Özgür Olmayan Basında Bugün
Yıldıray Oğur, bugünkü yazısında basın özgürlüğü gündemini işlemeye devam etti.
Türkiye'deki toplam gazete tirajının yüzde 75'inin muhalif gazetelere ait olduğunu ifade eden Oğur bu muhalefetin de hakareti ağzından düşürmeyen, Hükümeti eleştirmek adına Esed'i bile destekleyebilen bir muhalefet olduğunu hatırlattı.
***
Özgür Olmayan Basında Bugün
Yıldıray Oğur-Türkiye
Türkiye’de dün yine 40 tane günlük gazete çıktı. Toplam tiraj ortalama 4 milyon 800 bin. Bu tirajın yüzde 66’sı yani 3 milyon 200 bini muhalif gazetelere ait. İktidara yakın gazetelerin toplam tirajı 1 milyon 200 bin civarı. Yüzde 25. Spor gazetelerinin de 400 bin civarında tirajı var.
Freedom House raporunda özgür ülkelerden kaçında dün manzara bundan daha özgürdü acaba? Kuveyt Emiri ülkesindeki basının Türkiye’den bile özgür olduğunu hiç öğrenmez inşallah…
Tabii Türkiye’de muhalif basın derken muhalif kelimesi epey kifayetsiz kalıyor. Tayyip adlı katil, hırsız, El Kaideci, İrancı, şeriatçı, Amerikan ajanı bir diktatörden ağız dolusu bahseden, okurlarına da bu tatmini vadeden gazetelere muhalif demek onları da kesmiyor olabilir.
Bu diktatöre karşı, herhalde çivi çiviyi söker diyerek Esad’ı bile tutanından, darbe, devrim, tutuklama, Malezya’ya kaçırma Lahey’de yargılatma gibi daha ılımlı çözümler peşinde koşanına kadar her gün yenilenen bir performansa haksızlık olur “muhalif” gibi yandaş kelimelerle hitap etmek. “Çok cahil, kaba ve otoritersin keşke ölsen”i en kibarı olmak üzere “Tayyip” diye bahsettikleri “diktatör”ün zulmünden şikayetçi olup bir cümle sonra ona küfür edebilmenin konforunu yaşıyor ve yaşatıyorlar.
Sözcü, Yeniçağ, Cumhuriyet, Taraf, Sol, Aydınlık, Yurt, Yeni Mesaj, Birgün, Todays Zaman, Ortadoğu… Toplam tirajları 700 binin üstünde ve her gün “bugün hükümeti yıkmak için ne yaptın” düsturuyla, büyük bir adanmışlıkla çıkıyorlar. Dün de çıktılar. Hatta pek çoğu dün de havuz deyip aşağıladıkları medya kuruluşlarının matbaalarında basıldı, onlara ait dağıtım şirketi tarafından dağıtıldı. Güya medya özgür demek için tabii…
1000’e yakın köşe yazarı var ulusal basında. Bunlar dünyada eşi görülmemiş bir periyodda haftada en az bir en çok 7 hatta sekiz kez kalemi ellerine alıp yazılar yazıyorlar. Çoğunluk politika yazıyor. Ve ezici çoğunluk muhalif. Bir antik Yunan agorasında bir de herhalde Kuveyt’te vardır bu kadar çok seslilik…
Üşenmedim saydım. Dün Türkiye basınında 187 politik köşe yazısı çıktı. Bu köşe yazılarından 123’ü hükümete muhalif yazılardı. 64’ü de hükümet politikalarını destekleyen yazılar.
Bir tanesi günün en çok okunan yazısıydı pek çok internet sitesine göre. Ne tesadüf o da medyada özgürlük mü var diye atarlanan bir yazara ait.
Atar “A be utanmaz” başlığından başlamış.
Sorularla devam etmiş.
Birinci soru: “Neden beş yıl önce çuval dolusu parayla transfer edilecek gazeteciler bugün o paranın dörtte birine bir gazeteye sığındı?” Tamam ilk sorudan pes, Emin Çölaşan’la, Bekir Coşkun’un milyon dolar yerine, birkaç bin dolara yazdığı bir ülkede kimse medyanın özgürlüğünden falan bahsedemez.
