘ol’ demesiyle kolaylaşıvermişti.

Şam ayaktaydı… Yaralı ve yıpranmış haline rağmen tüm vakarıyla bizleri karşılamıştı. Yol kenarlarında çok sayıda yanmış ve terkedilmiş tank ve askeri araç göze çarpıyordu. Zorba diktatörlüğün sebep olduğu izler yollarda ve binalarda da kendini hissettiriyordu. Bu izler, konuşmaya çalıştığımız insanların yüreklerinde de yer etmişti. Ya dillerinden dökülen kelimelerde ya da tereddütlü bakışlarında görmüştük bu izleri… Konuşmaktan çekinen, başına yarınlarda bir şeyler gelir mi endişesiyle halen çekinip korkanlar vardı.

Yıllardır terk edilmiş binaların sebep olduğu soğuk ortam, çadır kentlerde hayatta kalmaya çalışan ev sakinlerinin geriye dönmeye başlamasıyla biraz ısınmaya başlamıştı. Ama işleri pek de kolay değildi. Çünkü devrik rejimin haramileri, binalarda para edecek ne varsa söküp almışlar evleri kullanılamaz hale getirmişlerdi.

Çadırlarda ve barakalarda yaşanan çile dolu yılların ardından geri dönmeye başlayan sürgündeki Şamlılar evlerine kavuşmuş, tüm eksikliğe rağmen yeniden hayata tutunmanın yollarını aramaya başlamışlardı.

hamzaer-20250102-05.jpg

Baas rejimi onların canlarını, heyecanlarını, umutlarını ve hayatlarını çalmıştı. Dünya ölçeğinde kaybedilmiş koca bir 61 sene vardı. Şimdi bunu telafi etmek, devrimle sonuçlanan yolu kanlarıyla, bedenleriyle döşeyenlerin fedakârlıklarına sahip çıkmak, bugünleri görebilenlerin üzerine düşen bir görevdi.

Şam karanlık ve soğuktu… Elektrik kesintilerinden kaynaklı karanlık, mazot yetersizliğinden dolayı da soğuktu binalar. Yeterli mazot olmadığı için mazot sobaları ve kalorifer sistemleri kullanılamıyordu. Ama yine de mutlu ve heyecanlıydı insanlar. Despotizmin karanlığından kurtulup aydınlık günlerin kapısını aralamışlardı. Elektriği biraz daha bekleyebilirlerdi. Zindanların soğuk duvarlarını yıkmışlardı. Bedenlerinin tam ısınacağı günler için de biraz bekleyebilirlerdi.

Şam’a Kasiyun’dan bakmak

Eski Şam şehrinin surları içinde ve Şam Kalesi’nin yanında bulunan Suriye'nin en büyük ve en merkezi kapalı çarşısı Hamidiye’den geçerken canlılık gözümüze çarpıyordu. Hamidiye Çarşısı, Şam’ın en canlı alışveriş alanlarından birisiydi. Eski Şam şehrinin içinde dolaşırken, kubbesi altındaki dar ve sınırlı alanda oluşan hareketlilik gerçekten görülmeye değerdi.

hamzaer-20250102-06.jpg

Sevincini açıkça belli edenler fazlaydı. Ancak halen tedirgin olan, bakışlarında korkunun izlerini okuyabildiğiniz kişilerde az değildi. Sevincini açık alanda paylaşamayıp dükkânının içine bizi çağırarak duygularını ifade eden esnaflara da rastlıyorduk.

Sultan I. Abdulhamid tarafından yaptırılan, Sultan II. Abdulhamid’in de genişlettiği Sugul Hamidiye’nin içinde attığımız her adım bizi Emevi camisine biraz daha yaklaştırıyordu. Yürüyüşümüzü yavaşlatan kalabalıklar camiye yaklaştığımızın işareti olmuştu. Emevi camii adı sayılan Harem mekânlarımızdan değildi. Açıkçası dini bir merkez de değildi. Ama orayı hem bizim hem de tüm Müslümanlar için bugün ayrıcalıklı kılan, topluca yapılan ve yapılacak olan şükür secdelerine ev sahipliği yapıyor olmasıydı. Bu secdeler, dualar, hamdler bir devrin sona ermesinin göstergesiydi…

Emevi Camii, şehrin merkezi toplanma yeriydi. Sevinçlerin de burada yaşanıyor olması gayet doğaldı. Hele sevincini hamdle, secdeyle, Allah’a şükürle ifade edebilenler için bu merkezi camii’de olmak gayet anlaşılabilirdi. Babalar çocuklarıyla sabah namazına geliyor, ilim öğrenmek için camide yerini alanlar namaz öncesi ve sonrasındaki nasihatlerden istifade ediyorlardı.

Peygamberlere ve salih kimselere atfedilen mekânları, mağaraları ve efsaneleriyle dikkatleri üzerinde toplayan Kasiyun Dağı’na çıkıp Şam şehrine tepeden bakabilmek için yola koyulduğumuzda herkesin aklından geçenler aynıydı... Elimize acı kahvemizi almış, “Hey gidi Beşar,ne dişli domuzdun sen” sözlerini mırıldanarak  Kasiyun Dağı’ndan Şam şehrini izlemenin planları yola çıkmadan çok önceleri yapılmıştı çünkü…

Hamidiye çarşısı, Emevi Camii ve Kasiyun dağı ziyaretleri esnasında güzel vakitler geçirmiş, moral bulmuş oluyordunuz. Ta ki, insan mezbahası olarak bilinen Sednaya Hapishanesine gidene kadar…

Şam yakınlarında bulunan ve devrik Baas rejimi tarafından işletilen Sednaya askeri hapishanesinde geçirdiğimiz dakikalar bizleri insanlığımızdan utandırmıştı. Bir insan bir insana bunları nasıl yapabilir sorularını içimizden geçirerek adımladığımız soğuk koridorlar bizleri asıl işkencelerin yaşandığı kör hücrelere ulaştırıyordu. On binlerce tutuklunun zalimce muamele gördüğü bu hapishaneden çıkanlarda kalıcı hastalıklar görülmekteydi. Ruh ve akıl sağlıklarını kaybedenler de az değildi. Suriye devriminin, sadece bu zindanların boşaltılmasına, kadın, çocuk on binlerce kişinin serbest bırakılmasına sebep olduğunu düşünmek bile hamd etmek için yeterliydi aslında…

Sednaya’da tutulanlar, en temel insani muamelenin kendilerine çok görüldüğü mahkûmlardı. Yatak yoktu; betonlar üzerinde günler, haftalar, yıllar geçmişti. İnsanca yemek yoktu; tuvalet, banyo gibi ayrılan ortamlar hayvanlar için bile kötü ve ağırdı. Kapasitelerinin kat ve kat fazlası mahkûmlarla doldurulmuş zindanlarda ışığa, güneşe, havaya muhtaç yüz binler bugüne kadar gelip geçmişti. Tanıklarının dile getirdiği işkenceler, tecavüzler ve infazları anlatmaya da ne kelimeler, ne de sayfalar yeterdi… İnsan bir başka insana bunu yapmamalıydı…

hamzaer-20250102-07.jpg

Şam’da, daha düne kadar terörist olarak tanımlanan direniş liderlerinin kapıları önünde kendileriyle görüşmek için sıra bekleyen ülke temsilcileri vardı artık… Ve bir ülkeyi yönetmek savaşmaktan daha zordu…

Suriye’den ayrılırken, halkların bir daha böyle kötü günler yaşamaması için Allah’a dualar ettik. Sinsi hesaplardan, mezhebi husumetlerden, siyasi rekabetlerden yorulmuş insanlar üzerinde huzuru, barışı ve esenliği eksik etmemesi için Rabbimize niyazda bulunduk.

Büyük fedakârlıklarla elde edilen kazanımlar, masa başında kaybedilmemeli, coğrafyamız emperyal projelere yem olmamalıydı… Artık bundan sonraki en büyük hedef, Suriye halkının iradesiyle tecelli edecek, İslami, adil ve merhametli bir zeminde inşa edilecek yeni Suriye’nin yanında yer almaktı…

HABERE YORUM KAT

6 Yorum