Beş yıl önce basın toplantıları canlı yayınlanan İlker Başbuğ niye parklarda 30 kişiye konuşuyorsa, Muazzez Ersoy’un Nostalji albümleri unutulup, her yer Demet Akalın olduysa ondandır deyip topu yavaşça bir sosyoloğun ayağına bırakıp kaçalım.
İkinci soru. Benzer. Neden eskinin yüzbinlerce maaşlı TV yıldızı gazetecileri şimdi maaş ödemeyen kanallarda çalışmak zorunda kaldı? Belki de hiçbir patron yıllarca çalıştığı kanalın harabeye çevrilmiş canlı yayın arabası önünde zafer pozu vermiş bir TV yıldızını ekran yüzü yapmak istemiyordur da ondan. Ya da devrimi eli böğründe bekleyen TV yıldızları için finans ve otomotiv devi holding medyaları o kadar da uygun değildir.
Soru üç: Hasan Cemal peki neden internet sitesinde bila ücret yazıyor? Gazetede yazmak istese ona sayfalarını açabilecek epeyce gazete olduğu açık değil mi? Keşke tekliflerden birini kabul etse. Ama her gün Erdoğan’ın dünkü kötülüklerini yazan bir yazara Suriye medyasında bile birkaç hafta tahammül edilebilinir herhalde.
Neden Alolar var. Dördüncü soru.
“Alo” demek için gazete çıkarırsanız, birileri de sizi arar, niye şaşırıyorsunuz? Bir Alo demeden gelen Başbakanların pijamayla karşılandığı günlerden ders çıkarılmıştır belki de. Alo deyip yazı işleri basan Genelkurmay İkinci Başkanları’ndan ya da. Alo deyince manşetlerin düştüğü ismi verilmeyen komutanlar vardı bir de. Bir de “Alo” bile demesine gerek kalmadan nefes sesinden patronların adamlarını peşine takıp karargahlara koştuğu ismini veren komutanlar. Belki de cemaat polisleri o sırada henüz yeterince kadrolaşmadığı için bilmiyoruz o eski Aloları… Alo Fatih hattının yeni müdavimi Emniyet istihbaraçılara sorun, anlatır size…
Son soru: Bir de gezilerde falan akreditasyon niye var. Başbakana kedi hediye edecek kadar yakın GYY’ler de vardı bir zamanlar. Onunla üç dünya turu yapmışlardı. O zamanlar basın çok özgürdü. Küsmüştür size. Genelkurmay gibi kapılara bunları içeri sokmayacaksınız diye haber vermedi ya!
Yine de hepsi haklı sorular. Aylar önce Başbakan’la yaptığı röportaj yüzünden manen ve sözel olarak linç edildiği yetmezmiş gibi, tatil yaparken bir barda fiziki saldırıya bile uğramaktan son anda kurtulmuş bir meslek büyüğü basında özgürlük var mı deseydi yani?
Söyleyin bugün, Kürtçe klip yapacağım diyen sanatçıya “Parayı veren Ahmet’i alır” yazabilir misin? Bugün, insan hakları aktivistine, “gördüğüm yerde seni taciz edeceğim” diyebilir misin? Bugün askeri eleştiren kadın yazara, köşenden ''o ordu senin nereni koruy'' diye sorabilir misin? Başörtülü kızlara f… diye hakaret edebilir misin?
Bir de kalkmış özgürlükten bahsediyorsunuz. A be utanmazlar.
Özgür olmayan medyadan bir günü izlediniz. Allah başka keder vermesin.
Hatırlar mısınız Samime Sanay’ın bir klibi vardı. Üstü açık bir arabayla, üzerinde kürkler, inciler öyle kederler içinde giderken. Hangi şarkıyı söylüyordu: Gücüme gidiyor böyle yaşamak…
HABERE YORUM KAT